İşkence devam ediyor...
Otuz iki yıl geçmiş aradan, kimimize göre dün gibi darbenin travmalarıyla yaşayan binlerce pimi çekilmiş el bombası geziyor aramızda. Kim bilir o bombalardan biri de biziz. 12 Eylül’ün yıldönümlerinde her zaman olduğu gibi işkence ve insan hakları ihlalleriyle ilgili nutuklar atılıp, hamaset üklü yazılar kaleme alındı.
İşin garip yanı 12 Eylül edebiyatından rantı da o günlerde etliye sütlüye dokunmayan tespih çekip, semirenler sağlıyor. 12 Eylül için yaşları yüze yaklaşan Evren ve Şahinkaya’ya karşı açılan sembolik dava dışında işkenceciler bile sorgulanmıyor. Ama AKP ve yandaşları hesap sorulduğuna dair nutuklarla hipnoza devam ediyor.
12 Eylül darbesinin öncesi ve sonrasını dibine kadar yaşayan biri olarak öncelikle şunu ifade etmeliyim. Gözaltı ve tutuklamalarda fahiş hatalar yapılmasına rağmen yargılananların hiç birisi cami avlusundan toplanmadı. Her kesimin kendisine göre eylemleri vardı. “Aklınızdan şunu da geçirmişiniz” diye suçlanmadı kimse. Korkunç işkenceler altında ifadeler alındı. Ama dosyalarda sahte dijital belge yoktu. Sıkıyönetim mahkemelerinin tezekten terazisinde her şeye rağmen peşin hüküm bulunmuyordu. Nitekim kararların çoğu Yargıtay tarafından bozulmuştu. Oysa son beş yılda yaşadığımız sivil darbede her şey gelişen teknolojiyle bağlantılı. İntikam cinnetiyle diğital terör estiriliyor.
Benim gibi o günleri yaşayanlar “12 Eylül mahkemelerinde hukuk varmış” diyerek Silivri’deki zulme tanık olunca o günleri mumla arıyor.
Türkiye’deki darbelerin Amerikan menşeli olduğunu yediden yetmişe herkes kabullendi. Amerikan mesaisiyle iktidarı ele geçiren AKP’nin de Amerikan çıkarları için ülkedeki milli unsurları ortadan kaldırmak, sindirmek dahası içeri tıkarak (dalga dalga operasyonlar) düzenlediği konusunda da milletimiz hem fikir. Payidar kalmayacağına inandığımız zulüm ne yazık ki adaleti de öldürdü. Mustafa Önsel’in son tarihi manifestosunda belirttiği gibi çanlar durmadan çalıyor, ama adaletin ölümünü görenlerin sayısı ne yazık ki yeterli değil.
Anlatılamaz yazılamaz Silivri... Yaşayan bilir... Silivri’de 13 ayı yalnız olmak üzere 16 ay rehin tutulan Müyesser Yıldız “Zafiyetimi keşfetmesinler, ağladığımı görmesinler diye hiç türkü dinlemedim Silivri’de” dedi. Oysa Adıyamanlı Müyesser’in gerçek anlamda türkü dostu olduğunu çok iyi biliyordum. Sebebini sormadan “Türkülerin hapsedilmesine gönlüm razı olmadı” sözleriyle devam etti. Türküler eşliğinde Müyesser’in İstanbul Emniyetinde tutulduğu dört günün öyküsünü dinlerken (Allahsızlar !..) diye isyan ettim. Onun, “Hz. Ömer ve Hz. Ali bunların hesabını sizden soracak” çığlığının halen o duvarlarda yankılandığından eminim.
İşkencenin metodu değişmiş ama bedene yapılanlardan daha aşağılığı uygulanıyor şimdi. Mamak’ta, Metris’te yaşananların diğer versiyonları Silivri’de sahneleniyor her gün. Gözlerimin önünden Alaeddin Sevim’in beş altı yaşındaki iki oğlunun babalarıyla oynayışı gitmiyor. Abdurrahman Başbuğ’un Almanya’dan gelen yedi yaşındaki yeğeninin çığlığı da kulaklarımda halen. Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Silivri, İzmir ve Sincan’a kucak dolusu sevgiler.
NOT: Değerli dostum Ozan Cengiz fıtık ameliyatı oldu. Memleketin bugünkü durumunda gerile gerile patlatmış fıtığını. Beyin fıtığı olmadığımıza dua ediyoruz. Yüzüncüyıl Hastanesinde yatan Ozan Cengiz Öztürk’e geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.