İntihal ile mücadele eylem planı
Malum gazeteler, Taraf’ın yayımladığı sızma belgenin içeriğini oluşturan planın uygulandığını kanıtlamak için bir dizi kirli tezgah manşetini deşifre edince, biz de ‘itirafçılara uygulanan özel muamele’den yararlanırız umuduyla ‘Yeniçağ’ın kirli tezgah şeması’nı ve eylemlerini ortalığa dökmüştük: “Kirli tezgah planı bünyesinde ortaya konan eylemlerden bir tanesinin de ‘Ermenistan sınırının açılmasına tepki göstermek’ olduğu ortaya çıktı... Nasıl inkar ederiz o tezgahın ‘en geniş halkası’ bizdik. Gittik ve ‘Karabağ işgali kalkmadan, sözde soykırım dayatması sona ermeden biz bu kapıyı açtırmayız’ dedik. Ve devlet içindeki uzantımız, en büyük müttefikimiz, bu şartlarda sanırım suç ortağı da oluyoruz, bizim kadar tezgahçı olan yol arkadaşımız: Recep Tayyip Erdoğan! ‘İşgal ortadan kalkmadıkça kapıların açılması mümkün değildir“ diyen Başbakan...”
Biz “dosyamıza”na konmak üzere kendi elceğizlerimizle, sütun sütun işlediğimiz kapı gibi delilimizi medya mahkemesine sunmuş hükümlerini beklerken, dün Ertuğrul Özkök çıkıp da rol çalmaya kalkışmasın mı?
Yazının başlığı “Albay’ın planını böyle uyguladık!” Meğer nisan ayından beri, menfur bir planı uygulamaya koymuşlar da... Demek ki, “Derin Hürriyet” bu planın “medya ayağını” hayata geçirmiş de...
Türkiye’nin en büyük gazetesini yönettiği iddiasındaki Genel Yayın Yönetmeni ne yapmış oldu şimdi; yaratıcılığına, tersten bakışına, mizah anlayışına hayran mı bıraktı...
Hiç kusura bakmayın Sayın Özkök “Bir medyada iki kirli tezgahçı oynamaz”...
Hem “erken kalkan yol alır”... Çeşme’de Ahmet Hakan’ın kırık kolunu kutlama partileri yapacağınıza, erken yatıp, erkenden “uyansaydınız”! Ayşe Arman’ın çıplak fotoğraflarının karşısına geçip “Soyunanı birinci sayfadan anonslarım abi” diyerek, yazarlarınızı ahlakın rafa kaldırıldığı bir gazetecilik türüne özendirmeye çalışacağınıza, “kirli tezgahçılığa” teşvik etseydiniz de sizin yerinize biz “intihalci” durumuna düşseydik... Ama öyle değil.
Biz o kirli tezgahta, o menfur planı, nasıl zor şartlarda, sabahlara kadar, göz nuru akıtarak, ilmek ilmek dokuduk sizin haberiniz var mı?
Öyle yeri gelince korsanla mücadele, emeğe saygı diye mangalda kül bırakmayan laflar etmekle olmuyor bu işler; Dokunmayın tezgahıma telif alırım; her hakkı saklıdır...
++++++
“CAN” DERDİNDEKİ TUTUKLULARA “VİCDAN”LI HİTAP
Silivri’de görülen Ümraniye Davası “dalya” dediğinde tutuklu ve tutuksuz sanıklar, avukatlar, iddianame ve ek klasör sayfaları, savunma okuma ortalamaları, tahliyeler gibi istatiklerden “biri” olarak yeniden yüzleştik onlarla....
Kendilerine “Ergenekon hastaları” diyorlardı; Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Asuman Özdemir, Levent Ersöz, Mehmet Haberal, Ferit İlsever, Erol Manisalı, Veli Küçük, Mustafa Yurtkuran... Daha vahimi ölenler: Kuddusi Okkır, Uçkun Geray!.. Bu isimlerin hastalanmalarına neden olan şüphesiz tutuklanmaları değildi. Ancak kiminin hastalığının nüksetmesine, kiminin tetiklenmesine, kiminin ağırlaşmasına neden olan içinde bulundukları fiziki ve psikolojik şartlar oldu.
Adına adalet dediğimiz mekanizmanın, bir ‘insan’ın tedavisinin yarıda kesilmesine, gün be gün erimesine, doktorların, avukatların bütün uyarılarına rağmen “seyirci” kalabilmesini mazur gösteren hiçbir sığınağı yoktu..
Çünkü İmralı’daki cani terörist başını en seçkin cerrahlara ameliyat ettiren, estetiğini bile düşünecek kadar “şefkatli” bir devletimiz vardı bizim...
Dün Ümraniye tutuklularından Uludağ Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran da ameliyat oldu.
Herhangi bir suçu işleyip işlemediğine kefil olacak kadar tanımıyorum, devam eden soruşturmanın tarafı olamayacak kadar kendimde ve gazeteciyim...
