İslâm aleminin perişanlığı
Dış politikada önemli gelişmeler var. Rusya’nın dirençli tavrı, AB’nin ilgisiz tutumu ile yalnız kalan ABD, Suriye’ye müdahaleden şimdilik geri çekildi. Türkiye’yi yönetenler, ABD’ye güvenmenin yanlışlığını çok acı bir biçimde yaşadılar, yaşıyorlar...
Bütün bu gelişmelerin en yürek yakanı üç petrol zengini Körfez ülkesinin; ABD’ye “Suriye’yi vurun! Askeri masraflarınızı biz karşılayalım” demesidir.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, vatandaşlarına yönelik yayınladığı yılbaşı kutlama mesajında bölgede yaşanan kargaşalara atıfta bulunarak, “Onlar (Müslümanlar) kendi aralarında birbirlerini vururlarken, biz kendi aramızda yakınlaşalım” dedi.
İsrail Savunma Kuvvetleri’nin ülkeyi savunacak gücü olması sayesinde barış içinde bir ülkeye sahip olduklarını belirten Netanyahu, “Kimsenin İsrail’e zarar vermesine izin vermeyeceğim. Sizlere gidip tatilin tadını çıkarın diyorum ve birileri tatilin huzurunu bozmayı düşünürse, kendisini neyin beklediğini iyi bilsin” ifadelerini kullandı.
Feylesof C. C. Colton: “İnsanlar, dinleri üzerine münakaşa ve kavga ederler; dinleri üzerine kitaplar, yazılar yazarlar; dinleri uğrunda ölümü göze alırlar, dinleri uğrunda her şeyi yaparlar, dinlerinin emrettiği gibi yaşamaları dışında” diyor. İslam aleminin Suriye olayı karşısında aldıkları tavrı değerlendirirsek Feylesof Colton’a hak vermemek mümkün mü?... Kur’an’da: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız” buyuruyor. Bu emre rağmen Körfez ülkelerinin ABD’ye müracaat ederek: “Siz, Suriye’yi vurun bütün askeri masrafları karşılayalım” demesi İslâm imanı ile bağdaşır mı?.. Görünen kadarıyla Suriye meselesi, İslam Dünyası için hazin olduğu kadar, fevkalade ciddi, ibretlik ve utanç verici bir olaydır. Aslında Tunus, Libya ve Mısır’da ateşlenen ve yaşanan olaylar, Kur’an’ı Kerim’in maalesef ve mateessüf günümüz Müslümanlarınca hiç anlaşılmadığının ve Müslümanların yaşadıkları ülkelerin yönetici kadrolarının da dini baştan ayağa siyasete alet ettiklerinin yürek yakan örnekleridir. Bu ülkelerdeki cemaat, tarikat ve mezhepler ile siyasi gruplaşmalar, kendi savundukları görüşleri, mutlak Allah’ın emri imişcesine Kur-an’ın önüne geçirip gerçek din olarak görmekte ve öylece tavır almaktadırlar.
Mesela Mısır’da ki Müslüman Kardeşler, Suriye’de ki El Kâide, El Nusra ve Suudi Arabistan’daki Vehabî-Hanbelî anlayış da, benimsedikleri görüş ve yorumun, tartışmasız doğru ve hak olduğunu, dolayısıyla mutlak inanılması ve uyulması gereken bir iman ve itikat olduğunu ileri sürmektedir. Böylece günümüzde dinimiz, artık sesi daha gür çıkan siyasetçinin kullandığı bir oyuncak durumuna sokulmuştur. Bir başka ifade ile Müslüman ülkelerdeki her cemaat, her tarikat, her mezhep, her oluşum kendi mezhebini ve kendi görüşünü “DİN” olarak görüyor. Ona kayıtsız şartsız uyarsan doğru yoldasın, aksi halde asi ve isyânkar olarak savaşılmayı ve yok edilmeyi hak ediyorsun.
Şimdi düşünelim, Suriye’deki iktidarın alaşağı edilmesi, Nusayrilik yerine Selefiliğin ikame edilebilmesi için teşebbüs edilecek savaşın maddi giderlerini karşılama teklifinde bulunanlar; Müslüman ve üstelik şer’i esaslara göre idare edilen ülkelerin, yaptıkları sual edilemeyen reisleri. Peki nerede kaldı İslâm’ın yücelttiği ve olmazsa olmaz olarak gördüğü akıl, aklını kullanma, sorgulama ve araştırıp doğruyu bulma emri... Eğer Müslüman olduğunu söyleyen biri, herhangi bir olay karşısında aklını kullanmaz, doğruyu ve eğriyi araştırıp muhakeme etmez ve sadece mensup olduğu ya da yönetimdeki birileri tarafından söylenenleri aynen benimserse dalâlettedir. Kur’an’ın tabiriyle; “Atalarının dinine uyan müşrikler” gibi olur. Müslüman’a düşen aklını kullanmak, ipleri başkalarının elinde olan kukla olmak değil, şahsiyet sahibi ve Allah’ın emrine muntazır bir “birey” bir “adam” olmaktır.
Suriye olayı başından beri temenni ettiğimiz üzere müdahalesiz bitecek gibi görünüyor. Türkiye hükümeti Suriye olayıyla çok büyük yara almıştır. Bu yaraya sebep olanların herhalde namuslu bir muhasebe ile en azından istifa edeceklerini ümit etmek istiyorum. Aksi halde G-20 zirvesinde yaşadığımız “İtibarsız adam muamelesi” sürüp gidebilir. Dış politikayı hükümetin demir bir tarakla tarayıp yanlışlarını ve eksiklerini görmesini temenni ediyoruz. Goethe diyor ki: “Uşağım bile olsa, yanlışlarımı düzelten efendim olur.” Kendi kendisinin efendisi olmak ise büyük saadettir.