"İsimlerimizin önünde cezalarımız yazıyor…"
Uğradığı birinci kumpas tutukluluğunda Silivri Cezaevi'nden attığı ve bende, bizimkinden saf, yalın başka bir boyuttan geliyor olduğu hissi yaratan kartını hâlâ sakladığım sevgili Barış Pehlivan… YENİÇAĞ'ın da yazarı sevgili Murat Ağırel… Ve tanımadığım ama aynı "torba"ya atılan diğerleri…
"MİT Kanununa Muhalefet" ettikleri gerekçesiyle tutuklanıp, ek olarak "Devletin Gizli Belgelerini Yayınlama" suçundan da yargılanan ve öngörülen cezalarının "yatarı" olmadığı halde aylardır cezaevinde tutulan meslektaşlarımız, yarın bir kere daha Çağlayan Adliyesi'nde olacaklar; gazeteciliği savunmak üzere…
Onların, olmayan suçtan, olmayan tanıkların, olmayan ifadeleri uyarınca, olmayan delillere dayanarak yargılanarak, olmayan adaletin tecellisiyle, olmayan cezaları oldurmak üzere yeniden hakim karşısına çıkarılmalarına bir gün kala ulaştı Murat (Ağırel)'ın mektubu elime…
***
Bana özel olan satırlarını bende bırakarak, olduğu gibi paylaşıyorum kalan kısmını;
"…Bu dava ilerde "Kumpas 2.0 versiyon" olarak anılmaya aday bir dava. Baştan sona delilsiz, mesnetsiz iddialarla yürütülen gayri hukuki bir süreç.
Bu cennet vatan uğruna can veren iki yiğidimiz hakkında 'birkaç tane' denilmesine ve törensiz gömülmelerine tepki göstermek, ortada dolaşan asılsız iddialara karşı, doğru bilgi verip, şehitlerimizin şehadetini yüceltmek için bir tivit mesajı paylaştım. Tivitimde de "Case Officer/Meslek Memuru" diye belirttim. "Meslek Memuru", Dışişleri Bakanlığı'nın resmi çalışanı; "Case Officer" da ingilizcesi. Genel bir ifade.
Savcılık, beni, son kitabım "Sarmal"da ayrıntılarını verdiğim bir yapılanmanın, sosyal medyada hedef göstermesi ile ifadeye çağırdı. Paylaşımımın üzerinden 12 gün geçmişti. Oda TV haber yapmasa ortada suç yok yani. Kaldı ki Oda TV cenaze-töreninin görüntülerini haber yaptı. Ben, paylaşımımda tören yapılmadığına tepki gösteriyorum! Savcılık iddiasına göre planlı ve koordineymiş!
***
Uzattım biliyorum. 280 gündür, tek başına, 5 metre kare odada yalnız kalınca, yazmak nefes almak gibi geliyor. Yazdıkça yazıyorum farkında olmadan.
İddia makamı iddiasını ispatla yükümlü iken bana "suçsuzluğunu ispatla" dedi. Onu da yaptım. Her zaman yaptığım gibi belgelerle. Mahkemeye 36 belge verdim. Savunma sonunda duruşma savcısı "Evet, bu genel bir ifade" diye kabul etti. Eee, hani ben ilk ifşayı yapmıştım? Hani, şehitlerin ilk fotoğraflarını ben paylaşmıştım? Hani ben "MİT" yazmıştım. Hepsi çürüdü. Ben neden tutukluyum?
Nedenmiş biliyor musun?
Delil karartma ihtimalim varmış; iddianamede, eklerinde benim hakkımda delil yok. Olmayan delili karartacakmışım.
Tanık beyanı varmış; benim hakkımda tek tanık yok! Tüm tanıklar dinlendi. Yani olmayan tanığın, olmayan beyanı varmış.
Kaçma şüphem varmış; iki defa, kendi ayağıyla mahkemeye ifadeye gelen kişinin kaçma şüphesi varmış!
İşte ben aylardır bu nedenle tutukluyum.
Şaka gibi, ama değil.