Sadece tırnağınız kırılsa, sinek ısırsa nasıl yakındığınızı anımsayın ve çektikleri acılarla empati kurun... İki gün evden çıkmasanız, pencereyi açamasanız, suyunuz sıcak akmasa, elektriğiniz kesilse, nasıl hayatınız alt üst olmuşçasına paniklediğinizi düşünün ve tutukluluk halleriyle empati kurun...
Kandil inlerindekilerden romantik devrimciler yaratan o vicdanınız, bu insanların “suçlu olmayabileceği” ihtimaline de kayıtsız kalmasın...
Çünkü eğer öyle olursa, suçsuz oldukları anlaşılır ve beraat ederlerse, ellerinden alınan hayatlarını, onurlarını, mahremiyetlerinin iadesini sağlayabileceğiniz bir tazminat bedeli yok... Olmayacak.
++++++
Korku sesimizi boğuyor
Necdet Ede dürüst, vicdanlı, hukuk devletine bağlı bir yargıçtır.
Avukatlarının itirazlarının hukuksal gerekçelerini haklı bularak Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un tahliyesine karar vermiştir.
Bu karar nedeniyle de bombardımana tutulmuştur.
Bu arada avukatları dünyaca Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın tutukluluğuna itiraz ettiler. Dinci basın, Haberal’ın tahliyesini önlemek için Necdet Ede’yi baskı altına aldı. “Tolon’u tahliye eden hakim Haberal’ı da tahliye edecek” diye her gün yazılar döşendiler. Yargıç Ede bu yayınlardan etkilendi ve baskı altında olduğunu ileri sürerek kendisine Ergenekon kapsamında dava verilmemesini istedi. Bu gelişmeler üzerine Adalet Bakanlığı yargıç Ede hakkında soruşturma başlattı. Bunun üzerine Ede baskının bazı medya organları ile sınırlı kalmadığını, kurumsal olarak da ciddi baskı altında olduğunu açıkladı. 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi Ede’nin çekilme isteğini kabul etti. Böylece Ede saf dışı bırakılmış oldu.
Dürüst ve vicdanının sesini dinleyen insanlar saldırılar karşısında dik duramazlarsa bu ülkenin işi gerçekten zor.
Yaşayabilmesi için kanser tedavisi görmesi gereken Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran’a hukuk gözardı edilerek yapılanlar insanın tüylerini diken diken ediyor.
Hızla “korku toplumu” haline getirildik. Herkes korkuyor. Konuşmaya, yazmaya, demokratik tepkisini göstermeye... Ve en kötüsü karar verirken vidanının sesini dinlemeye...
* Tufan Türenç / Hürriyet
++++++
Kinin en ürpertici boyutu
Bir hasta yatağında... Günlerimin sayılı olduğunu hissettiğimde... Vedalaşma zamanının gelmekte olduğunu doktorlar söylediğinde...
Yanıma hayat arkadaşımı isterim... Bir ıslak mendili alnıma basarken, nemli gözleirni kaçıra kaçıra “beni sevdiğini” söylemesini isterim...
Ağlarsam, kimse bilmesin...
Sadece onun kulağına korktuğumu, erken ayrılmak, bırakıp gitmek istemediğimi söylerim... Bunu hangi yasa yasaklayabilir?..
Eski Uludağ Üniversitesi Rektörü Mustafa Yurtkuran, Ergenekon sanığı, kanser ve kalp hastası. Bazı organlarını aldılar, tekrar ameliyat olacak, doktorlar endişeli.
Eşi Merih Hanım kocasının yanında refakatçi kalmak istiyor, izin vermediler. Önce ondan “eşi” olduğuna ilişkin nüfus müdürlüğünden yazı istediler, sonra Haseki Hastanesi’nden aldığı “Refakatçi gerekir” belgesini reddettiler.
Bu haksızlık... Bu boyutta mıdır kin?.. Bu kadar büyük mü nefretiniz?.. “Şüpheli”lere, “evrakta sahtecilik” yapanlara Türkiye’yi teslim edip, başlara taç yaparken... Bakanların bile “Utanıyorum” dedikleri “dolandırıcı”ları devletin en itibarlı koltuklarına oturtup korurken... Ama üniveristeler kurmuş, ormanlar yetiştirmiş, binlerce bilim adamı kazandırmış olanları hapse atmak gibi bir tarihi yanılgıdan söz etmiyorum...
Ya da; kayıp trilyon mahkumunun, villasının havuzu başında geçirdiği “hapis” cezasını affeden adalet ahlakı değil söz konusu olan...
Radyodan “Suçu kanıtlanıncaya kadar kimse suçlu değildir” palavrasını dinlerler kapıdaki nöbetçiler... Bir hasta ranzasında, sancılar gelip giderken... Boşluğa bakıp bir el ister insan...
Hayat arkadaşının elini...
Bir ömür boyu sürmüş uzun yol arkadaşlığının kokusunu duymak ister hasta...
