İşgal ve direniş...

MHP Milletvekillerinin “Büyükzehir yasası” diye adlandırdıkları “Büyükşehir Yasası”nın neye mal olacağını duyurmak yönündeki çabaları gazetelere “Kürsü işgali” başlığıyla yansıtıldı!
Milletin meclisinde, milletin bekası uğruna sergilenen “direniş”in adı “işgal”, ama siyasi iktidarın Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası’nı “çiğneyerek” yani illegal bir yöntemle Anayasa’ya aykırı yasa çıkarma çabası ülkeyi “demokratik bir idari yapıya kavuşturma” öyle mi?
İktidar eliyle tesis edilen “korku rejimi” ne rağmen sinmeyeceğini, ihanetle mücadeleden geri durmayacağını beyan eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının son olarak “terörist” de ilan edildiği bir ülkede şaşmamak gerek biliyorum ama sormaktan alamıyorum kendimi:
AKP seçim meydanlarında halka “bize oy verirseniz bu ülkeyi böleceğiz” mi dedi?
“Bize oy verirseniz terör örgütüne Oslo’da verdiğimiz sözü tutacağız” mı dedi?
“Bize oy verirseniz eyalet modeline geçeceğiz” mi dedi?
AKP, seçim meydanlarında halktan “Büyük Kürdistan”ı kurmak için mi yetki istedi?
AKP’li belediye başkanları seçilmek için kapı kapı gezip dil dökerken, beldelerinin sakinlerine üç yıl sonra kapıya kilidi vuracaklarını söyledi mi?
Öyleyse bugün TBMM’de, usulsüzlük dahil her yol mübah sayılarak ülkeyi bölünmeye sürükleme işi her şeyden önce, en iyimser nitelemeyle “görevi kötüye kullanmak” değil mi?
Siyasi iktidarın, “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” vaadiyle topladığı oyların gücüyle “Devletin bölünmez bütünlüğüne” kast etmesi, bırakın muhalefeti, vekaletini aldığı yüzde 50’yi “dolandırmak” değil mi?
Asıl “işgal” bu, -milli iradeyi yalanla, dolanla “ele geçirme” faaliyeti- değil mi?

***


Atam,
Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olup olmadığının sınanabileceği yegane yer olan TBMM kürsüsünde, kurduğun Cumhuriyetin, attığın temel üzerinde, koyduğun ilkeler doğrultusunda bir ve bütün olarak yaşamasına çalışmanın da hükmü kalmadıysa...
Kim, hangi yüzle çıkacak ki bugün karşına!
Eminim daha huzurlusundur bütün yüzsüzlükleriyle çıkmadıklarında huzuruna!


