İnsanlığın sıfır noktası
Gazeteciliklerini geçtik. İşbirlikleri, itirafları, provokasyonları da şaşırtmıyor. İmralı canisinin Sakarya Caddesi’nde bira içme özlemini terörün insani boyutu olarak sunmaları şimdi insanlıklarını da tartışmaya açtı
Hasan Cemal’in dünkü Milliyet’te yayımlanan satırlarını olduğunu gibi aktarıp, sonuna da yazıyla “nokta” koymak bile kafi. “Sözün bittiği yer” diye bir dil, akıl, vicdan tutulması anı varsa, tam oraya getiriyor okuyanı yazdıkları.
Tansiyon, kalp, sinir sistemi rahatsızlıkları olanlar önce ilaçlarını alsınlar, sonra da hepbirlikte buradan buyrun:
Öcalan’ın özlemi
“Bekaa Vadisi, Nisan 1993.
Bar İliyas kasabasında neredeyse bütün bir gün Apo’yla sohbet etmiştim. Kendi hayatından Kürt kimliğinin nasıl inkar edildiğine dair örnekler verirken, bir ara uzaklara dalarak demişti ki: “Biliyor musun neyi özledim? Ankara’da, Sakarya caddesinde ekmek içi dönerle bira içmeyi...”
(....)
Kandil Dağı, Mayıs 2009. Tüysüz bir PKK’lı. Omuzundaki Kaleşnikof tüfek boyu kadar. “Kafam bozuldu, dağa çıktım” diyor.
Murat Karayılan. PKK’nın dağdaki bir
numarası.
Geçen Mayıs ayında, Kandil Dağı’nın eteklerinde kendisiyle PKK’nın silah bırakmasını, dağdan inme konusunu konuşuyorum.
Bir ara diyor ki: “Otuz yıldır dağdayım. Öldürmek için de çıkmadık dağa, piknik yapmak için de...”
Bunları neden mi yazdım?
Devlet klişelerinin, ezberlerinin ötesindeki ‘insan unsuru’nu anlatabilmek için... Çünkü, meselenin ‘insani boyutu’nu hissetmeden, anlamaya çalışmadan Kürt ve PKK sorununu çözüm rayına oturtmak imkansızdır.”
Önce azınlıkçıdır ama böyle konularda Cengiz Çandar’ı da ihmale gelmez. Bakın o da ne demiş: “Kürt açılımı”nı tümüyle tepeden bir “devlet operasyonu” görürseniz, içerdeki “insan unsuru”na dikkat etmezseniz, korkarım, pek uzun yol alamazsınız.”
‘İnsani boyut’ derken insanlığın noktasını koyabilirmisiniz siz?
Koydular işte:
Nokta.
Biri etnikçi, biri azınlıkçı
Birkaç gün önce İmralı postacılığı depreşen Ertuğrul Özkök “Hatırlayalım ama unutalım” gibi Mardin güvenrcinini kıskandıracak kadar takla kabiliyetine sahip bir formül önerdiğinde de yazdık, PKK’nın taradığı bir okulda öğretmen annesini, çatışmada subay babasını, tezkeresine üç gün kala asker oğlunu, nişanlısını, eşini, mayınla uçan araçtaki hemşire kızını kaybedenler insan değil mi?
Belki tek oğlu, tek evladı, hayatta tutunduğu tek dalının yüzünü hatırlayıp, parçalanmış bedenini unutmasını isteyebilir misiniz bir anadan?
Kalbinde kurşun deliği açılan o bebeğin babasının öfkesi veya ızdırabı niye insani değil de “faşizan” size göre?
Bunlar Kandil’de gitar çalan “romantik devrimciler”in ihanet yeminleri kadar duygusal değil mi sizin için?
“Ağaç gövdesi, kendi dallarından yapılan balta ile kesilir” yöntemini kavrayan Amerikan misyonerlerinden ne farkınız var?
Filistin’deki gerilla kamplarında çiçek toplamayı öğretmişler pozlarında “barış” nutukları atan konjonktürel taraf Cengiz Çandar ölçü mü?
Ya darbe olsun diye orduevi bombalattıktan sonra demokrasi havariliğine soyunan Hasan Cemal?
“Amerika’yı artık geçmişin anti- Amerikan duygularının zerresi kalmayacak ölçüde kavrayan”, Ermenistan açılımcısı azınlıkçı Çandar ile, periyodik biçimde Kuzey Irak’tan bildiren, teröristleri normalleştirmeye çalışan etnikçi Cemal’in “katışıksız Türk görüşünün dışında” estirdiği rüzgara mı kaptıracağız kendimizi?
Değil tabii ki.
Ama aynı ülkede yaşıyoruz onlarla, kimimiz aynı şehirde. Nefesleri soluduğumuz havaya karışıyor, sesleri, görüntüleri duyularımızın algı alanında...
Bize yazık. Size, duygularını incittikleri binlerce şehit yakınına, gazilere, onur sınavı veren devlete...