***
Tutuklu kalabilmem için gece yarısı kanunun çıktı. Gizlilik kararı olan davada HTS kayıtları basına servis edildi. "15 dakikalık sır görüşme" başlığıyla haberler yaptırıldı. Oysa ki, "sır" dedikleri görüşme, Ahu Özyurt ile, kitabım "Sarmal" hakkında yaptığım, radyodaki canlı yayın bağlantısı.
Yaratılan algı ise 'Murat Ağırel, yabancı ajansların talimatı ile "MİT"i ifşa etti.'
Nereden bakarsan bak, bu dava "Kumpas 2 versiyon"dur.
Ben daha önce de kumpas davasında, Ergenekon davasında yargılandım. Yöntem, süreç aynı.
***
Şimdi ikinci duruşma var 9 Eylül'de…
Ne söylesem boş biliyorum.
Stalin davalarındaki gibi, isimlerimizin başına, ne kadar ceza alacağımız, dava başlamadan yazıldı. Çarpı işaretleri var.
Verilmiş cezalara, uygun görülmüş cezalara rıza göstermemiz isteniyor.
Susmamız, korkmamız, alışmamız isteniyor.
Kalemini namusu bilen susar mı? Korkar mı? Alışır mı?
9 Eylül'de bir kez daha "Ben gazeteciyim. Cumhuriyet devrimlerini ilke edinmiş Kemalist Türk genciyim." Demek için Çağlayan Adliyesi'nde olacağım.
Üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savunmak için tüm dostları da bekleriz.
Esaretten özgürce selamlarımla…"
***
Ve Dilek…
Gazeteciler o küçücük hücrelerinde geçen her saat biraz daha büyüyor, güçleniyorlar. Haklılıkları biraz daha pekişiyor toplum nazarında. Tarih paslanmaz madalyalar takıyor kendi hüküm gününde onlara.
Ve fakat Dilek gibi, Aysel (Pehlivan) gibi eşler asıl cezalandırılanlar; Ada gibi, Arya gibi yaşanmamış anıları çalışan çocuklar…
"Artık, ne diyeceğimi bilemediğim zamanlardan geçiyorum" diyor eşi Murat'ın mektubu ileten Dilek;
"Bu adaletsizlik karşısında ne dense bir anlamı yok. Biz çocuklarımızı 'Adaletli olun, kimsenin hakkına girmeyin, kendi hakkınızı yedirmeyin, dürüst olun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimlerini savunmaktan vazgeçmeyin, okuyun vatana millete hayırlı bir evlat olun' diye yetiştiriyoruz. 'Adaletli olun' dediğimiz çocuklarımıza bu gün yaşadığımız adaletsizliği açıklamakta zorlanıyoruz. Ben çocukların kinle ve öfkeyle büyümelerini istemiyorum. Ülkesini seven, vatanını bayrağını her şeyin üstünde tutan çocuklar olsun istiyorum. Şimdi Murat ne yaptı da biz bu süreci yaşıyoruz? Sosyal medyada zaten paylaşılmış, haberi yapılmış şehitlerimizle ilgili rahmet dileyen bir tivit atmış. Tekrar söylüyorum, bakın sadece bir tivit. Ben yargılanmasın demiyorum; bu ülkede herkes yargılanabilir. Yargı kimseye ayrıcalık tanıyamaz. Ama tutuklu yargılamak niye? 6 aydır bir nevi işkence şeklinde tecrit niye? Hangi tarafından baksanız çok büyük bir adaletsizlikle karşı karşıyayız. Diliyorum ve umuyorum ki, 9 Eylül de bu hukuksuzluk ve adaletsizlik bir son bulacak.
Okur haber alma hakkını savunmazsa, gazetecilerin bu şekilde susturulmasına sessiz kalırsa, gerçekleri öğrenmesi git-gide imkansız bir hale gelir. Ben, basın özgürlüğü, haber alma hakkı ve en önemlisi adalet için herkesin 9 Eylül de Çağlayan'a gelmesini diliyorum…"
***
Ey okur;
Vicdanınla duy…