“İş yoğunluğu” yaşayan savcıdan “terörist”e: Şim

Ümraniye, Balyoz, Poyrazköy, 28 Şubat, Askeri Casusluk... diye uzayan davalar dizisindeki sanıkların yazdığı mektuplar önceleri avukatlar aracılığıyla gelirdi; savcının “suçu ispatı” gerekirken bu süreçte tam tersine avukatlara, “suç olmadığını ispat” görevi düşünce milyonlarca döküman arasında kaybolan avukatlardan “eşler” devraldı bu işi.
Bugünkü ilk mektup, Balyoz Davası’ndan hükmen tutuklu Deniz Kurmay Albay Murat Saka’nın eşi Işıl Hanım aracılığıyla geldi.

***

“Meslek hayatı boyunca vatanı için canını adamış olan bizlerin, artık tarih tarafından yüklenmiş olan yeni sorumluluk ve görevleri var” diyen Saka, bu sorumluluk ve görevlerin en önemlisinin “bağımsız yargı için mücadele” olduğunu söylüyor. Mektubu da bunun ilgili; 1.5 yıldır yaşadıkları üzerinden “yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını” sorguluyor:
“12 Temmuz 2011 Salı akşamı, cep telefonuma bakıp da cevaplayamadığım çağrıların Komutan Vekiline ait olduğunu görünce, sıranın bana geldiğini anlamıştım. Yeni görevim için hazırlık yaptım ve orta boy bir valiz hazırladım. Bu valizin birkaç gün sonra aynı yere oturup, eve dört hafta daha misafir olacağını hiç düşünemezdim.
15 Temmuz 2011 Cuma sabahı, Merkez Komutanlığı görevlilerinin refakatinde Beşiktaş’taki İstanbul Merkez Komutanlığı’na geldim. O gün, değişik birliklerden bir araya getirilen toplam altı kişi olmuştuk. Tek beklediğimiz, Beşiktaş Adliyesi’nden gelecek olan haberdi. Onlar ” getirin “ dedikleri zaman, bizi sorgu için götüreceklerdi. Haber gecikti. Sonunda, hiç tahmin edemeyeceğimiz bir haber geldi:
“İş yoğunluğu nedeniyle savcı bugün sorgulama yapamayacak! Sanıklar bir veya iki hafta sonra tekrar çağrılacak!”.
Terör örgütü üyesi olmakla itham ettiği kişileri, savcı neden derhal tutuklamak yerine özgür bırakıyordu? Onlar, özgür kaldıklarında terör faaliyetlerine devam etmez miydi? Savcının iş yoğunluğu, böylesine vahim bir hata için gerekçe olabilir miydi? (...) Fazla mesai yapmak yerine, terör örgütü üyelerinin(!) özgür dolaşması daha mı makbul olacaktı?
Savcı, bu sanıkların “kaçabileceğini ve delil karartabileceğini” dört hafta önce bildiği halde, o gün fazla mesai yapmak istememiş miydi de terör sanıkları bir süre daha özgür kalmıştı? Yoksa anlaşılamayan başka bir sebep mi vardı?

