İntikam değil adalet için hepinizi dava edeceğim!
Balyoz Davasının tutuklu sanığı Orgeneral Bilgin Balanlı, 250. Madde üzerinde çalışan hükümeti darbeyle korkutarak geri adım attırmaya çalışanlara cezaevinden yazdığı mektupla cevap verdi
Günlerdir belli bazı yayın organları tezvirat yapıyor:
“Su uyur cuntacı uyumaz...”, “O tutuklu komutanlar var ya; hala muvazzaflar, tahliye ederseniz sizden intikam alırlar...”
Maksada uygun ses kayıtlarının yardımıyla, Türk Ordusu’nun hemen her kademesinden yüzlerce tutuklu asker “Cezaevinde bile darbe sevdasından vazgeçmemiş, aksine bilenmiş kişiler” olarak yaftalanıyor...
Şartlar eşit değil. Bu karapropagandanın muhatapları ancak cezaevinde yazıp, gerekli prosedür yolculuğunu tamamladıktan sonra biz gazetecilerin eline ulaşan üç beş satır/üç beş sayfalık mektuplarla anlatabiliyorlar kendilerini.
Dün yine böyle bir mektup geldi.
***
Balyoz Davası kapsamında tutuklu bulunan Hava Orgeneral Bilgin Balanlı Hadımköy Cezaevinden yolladığı mektupta, kendisine ait olduğu iddia edilen ve “4 Haziran 2012 günü akşam saatlerinden itibaren STV, Samanyolu Haber ve Bugün TV kanalları (Daily Motion internet sitesinden alındığı belirtilerek) ile 5 Haziran 2012 günü Zaman, Bugün ve Yeni Akit gazetelerinde” yayınlanan ses kayıtlarının “manidar” zamanlamasına dikkat çekiyor:
“Bilindiği gibi “Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması veya görev alanlarının daraltılması” konusunda Hükümet seviyesinde bazı çalışmaların yapıldığı haberlerinin basında yer almaya başlamasının ardından “Özel yetkili mahkemeleri savunan” bir kesime yakınlığı ile bilinen yayın gruplarında “bu mahkemelerin henüz misyonunu tamamlamadığı ve bunlara dokunulmaması gerektiği” teması büyük bir telaşla işlenmeye başlanmıştır. Hatırlanacağı üzere bana ait olduğu öne sürülen ses kaydından önce de benim gibi Balyoz Davasından tutuklu iki amirale ait olduğu iddia edilen ses kaydı yayınlanmıştı. Bu ses kayıtlarında öne çıkarılması istenen hususun “Balyoz Davası sanıklarının bir intikam hırsı içinde oldukları” algısını yaratmaya dönük olduğu açıkça görülmektedir.”
***
Haklarında oluşturulmak istenen algının aksine “intikam gibi ilkel bir düşünce içinde olmadıklarını” belirten Balanlı, yargılandıkları davanın “sahte dijital verilerle düzenlenmiş bir komplo” olduğunu ispatladıklarını hatırlatarak, bundan sonra “adil yargılama yapan bir mahkemede tecelli edecek adaleti” beklediklerini ifade ediyor:
“Kurgulanmış sahte dava ile haksız hukuksuz olarak tutuklanmış sanıklardan birisi olarak, sorunun yine hukuk kapsamında ancak, adil yargılama yapan ve maddi gerçeği bulmak için çaba gösterecek mahkemeler eliyle sağlanabileceği inancımı muhafaza ediyorum. Bu tespitlerimi mahkemede de ifade ettim. Hayatım boyunca hiçbir kimseyi ne tehdit ettim, ne bir intikam duygusu içinde oldum. Hatta hiçbir kimseye en ufak bir kötülük yaptığımı dahi kimse ileri süremez. Gerek görevimde gerek özel hayatımda hukukun üstünlüğü ilkesine kesinlikle uygduğumu beni yakından tanıyanlar çok iyi bilirler.
Bütün bunlara rağmen, düzmece bir ses kaydı ile gerçekleri çarpıtarak kamuoyunu yanıltıp beni ve bu davayı yanlış tanıtma ve bu suretle belli bir amaca ulaşma telaşına kapılanlar hakkında gerekli tüm yasal haklarımı kullanacağımı bilmenizi istiyorum. Bizim tek isteğimiz herkes için hakkın ve adaletin evrensel hukuk kuralları içerisinde sağlanmasıdır.”
Medyanın “ben merkezi”
Umur Talu programı yayından kaldırılan -Allah’ı var “oh olsun” dememiş hatta kınamış başına geleni ama- Ayşenur Arslan’a “Medya Mahallesi programına neden hiç davet edil-e-medim?” diye sormuş Habertürk ‘teki köşesinde!
“Medya üstüne bu kadar yazan, konuşan biri olduğum halde” vurgusuna bakılırsa Talu hayretler içinde;
Ben!.. Yani ben!.. Benden bahsediyoruz koskoca benden!.. Nasıl olur da davet etmez beni programına; kesin bir bit yeniği var bu işin altında. Engellemiş olmalılar, korktular, çekindiler, adımın altında ezildiler...
