İşkence ve faili meçhul

Terörün ve terörle mücadelenin zirveye çıktığı bir dönemde 1990’lı yıllarda Polis Akademisi’nde İnsan Hakları ve Anayasa Hukuku dersi verdim. Bu iki dersi hem de Türkiye’nin içinden geçtiği süreç düşünülür ise Polis Akademisi’nde vermek hiç de kolay değildi. Ağabeyleri her gün çatışmalarda şehit olan, okulda öğrenci olmalarına rağmen dağlarda ve sokaklarda PKK ile çatışan amirleri ile kendilerini özdeşleştiren 19-21 yaş arasındaki genç amir adayı öğrencilere, insan haklarını anlatmak herhangi bir üniversitenin kamu yönetimi bölümünde anlatmaktan farklıydı. Bundan dolayı dersi anlatırken, örnekler hem de aşırı örnekler vererek, öğrencileri bir çok kez germiş, duygusal patlamalara neden olmuştum. Öğrencilerin “asarız, keseriz, kafasına sıkarız” cevaplarını sakin bir şekilde dinledikten sonra, onlara kim olduklarını, yani “POLİS” olduklarını ve polisin eşkıyadan farkını anlatırdım. Hayır, PKK ile bir çatışmaya girip, en sevdikleri arkadaşlarını şehit eden PKK’lıları ele geçirdikten sonra infaz etme hakları yoktu. Veya tecavüz ederek, 6 yaşındaki bir kız çocuğunu öldüren sapığı ele geçirdikleri zaman işkence edemez veya öldüremezlerdi. Çünkü onlar polisti. Polis demek, asker demek, yasa demektir. Yasa ise devlet. Türk İstiklal Savaşı sürecinde idamlar mahkeme kararı ile yapılmıştır. Hiç kimse bugün devleti koruyoruz diyerek, işkence veya faili meçhulü meşrulaştıramaz.
Teori böyledir ancak pratikte faili meçhul de olmuştur, işkence de. Askeri yönetim dönemlerinde daha da kolay olur. 27 Mayıs’ı yapan kadrodan MBK üyesi subaylar arasında 12 Mart’ta işkenceye uğrayanlar vardır. 12 Eylül’de işkence gören subaylar da. Ülkücülere, solculara yapılanları aktarmayacağım. Ancak nedense bu işkenceler çok konuşulmaz da Diyarbakır’da yapılan işkenceler çok konuşulur. Yapılmış mıdır? Evet. Ancak PKK, kendisine yapılan işkencelerden çok daha kötüsünü ve adisini 1978’den beri yapmaktadır. Bunlardan birisini Ümit Yalım hatırlatmış, dinleyelim: “1987 yılında, Mardin Mazıdağı ilçesinde görevli bir astsubay, sivil kıyafetli olarak ilçedeki vatandaşlar ile birlikte kırsal bölgede av yaparken, tesadüfen kalabalık bir PKK’lı terörist grup ile karşılaşıyor. Teröristler sivil vatandaşları serbest bırakıyor ancak astsubayı yanlarına alıp uzaklaşıyor. Teröristler, astsubayı çırılçıplak soyduktan sonra bir ağaca bağlayarak işkence yapmaya başlıyorlar. Önce ayak parmaklarını bıçak ile teker teker kesiyorlar. Sonra gövdesinin iki yanını cep gibi keserek ellerini oraya sokuyorlar. Can havliyle bağıran astsubayın ..... organını keserek ağzına tıkıyorlar. Sonra naylon eriterek sıcak naylonu gözlerine döküyorlar. Son olarak astsubayın iki gözünü oyup, kalbine şiş ve bıçak sokarak öldürüyorlar. Bu işkence, resimler ve otopsi raporları ile belgelenmiştir. Ayrıca işkence sırasında olay mahallinde bulunan ve daha sonra sağ olarak yakalanan terörist tarafından verilen ifade ile tescillenmiştir.”
Annelerin elinden alınıp, yanan evlerin içine atılan 3 aylık bebekler, mağarada kızgın saçın üzerinde yavaş yavaş yakılan ve vücut yağları eriyerek şehit edilen astsubay, kızının ve subay kocasının gözlerinin önünde tecavüz edilen ve sonra gözlerinin önünde subay eşi şehit edilen subay eşi ve ve ve... Bunları resmi kayıt altına alan, fotoğraflayan ordu ve adalet teşkilatı sustu, infial olmasın diye yayınlamadı, üzerine gitmedi.
PKK da sanki kendisi insan hakları koruma örgütü gibi “bize işkence yapıldı” diye senelerden bu yana ortada dolaşıyor. Bülent Arınç da “ben de bu işkenceyi görseydim dağa çıkardım” diyor. Bülent Arınç’a rica edelim; PKK tarafından işkence ile öldürülen TSK ve polislerin dosyalarını getirtsin okusun. Biraz da şehitlerimiz ile empati kursun. Bakalım ne yapacak?

Yazarın Diğer Yazıları