Hiç utanmıyor musunuz?
PKK’lı itirafçı terörist Şemdin Sakık’ın, Ümraniye davasında “kendini deşifre eden gizli tanık” sıfatıyla hedef gösterdiği Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan kardeşler kıyameti koparıyorlar...
“Davanın meşruiyetini yaralamak için” diyorlar...
“Karanlık bir oyun” diyorlar...
“Linç kampanyası”, “kara çalma” diyorlar...
Ali Bayramoğlu’nun önceki gün Yeni Şafak’ta yayımlanan ve ilkeler açısından zannediyorum birçok gazetecinin altına imza atacağı şu satırları kalkan olarak kullanıyorlar:
“Devletle daha doğrusu ’derin devlet’le birçok kez karanlık ve tehlikeli işbirliği yapmış bir suçlu, çıkıyor, ülkenin en ciddi davalarından birisinde, dosyayla hiçbir ilgisi olmayan bir konuda ve ’bir bilen’edasıyla ülkenin önde gelen gazetecilerini, gazetelerini, aydınlarını suçluyor.
Bu suçlamalar ciddiye alınırcasına, haberlerde, yorumlarda kendisine yer bulabiliyor. Toplum ahlaksız ve kirli bombardımanıyla yıkanmaya çalışılıyor.
Güç kavgasındaki ’adamlar’ bu ithamlardan besleniyor. Bu, tam ’siyasi pornografi’dir.
Bu, düşünce insanlarının, yazarların, aydınların, daha da öte bizzat düşüncenin ‘kriminalize’ edilmesi halidir.
Bu hal, demokrasi yolunda ilerlediğini iddia eden bir ülke için utanç vericidir.
(...)
Bu ne utanmazlıktır ki, elinde en az 33 askerin kanı olan bir adam bir orgeneral tarafından (...) ’sözüne güvenilir, dürüst biri’ olarak tanımlanabiliyor.
Bu ne düşüklüktür ki önüne geleni PKK’lı yaftalamasıyla hedef gösteren o tetikçi yayın organları ahlaksız katillerle işbirliğine soyunabiliyor. Bu adamla mektuplaşabiliyor, bu adamın itham dolu mektuplarını yayınlayabiliyor, nokta atışlarında, psikolojik harekâtlarda gazeteciliği kullanıyor.
Bu ne keyfiliktir ki bir mahkeme heyeti gördüğü davayla hiçbir ilişkisi olmayan bir konuda, bir suçluya, tanık sıfatıyla siyasi değerlendirmeler yaptırabiliyor.
Ve ne acıklıdır ki, kimi gazeteler ve televizyonlar 28 Şubat’ta olduğu gibi bu adamın iddialarını merkeze taşıyıp pornografiye ve kriminalizasyona alet oluyorlar.
İstihbarat kavgaları, psikolojik harekâtlar, siyasi pislik, kişilere nokta atışları, itibar düşürme çalışmaları...
Tüm bunlar karanlık adamların ve otoriter rejimlerin işidir.
Tüm bunlar, karanlık ve otoriter dönemlerde karşımıza çıkarlar.
Türkiye’nin arınma ve demokratikleşme sürecinde, kimi sapmalar, kısa devreler, kimi gayri meşru ve yasadışı yöntemler sadece demokratikleşme sürecini kirletmiyor.
Çamur, aynı zamanlarda gazetecilik anlayışına, adli reflekse, siyasi algıya da sıçrıyor.
Buna dur demek lazım, hayır demek lazım...”
Bu çarpıcı analizin arkasına sinip soruyorlar:
“Hiç utanmıyor musunuz?”

***


Tuhaf...
Bu arkadaşların büyük bölümü Silivri yargılamalarında göz göre göre yapılan hukuksuzluklar karşısında “meşruiyet sorgusu” yapmak yerine “Olsun, asıl olan darbelerle hesaplaşılması...” demeyi tercih etmişlerdi! Şimdi ne oldu da, binlerce somut maddi hatanın, sahte delilin dahi “meşruiyetini gölgeleyemeyeceğini” savundukları “özel yetkili yargılama” sistemi, bir tek “gizli tanık” yüzünden (üstelik aynı davada daha önce dinlenen birbirinden garabet gizli tanık ifadelerine sessiz kaldıkları, hatta kimi zaman onları “esas” aldıkları halde) gözden düşüverdi? Ne oldu da adalet tanrıçasının gözü bağlanırken susanlar şimdi birden “adalet tanrısı” kesiliverdi?
Mevzubahis hakikaten de bir “PKK itirafçısının” sözüne itibar edip etmemek meselesi ise;
“Ülkenin en ciddi davalarından birisinde, dosyayla hiçbir ilgisi olmayan bir konuda ve ’bir bilen’ edasıyla ülkenin önde gelen isimlerini suçlayan ’derin devlet’le birçok kez karanlık ve tehlikeli işbirliği yapmış” o suçlunun adı Şemdin Sakık değil de Abdülkadir Aygan olduğunda neredeydiniz?
Aygan’ın suçlamaları “ciddiye alınırcasına, haberlerde, yorumlarda kendisine yer bulurken, ahlaksız ve kirli bombardımanıyla toplumun beyni yıkanmaya çalışılırken” neredeydiniz?
Aygan sizi yahut arkadaşlarınızı değil de bu ülkenin onurlu askerleri “hedef gösterirken”, hem de bunu sizlerin gazetelerinizin manşetlerinden yaparken niye “utanmazlık”, “düşüklük” diye itiraz etmediniz?
Aygan, gün aşırı Ahmet Altan’ın Taraf’ına çarşaf çarşaf demeç verirken, Mehmet Altan’ın o dönem başyazarı olduğu Star’dan tetikçilik yaparken neden “ahlaksız katillerle işbirliği” ne dur demediniz?
Bir PKK itirafçısının iftiralarıyla, “Devlet Övünç Madalyası” sahibi onurlu bir Türk subayının, Abdülkerim Kırca’nın intihara sürüklenişine seyirci kaldıktan sonra, şimdi sırf kuyruğunuza basıldı diye feryada başladınız ya...
Doğru soru:
Hiç utanmıyor musunuz?

Yazarın Diğer Yazıları