Talu tam bu havada...
Hani geçmişinde yaşayan eskimiş şöhretler olur ya; onları andırır bir tavırla “hey gidi günler hey” örneği de vermiş Arslan’a:
“11 yıl önce, 2001 krizinin patladığı günün gecesi, esasen kimse beni çıkarmazdı ama, Yavuz Baydar bir oldu bittiyle akşam CNN ‘de canlı yayına çıkardı... O grupta çalıştığım halde, canlı canlı, tam tersini, tam doğrusunu konuştum; yalancı, sansürcü, manipülayoncu yandaş medyaya veryansınla. İki gün sonra kovuldum zaten.”
Bir:
Baydar’ı kim “Türkiye ‘nin ilk haber ombudsman” olarak atattı 1999’da! Herhalde Baydar davet edecek sizi programına. “Yavuz Baydar projesi”nin yaratıcısının Baydar’ın programına çıkabilmiş değil, çıkamamış olması tuhaf olurdu değil mi!
İki:
O ne “Kitapçık atan Sezer yerilecek; Ecevit hükümeti kollanacak’ talimatına uymadım ve kovuldum” şeklinde “baskıya direnen, kahramanlık yapan, onurundansa işini kaybetmeyi göze alan gazeteci” havaları öyle!
Yüzleşin artık Sayın Talu;
Kimse sizin şahsınıza dönük, sizi susturmaya, gerçekleri haykırmanızı(!) engellemeye dönük bir operasyon yapmadı... Siz “hedefteki adam” değildiniz; herkes gibiydiniz, sıradan! Milliyet’ten, konuştuklarınızla yer yerinden oynadığından, hükümet sizinle uğraştığından filan değil; 2001 krizinin neden olduğu o büyük tensikat yüzünden gönderildiniz... Tıpkı Nilgün Cerrahoğlu, Duygu Asena, Bedri Koraman, Turhan Selçuk, Zeynep Oral gibi. Tıpkı isimleri anılmayan yığınla basın emekçisi gibi. Siz sadece onlardan biriydiniz; içlerinden herhangi biri!
Medyanın sizin etrafınızda dönmediği, size göre şekillenmediği, patronların, genel yayın yönetmenlerinin, gazetecilerin, program yapımcılarının her yeni güne “Bugün Umur Talu ne yapmıştır ve bu durumda biz ne yapmalıyız” kaygısıyla başlamadığı gerçeğini kabullenmenizi sağlayacaksa seve seve göndeririz sizinle birlikte işinden olan gazetecilerin tam listesini.
Sahi, siz Habertürk’te yazıyordunuz değil mi? Hani şu Emin Çölaşan’ın yazmaya başlamadan kovulduğu, Bekir Coşkun’un referandum öncesi süresiz izne yollandığı Habertürk’te... Başkalarının mahallelerine ayar vermeye çalışacağınıza, biraz sizin oralardan bahsetsenize, neden “yaz-a-madı” o tecrübeli kalemler o gazetede? Yoksa yazdırılmadı mı?
Gül “karizma” turlarında
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü izliyor musunuz?
Her gezide ve fırsatta yaptığı açıklamalarla,
a) Türkiye’deki olaylar üzerine iktidarın/Başbakan’ın tutumundan daha farklı açıklamalar yapıyor;
b) Erdoğan’a kıyasla çok farklı bir lider olduğunu vurgulamaya özen gösteriyor. Her ne kadar icraatta hiçbir farkları olmasa da!
Ama Gül, Erdoğan’ın kırıp döktükleri üzerinde kendisini -politikasını- karizmasını inşa ediyor. Her fırsatı, her olayı değerlendirerek...
(...)
Rekabeti “dolaylı” ama her konuda sürdürüyor. Silivri, Dink cinayeti, yargılama süreçleri ve başka konular... Ilımlı-net; Erdoğan’dan farklı olmaya özen göstererek... Ama icraatta Erdoğan’dan farkını bilmiyoruz.
***
Erdoğan ise rekabeti, daha otoriter ve daha dokunulmaz ve söz söylenmez bir kişilik inşa ederek yapıyor. Politik kariyerinin en az 10-15 yıllık geleceğini inşa etmeye çalışıyor. Bu inşada sert, yaptırımcı, otoriter, kendi çıkarına her türlü düzeni kurarak.. Gül’e karşı da net tavır koyarak... Geri gönderdiği yasayı aynen geçirmesi için Meclis’e talimat vererek...
Erdoğan ne kadar boyun eğmez, bükülmez, sınırı hiç belli olmayan otoriter bir lider karizması çiziyorsa...
Gül de derleyip toplayıcı, daha esnek, toplumun çok daha geniş kesimlerinde karşılık bulacak, kendi yanına çekecek, daha ılımlı, uzlaşma formüllerine açık, çanakların-vazoların kırılmasındansa kırılmaması için çaba sarf edecek, toplumun bileşenlerini, kendi dışındakileri dikkate alacak, başkalarının da gönlünü hoş tutacak bir karizma görüntüsü vermeye özen gösteriyor. (...) Sanki salt “amaca ulaşmaya”, hedefe yönelik bir halkla ilişkiler gibi...
