İntifada...

İlk “Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi” deneyimimize dair en büyük meraklarımdan biri Abdullah Gül’ün -ama ondan daha çok eşi Hayrünnisa Gül’ün- kime oy verdiğiydi?

Acaba mevcut Cumhurbaşkanı, koltuğunu kime devretmekten yanaydı?
Dahası mevcut “First Lady” , yoksulun, garibanın, dulun, yetimin rızkı, milli servet, milletin alın teri demeden trilyonlar gömdüğü Çankaya koridorlarında kendisinden sonra kimin dolaşmasını daha kolay hazmedebilirdi; “Abdullah Bey’le menemen pişirdikleri mutfak” kimlerin “aile içi entelektüel kritikleri(!)”yle çınlarsa daha az yaralardı? (Öyle ya, çeşitli zamanlarda verdiği röportajlardan Hayrünnisa Hanım’la Abdullah Bey’in baş başa kaldıklarında, -gözleri konutlarında olan ’kardeş’lerinin dedikodusunu yapacak değiller ya- bol bol sinema filmi izlediklerini, birbirlerine okudukları kitapları özetlediklerini öğrenmiştik...)
Hayrünnisa Gül’ün önceki gün gazetecilerin tanıklığında yaşadığı duygusal patlama kime oy verdiğini bilmem ama kime zinhar oy vermediğine dair önemli bir ipucu oldu aslında!
Kim içten içe “ayaklanma” hazırlığı yaptığı, “hesaplaşma” için dilini bilediği zihniyetin hanesine “iki artı oy” olarak yazılmak ister ki?
Hayrünnisa Hanım’ın, Abdullah Gül’ün “kibarlığından(!)” yüzündeki
-çok istisnai haller dışında milim oynamayan- yerleşik tebessümüyle poz verdiği resepsiyonda ilan ettiği kararı az buz şey değil;
İntifada!
İkametgâh olarak seçtikleri İstanbul’u da, bir tür “mülteci kampı” olarak içselleştirmiş olmalılar bu durumda!
***
İtiraf edeyim, devletin zirvesi “işgal altında” ve biz “peki kadıyı kime şikayet edelim” biçareliğine kıstırılmış olunca, durumla dalga geçip içimizi soğutmaktan ötesi gelmiyor kalemimizden şu ara. Yine de, sonuç vermeyeceği aşikar olduğu halde, sorumluluğumuz gereği latifeyi bir kenara bırakıp bam teline dokunmamız gerekirse;
Sayın Bay/Bayan Gül,
Oturduğunuz koltuğa raptiye gibi saplanan, rahatınızı bozan sözlerden dolayı değil de bir zahmet bu milletin “devlet” enkazı altında kıvranarak can vermemesi için kalkışın intifadaya!
Kişisel bekanız için “intifada”yı dahi göze aldınız madem; bu denli gözünüzü kararttınız, -devletin hayrına- sizi belki intifada başlatmak durumunda da bırakmayacak çok daha meşru bir adım atın ve yetkilerinizi kullanın, Başbakanlık’taki işgali sonlandırın!
Unutmayın, Anayasa ihlal edilirken izleyen bir “Cumhurbaşkanı”na;
“Kaos istemiyordu, kibarlığından yaptı” payesi vermez hiçbir tarih kitabı.
Dediğiniz gibi “parlamenter sistem”den yanaysanız; “başkanlık kaosu”na kırmızı ışık olun; yolunu açmayın, görevden kaçmayın.
Kibar bir teslimiyetçi olarak mı anılmak daha yeğdir; mevzu bahis vatansa gözü gemileri yakan bir tavır adamı olarak anılmak mı?
Ata’nın huzuruna çıkmanız gerektiğinde nükseden kulak ağrılarınız, adımızı, andımızı ilkellik sayışınız, açılımlarınız; Çankaya yıllarınızda yeterince kötü hatıra bıraktınız... Giderayak; kanaat notunu değiştirme fırsatı varken hâlâ milletin hakkınızda, vurun gol olsun. Hiçbir işe yaramazsa, yuhalanmak yerine alkışlanarak çıkmanıza yarar saha dışına!