***

Kanaatimce, anlaşılması zor olan bu durumun sebebi, çoğu zaman olduğu gibi, kamuoyu algısı ile ilgiliydi. (...) Bir gün önceki terör saldırısında 13 askerimiz şehit düşmüştü; hemen arkasından subayların terör örgütüne üyelik suçlamasıyla tutuklanması, elbette kamuoyu vicdanında sorgulanacaktı. Böyle bir haberi bir süre ertelemekte fayda vardı.
(...)
Eğer savcı, gerçekten aklı ve vicdanına uygun olarak tutuklanmamızı istediyse, bu talebini dört hafta öncesinde de hiçbir baskı altında kalmadan açıklaması gerekmez miydi? Savcının akıl ve vicdanı, o sanıkların kaçabileceği ve delil karartabileceği yönünde bir hükme varıyorsa, bu sanıkların bir saat dahi dışarıya salınmaması gerekmez miydi?
(...)
Mahkemenin, kararı açıklayacağı güne ait tavırları ise tam zihin bulandırıcı nitelikteydi. 20 Eylül 2012 Perşembe günü son sözlerin alınmasını takiben saat 15.00 sularında hükmün açıklanması için duruşmaya ara verileceğini duyuran mahkeme heyetinin, yaklaşık sekiz saat sonra “karar veremediğini ve duruşmayı sonraki güne ertelediğini” açıklaması nasıl izah edilebilir? Verilecek olan hükümlerin daha önce hazırlanmadığına kim inanır? Zaten hazırlığı yoksa, hükmün açıklanması maksadıyla duruşmaya gün içinde ara vermek yerine, ihtiyaç duyduğu gün sayısı kadar ara vermesi gerekirdi. Mahkemenin kararına bir müdahale yapıldığına ilişkin yaygın kanaatler günlerce medya üzerinden de tartışıldı.

***

Asrın İftirası Balyoz Davası’nda sahtelikler birer birer ortaya dökülüp, bilirkişi raporlarıyla da anlatıldıktan sonra, bazı taraflı yayın organları güncelleme iddialarını ortaya atmaya başladılar. Mahkeme heyeti, ortada açık bir şekilde görünen bilimsel raporlara güvenmek yerine, taraflı yayın unsurlarının yazdığı güncelleme iddiasına itibar etti.
Bilimsel gerçekliklere güvenmek yerine taraflı bir zihniyetle üretilmiş, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddialara itibar eden mahkeme heyetinin “tarafsız ve bağımsız” olduğuna inanabilir misiniz?
(...)
Bu toplumda, ahlaki değerlere duyarlı her bireyi, tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemine ulaşılması için çaba göstermeye davet ediyorum. Ailelerimiz ve gelecek nesillerimiz için, bunu istemek ve başarmak zorundayız. Ancak, gerçek adalete sahip olduğumuz zaman bu toplum içindeki yaşam biçimini sağlam temellere oturtmuş olacağız.”


Bir fâsıkın sözleri


Günün ikinci mektubu da eşi Emel Hanım aracılığıyla 28 Şubat tutuklusu Emekli Albay Alican Türk’ten.
Geçtiğimiz günlerde “Ergenekon bir projeydi. İfadelerim geçersizdir” çıkışıyla yeniden gündeme gelen Tuncay Güney ve diğer “tanık”lara dair Türk’ün değerlendirmesi:
“Size Kur’an’ın Hucurât sûresi’nden bir âyet sunmak istiyorum:
“Ey inananlar, eğer bir fâsık (fitne-fesat unsuru/ hak yoldan çıkmış/ özü sözü bozuk/ tutarsız davranışlarıyla tanınan birisi) size bir haber getirirse onu/onun doğruluğunu iyice araştırın. Yoksa bilmeyerek/ hiç yoktan bir topluluğa / insanlara kötülük etmiş / zarar vermiş / suçlamış / incitmiş olursunuz ki sonradan pişman olursunuz / bundan pişmanlık duyarsınız.
Evet, Tuncay GÜNEY hiç kuşkusuz bir fâsıktı. (İnanıyorum ki davalara “gizli tanık” sıfatıyla çıkan bütün kişiler bu anlamda birer fâsıktır.)
Ve bir fâsıkın sözüyle yüzlerce insana acılar yaşatanlar, kötülük edenler, zarar verenler bunun vicdanî pişmanlığını, vicdan azabını bugün olmasa da yarın mutlaka yaşayacaklar... Mutlaka!”

Bugün’den Adem Yavuz Arslan, DHKP-C operasyonunda gözaltına alınanlar için ”devletin değil örgütün memuru“ olmuşlar diyor; bazı hakim, savcı ve polislerin devletin değil hizmetin memuru olduğu gibi mi?

Yazarın Diğer Yazıları