Çünkü, Cumhurbaşkanlığı döneminde özellikle atama pratikleri, YÖK, üniversite rektörleri, yüksek mahkemeler olsun, milletin bütününü, birliğini, fikir ve tutum farklılıklarını yansıtacak bir içerik taşımıyor. En azından görüntüyü kurtaracak bir atama bile anımsamıyorum!
***
Hayrünnisa Hanım ile Emine Hanım arasındaki “rekabet” de aslında, iki siyasi lider arasındaki rekabetin yansıması...
Kadınların, rekabetin tırmanmasında rolü olabileceği şüphesiz doğrudur!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
Erdoğan “yargıda tasfiye”ye mi gidiyor
Erdoğan bir kesimin yargı üzerinden güç gösterisi yaptığını biliyor, kendi yeni oyununu kuruyor.
MİT olayı patladığında İstanbul Emniyeti’nde çok ciddi bir tasfiye operasyonu yapıldı. Sonra sular duruldu. Şimdi yeniden gürüldemeye başlayan suların, bu kez yargıda da önemli bir tasfiyeye yol açması şaşırtıcı olmaz. İç çatışmaya cesaret edenler beklemedikleri bir sonuçla karşılaşabilir.
Tabii olayın bir de “karşı atak yapılması ihtimalini” de göz ardı edemeyiz. İç savaşı göze alma cesareti gösterenlerin cengâverleri son birkaç gündür “kahramanca” yazılar yazarak Başbakan’a meydan okuyor. (...) Yasa dışı işler yapmasına göz yumulanlar, kendilerini garantiye almak için, bu görevi verenler hakkında da aynı dinleme, izleme yöntemlerini kullanmış olabilirler. O halde kendilerini artık tehdit ve tehlike altında görenlerin “sızdırma operasyonunu” bu kez sahiplerine karşı kullanmaları kaçınılmaz olabilir.
Can Ataklı / Vatan
Bazı gazeteciler “özel yetkili röntgencilik” hakkı istiyor
3. yargı paketinde “İfşa edilmiş verilerin basın yoluyla yayınlanması halinde 5 yıla kadar hapis cezasının uygulanması” imkânı getirildi.
İşte bu durum, röntgenciliği bir gazetecilik mesleği sanan bazı meslektaşlarımızı fena halde öfkelendirdi. (...) Efendim, iktidar röntgenciliği nasıl yasaklarmış, hükümetin başka yapacak işi yok muymuş...
Nasıl yani? Evlerimizi gözetlemek için “özel yetkili röntgencilik” hakkı mı istiyorsunuz?
(...)
Yasa dışı yollarla insanların mahremlerine girip, ahlaksız kasetler üreterek, bunlar üzerinden iktidar mücadelesi yürütmek bir insanlık suçudur. Kimse, bize bu tür görüntüler ve ses kayıtlarıyla darbe girişimcilerinin yargılanmasının mümkün hale geldiği palavrasını yutturmaya kalkmasın. Çünkü, demokratik hukuk devletinde mağduriyetler üzerine inşa edilen bir adalet sistemi olamaz.
Mehmet Ocaktan / Star
Antalya’ya kürtaj
Teşbihte(benzetmede) hata aranmaz. Ankara’da keskin neşterli üç büyük cerrah (Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, İçişleri Bakanı Şahin) Antalya’nın toprağını kürtaj yaptılar. (...) Toprağında mermer ve benzeri ticari değeri olan kıymetli taş keşfedilince; Antalya’nın 13 kilometrelik toprağını Konya’nın rahmine yerleştirdiler. (...) Antalya’nın 6 AKP milletvekili var. 6’sı da susuyor. Antalya’nın daralmasını kabulleniyor. Kürtajı görmemezlikten geliyorlar. (...)Değerli taş lobisinin gücü.
Necati Doğru / Sözcü
AB norm ve standartlarına göre zina ahlâksızlık ve suç değilmiş... Biz Müslümanlar için AB standart ve kanunlarından önce Allah’ın kanunları gelir. (...) Zina serbest kalacak, kürtaj yasaklanacak... Böyle bir şey gülünç olmaz mı? Dipsiz kiler boş ambar...
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete
Pratik sömürü
Eski sömürgecilerin büyük çıkarlarını sürdürmek için her türlü kumpası denedikleri bir dönemde, koca ulusları ve kalabalık halkları kandırmak yerine baştakini kandırıp ketenpereye getirmek daha kolay. Sömürücülerin, başka devletleri istediklere yöne çekmekte onlara hizmet edecek kişileri bazı ülkelerin başına geçirmelerini kolaylaştıran başkanlık ve onun melezi sistemleri salık vermeleri boşuna mıdır?
Mümtaz Soysal / Cumhuriyet