Irak ve Libya faciaları yetmiyor mu?

ABD ve ortakları Suriye’yi ağır silahlarla vurmanın arifesindeyken, ne yazık ki buna seyirci kalınıyor.
Oysa, eğer Suriye gerçekten de, sivil halka kimyasal silah kullanmışsa bunun cezasının BM kararından sonra verilmesi gerekiyor.
Çünkü, insanlığa karşı işlenen hiçbir suçun cezasız kalmaması görüşünü bütün dünya onaylıyor.
Üstelik, Esad’a karşı her türlü önlemin alınması zaten “beklenti” halini almış bulunuyor.
ABD ve ortakları Birleşmiş Milletler kararını beklemeden, Suriye’yi neden bombalayıp, tahrip etmek istiyor.
Afganistan ve özellikle Irak ile Libya faciaları, yetmiyor mu?
Bir an veya birkaç gün önce, bomba atmanın gerekçeleri insanoğlunu tatmin etmiyor.
Daha doğrusu, önceki “cürümler” hatırlanarak bu tür iddialara inanılmıyor.
Güya ABD Başkanı Obama, yarın yapacağı bir konuşma ile muhtemel saldırının gerekçelerini açıklayacağını öne sürüyor.
Ne var ki, her şeye rağmen Birleşmiş Milletler kararının beklenmesi icap ediyor.
Suriye’ye saldırının gündemde olduğu bir dönemde, Orta Doğu’nun ne tür bir “trajik kaderi” olduğu, acı acı bir kez daha düşündürüyor.
Zaten, güncel olaylar ve sorunlar Orta Doğu’yu zihinlerden hiç çıkarmıyor.
Orta Doğu’nun “trajik kader” i daima “dehşet” içinde geçmişi ve geleceği düşünülüyor, tartışılıyor.
Ancak, Orta Doğu’nun karmaşıklığı ve gizemi daima birbirine karışıyor.
Orta Doğu’yu tam anlamıyla izlemenin, kavramanın anlatmanın ve algılamanın gerçekten de çok güç olduğunu peşinen kabullenmek gerekiyor.
Sadece coğrafi değil, siyasi olarak da gizemini koruyan, pek çok meçhullerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların, dostlukların, ihanetlerin, çatışmaların hüküm sürdüğü Orta Doğu; her şeye rağmen cazibesini sürdürüyor.
Tarih boyu, silahların susmadığı, kalıcı barışın sağlanamadığı bölgenin “petrol” zenginliği, zaten çekim merkezi oluyor.
Böylesine sosyal, tarihsel, ekonomik, stratejik konuma sahip Orta Doğu aynı zamanda bir “bataklığı” andırıyor.
Sanki, pimi çekilmiş bombalar, Mağrip’ten Maşrik’a kadar “patlama” anını bekliyor.
Öldüren de “Allahuekber” diyor, ölen de “Allahuekber” diye haykırıyor.
“Emenna ve Saddekana” Allah’ı en büyük düşünmek ve kabul etmek hepimize düşüyor.
Fakat, O’na sığınarak ve yüce adını anarak ölmenin veya öldürülmenin izahı zor oluyor.
Bazı kulları sanki ufaldıkça ufalıyor.
Üstelik, Orta Doğu topraklarını bütün Peygamberlerin şereflendirmesine rağmen, bir türlü huzur ve sükun asırlardır sağlanamıyor.
Kalıcı “barış” bir türlü sağlanamıyor.
Orta Doğu’nun coğrafyası da karmakarışık bir görünüm sergiliyor.
Vahalar, seraplara karışıyor...
Sanki kumların örtemediği çirkinlikler “öbek öbek” sırıtıyor.
Sessizce kümeleşiyor.
Gündüz kızgın olan kum, gece serinliyor...
Hatta, çoğu halkın ezgilerinde “ya leyl” yani “ya gece” feryadı bir “çağrı” oluşturuyor.
İster yoksul bir bedevi, ister zengin bir prens daha doğrusu çöl insanları, geceleri arıyor ve bekliyor.
Tıpkı kum tümsekleri gibi, gecelerin karanlığı da, bir takım “çirkinlikleri” sanki örtmeye çabalıyor.
Kum ve gecenin cömertliğine rağmen, zaman zaman türlü çirkinlikler kendini gösteriyor.
Aynı soydan-soptan gelen, aynı dini paylaşan insanlar, ayrı ayrı ülkelerde birbirlerinden ayrı ve zaman zaman “düşman” olarak yaşıyor.
Param parça Arap ırkının, birleşmesine “aynı dinden” olmak bile yardımcı olamıyor.
Değil çölün derinliklerinde, gökdelenlerin tepelerinde bile, “kabile” ve “aşiret” kuralları ve gelenekleri hüküm sürüyor.
Tabii ki, Batı lüksü, modayı ve elektronik kolaylığı sanki Orta Doğu için hazırlıyor ve sunuyor.
İnsanlar yaşarken gelişen acı tatlı olaylar ve sorunlar, dehşet uyandırıyor.
Burada dinler, mezhepler, ırklar, soylar-soplar, sefalet ve refah birbiriyle kıyasıya çarpışıyor.
Olaylar, sorunlar, insanlar, sınırlar birbirine karışıyor.
Üstelik, Orta Doğu’dan fışkıran “enerji” her şeyi daha da birbirine yüklüyor.
Biraz “hissi” olacak ama sanki, Osmanlı İmparatorluğunun “gazabı” kendini hissettiriyor.

Yazarın Diğer Yazıları