Söyler misiniz: O “Suçu kanıtlanıncaya kadar kimse suçlu değildir”i unutup, bu kadar mı ağır olur ceza?...
Vicdan!..
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
“Bir kimsenin hayatından günlerini, aylarını ya da yıllarını almak için binlerce yol bulabilirsiniz. Ama bir dakikasını iade etmek için bir tek yol bile yoktur.”
*14 İlin Baro Başkanı
++++++
“Temiz arkadaş”ları klonlayacaklar
Yürütme memurları Amerika’da olduğu gibi iktidarlarla gelip, onlarla gideceklermiş.
Proje Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’e emanet durumda. Bunun ne anlama geldiğini anlamak için bir hatırlatma yapmamız gerekiyor: Dinçer’i Başbakan Erdoğan önce müsteşarı yaptı, sonra milletvekili seçtirip son kabine değişikliğinde Çalışma Bakanlığı’na getirdi.
Reformun iyi mi, kötü mü olduğu elbet tartışılabilir ama Ömer Dinçer zihniyetine teslim edilmesi, tartışılması zâid bir tercihtir. Bütün köşeleri Zahid Akman’lar tarafından tutulmuş bir bürokrasi istiyorsanız o başka tabii!
* Güngör Mengi / Vatan
Bu sistemle daha iyi yürüteceklerine hiç şüphe yok!.
++++++
Uçsuz bucaksız
20 Temmuz’da ikinci dava başlayacak... 3 Ağustos’ta iki dava birleştirilecek. Ve ikinci Ergenekon tutuklularının sorgusuna geçilecek. Birinci davanın kanıtlarının incelenmesi ve tanıklarının dinlenmesi daha sonraya atılacak. Bu da tahminlere göre önümüzdeki kasım ya da aralık sonuna kalacak anlamına geliyor. O arada üçüncü iddianame hazırlanır ve mevcut sürece eklenirse birinci ve ikinci davanın sanıklarının bekleme süresi daha da uzayacak...
Ucu görünmeyen bir dava bu...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Terör örgütü
Başbakan hukuku çiğneyebilir mi?
Başbakan Erdoğan geçenlerde CHP lideri Deniz Baykal’ı eleştirmek için “Ergenekon terör örgütünün avukatlığına soyundu” dedi. Oysa bizzat bu davayı yürüten mahkeme “Devam etmekte olan bu davada örgütün henüz terör örgütü olup olmadığı saptanmamıştır, bu nedenle Ergenekon terör örgütü tanımının kullanılması suçtur” açıklaması yapmıştı.
Bu hukuka da devlet adamlığına da çok aykırı.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
İran’da haçlı nidası mı?
16 yaşında... Başörtülü bir kız... Adı Nida... Kurşunun isabet ettiği yer tam kalbi... Yanında olay anını kare kare görüntüleyecek kadar profesyonel sivil bir genç...
Daha ilk gün Nida adındaki göstericinin ölümünde çok fazla kurgu unsuru olduğuna dikkat çekmiştik.
Üç günde yaşı 26’ya çıktı, başındaki örtü çıktı, “islami terör” dövizi astığı boynunda yakasını kaldırınca “haç” kolyesi çıktı... Boyunlarında ‘davut yıldızı’ olan başka gençler mum diktiler anısına...
Doğu illerinde gazetecilik tecrübesi olan büyüklerimiz, Gürbulak sınırından otobüsle Ağrı’ya gelen İran’lı kadınların çarşaflarını attıktan sonraki hallerini hala şaşkınlıkla anlatıyorlar.
Kendilerini üniversite kapılarına zincirleyerek AKP’yi iktidar yapan emektar kızlar arasında Miami sahillerine gidince “haşema” yerine “mayokini” tercih edenler de var mıdır dersiniz...
Nida’da bir şey var; Ortadoğu topraklarına hakim olmak için düzenlenen haçlı saldırısının ironik sembolü olması dışında bir şey...
Cansız yerde yatarken yüzünde “donan” ifadede bir “idealist”te asla olmayacak bir şey var; kendini bir davaya adayanların inanç ve kararlılığından çok uzak, gece mesaisine bıraktırılmış bir işçinin yorgunluğu sanki...
++++++
MİNİ YORUM
İneğin mana dünyası
Bir ilköğretim öğrencisinin Atatürk için sarf ettiği “inek” sözcüğü “manasız”mış. Dişi sığır manasına geliyor oysa... Ve Atatürk “sığır” olmadığı gibi, dişi de değil! Sonra “aptal” manası da var: “bön”. Komuta ettiği savaşları dudak uçutlatacak başarılar göstererek kazandırmış, lime lime edilmiş imparatorluk kalıntılarıın arasından bağısız bir cumhuriyet kurmuş biri aptal olabilir mi? İneğin manası çok... O manaların muhatabı olmaktan haz almanın manası var mı, işte o noktada Ahmet Altan’ın tecrübesine muhtacız gerçekten...