Hayrünnisa Hanım’ın “topuk sesleri”

Kinden mi, kibirden mi bilmem; yine de fena olmadı. “First Lady’nin elini sıkmayan paşa” manşetlerinin yerini “Gazetecinin elini sıkmayan First Lady” manşetleri aldı ki anlayana; vesayetin “sivil” hali... Kadın hali... “Örtülü” hali...
Anlamayana terlik!
Allah’ın sopası yok; vesileleri var sonuçta. Daha iki gün önce “Latife Hanım’ın topuk sesleri” ni diline dolayarak Çankaya’nın itibarını tarihe gömmeye çalışan yandaş medya kişisinin “Hayrünnisa Hanım’ın topuk sesleri” eşliğinde -hem de Çankaya’da- yerin dibine gömülmesi “ilahi adalet” in ivedi tecelli şeklidir belki.
Ha, sair zamanda, sair ortamda yazdıklarının verdiği rahatsızlık dolayısıyla elinin sıkılmaması utancı değil onuru sayılırdı gazetecinin... Bu örnekte acziyet ve eziklikle özdeşleştiğine göre, kıssadan hisse:
Yandaş medya kişisi yaranabildiği müddetçe yaşar!

Erdoğan’ın “liderlik” sırrı
Erdoğan medyasını okurken “işte” dedim dün; biraz da bu yüzden -her türlü zafiyetine rağmen- 12 yıldır yıkılmadı AKP’nin “kale(!)si” .
Abdullah Gül’ün Çankaya’daki resepsiyon sonrası gazetecilerle yaptığı ve o kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, sitemlerini dile getirdiği sohbeti hemen hepsi aynı yeri cımbızlayarak vermişlerdi:
Yeni Akit: Başbakanlığı Davutoğlu devralacak
Yeni Şafak: Davutoğlu çok başarılı olur
Star: Ahmet Bey başarılı olur
Akşam: Davutoğlu’nun arkasındayız
Habertürk: Davutoğlu Başbakan
***
Gül’ün Davutoğlu’na dair söylediklerinin mi yoksa Erdoğan ve şürekasına dönük taşlarının mı haber değeri yüksek derseniz; elbette ikincisi. Ama “misyon” medyası için AKP’nin ali menfaatleri öncelikli.
Aynısı muhalefetin başına gelseydi -ki ihtimal olarak değerlendirmeye gerek yok tecrübe ediyoruz işte şu ara benzeri bir krizi- muhalif yayın organları nasıl bir strateji benimserdi peki?
Attıkları manşetler, Erdoğan medyasınınki gibi “taban”ı bütünleştirmeye mi yarardı mesela; “kırılma” yaşanmasına mı?
Erdoğan medyası, Gül’ün memnuniyetsizliği yerine “Erdoğan’ın seçimi” Davutoğlu’na dair söylediği bir iki övgü cümlesini ballandıra ballandıra kullanarak, Gül’ü, Gül’e saldırmadan, Erdoğan’ın tercihini kabulleniyor, onaylıyor ve dahası alkışlıyor gibi sunarak oyun dışı bırakmayı denedi.
Dediğim gibi gazetecilik mi derseniz değil tabii... Ama zaten muhalif medya içinde daha partizan yayın yapan kurumların önceliği de “gazetecilik” ten ziyade kendi ideallerindeki muhalefetin oluşumuna sonra da iktidar olmasına katkı değil mi?
Yandaş medyanın kusurları tartıştırmak yerine halının altına süpürmek, yok-MUŞ GİBİ yapmak stratejisi; “nasıl oluyor da çözülmüyorlar” diye kafa yoranlara fikir verir belki!
İl, ilçe başkanlıklarını, milletvekili adaylığını değil; Başbakanlık koltuğunu, Cumhurbaşkanlığı makamını kaptırıyorlar; düşünsenize içeride kopan kasırgayı, dostluk, kardeşlik hukukuna dair ne varsa yutan hortumları ama yine “ele güne karşı” bir mahremiyet eşiği var; onu ne geçiyorlar, ne geçilmesine müsaade ediyorlar.
İddia ediyorum muhalefet bu çapta bir paylaşım savaşına sahne olsa; çoktan üç beş muhalefete muhalif parti, sekiz on kafa göz yarma hadisesi, tehdit, şantaj, kanal kanal gezip “özel paylaşım” ların deşifresi yoluyla itibarsızlaştırma hamlesi, sayısız öfke nöbeti diye uzayıp giderdi “zayiat”ı bildiren fatura!

Yazarın Diğer Yazıları