Tehdit altındayız; çünkü önce beyaz kirlenir....
+++
Diğerleri de aynı telden
Avrupa’dan korkalım, dünyadan korkalım, çağdaşlıktan, demokrasiden korkalım istiyorlar. Ergenekon çetesinin ana görevi de buydu zaten, o “korku” duygusunu toplumda sürekli ayakta tutmaktı onların görevi.
Çetenin büyük bir kısmı yakalandı. Ergenekon paçayı kurtaramayacak, 28 Şubat hortlamayacak, bu savaş bitecek. Tarih ve hayat, bunu bir mecburiyet haline getiriyor. Onun için bugün Apo’yla Ankara, en akıllı haritayı bulabilmek için yarışıyor.
l Ahmet Altan / Taraf
Dağlıca ve Aktütün baskınları sonrası, ordunun askeri işlevine yönelen soru ve eleştiriler Türkiye’de başka bir ruh halini üretti, af benzeri adımlara meşru toplumsal bir zemin oluşturdu. Beklenen paket bu zemin üzerinde üreyecek... Ne var ki ikinci engel varlığını sürdürüyor.
Bu engel, devletin ilgili tarafla, İmralı ya da DTP’yle konuşmadan, ilişki içine girmeden tek taraflı “ataerkil” kokulu hamleler yaparak meseleyi çözmeye çalışmasıdır...
Ali Bayramoğlu / Yenişafak
+++
Güven ve saygınlığı tartışmalı
İnsanların kaderinin bir manşete baktığı ülkemizde, ne hakkında çıkan onca haber, ne milletvekillerinin çabaları... Hiçbiri Emrullah Uslu adlı komiserin, Emre kod adıyla, Cumhuriyetin temel değer ve ilkelerine karşı Taraf’ta köşe yazmasını engelleyemedi.
Uslu’nun yazıları usul dışında, içerik olarak da tartışmalı. Son yazısında da ‘mensubu olduğu teşkilatın’ bağlı bulunduğu İçişleri Bakanlığı’nın ‘Kürt Sorunu yaklaşımı’nı övmüş. Güvenlik odaklı olmadığına göre, zannederim Bakanlığın açılımı da “insani boyut”lu.
Memur yazar, yazının devamında konuyu bebek katili ile AKP iktidarının bonus yarışına indirgeyerek şunu diyor: “Oysa Öcalan kendi planında kendisini ve PKK’yı merkeze oturtarak bir talepte bulunuyor. Yani AKP’nin arkaya geçip puan almasının önünü almak istiyor.”
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ABD’deki eğitim süresi dolmasına rağmen aldığı raporlarla Türkiye’ye dönüşünü geciktiren Emrullah Uslu’nun “saygınlık ve güven duygusunu sarstığı” gerekçesiyle terfi cezası aldığını açıklamıştı. Uslu’nun memur kimliğiyle siyasi yazılar kaleme alması devletin tarafsızlık ilkesine duyulan güveni de zedeliyor. Ama anlaşılan bu durum komiserimizin pek umurunda değil. Onun yeni gündeminin iktidarın kendisine karşı “saygı ve güvenini” tazelemek olduğu açık değil mi?
+++
Abdülhamit sansürü mü?
Abdülhamit zamanında amansız bir sansür örgütü kurulmuştu. Eğer yazınızın içinde tesadüfen ‘yıldız’ kelimesi geçmiş ise, derhal sorgulanır, belki de hapse konulurdunuz. Çünkü; 2. Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nda oturuyordu ve bir yazıda yıldız kelimesinin geçmesinin ona yönelik kötüleme olduğu kabul edilmişti. Biz hala Abdülhamit döneminde sayılırız. Gazeteciler; ‘Benden yana olanlar’ ve ‘Ötekiler’ diye iki bölüğe ayrıştırılırlar.
Başbakanımızın ve cumhurbaşkanımızın; askerden çok daha sert, katı, geniş biçimde basında ayrımcılık yapmasını niye görmezden geliyorsunuz? Cumhurbaşkanı Gül; acaba sadece AKP’lilerin mi cumhurbaşkanı? Ona göre bu ülkede gazeteci sayılacak isimler; AKP iktidarını ve kendisini öven kişiler midir?
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Şeyh Kenan Vatikan’a uçuyor
Yeni bakan Ahmet Davutoğlu’nun bu ilk büyükelçi kararnamesi. Personel ilişkileri, kimlerle çalışacağı konusunda, bir anlamda Davutoğlu’nun yoğurdu nasıl yiyeceğinin işareti.
Yeni büyükelçiler kararnamesinde, bakanlık dışından atanan bir isim çok dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Kenan Gürsoy.
Prof. Gürsoy son kararname ile Türkiye’nin Vatikan Büyükelçiliğine atanıyor.
Gazeteler bu haberi şöyle veriyor:
“Vatikan’a tasavvuf uzmanı büyükelçi.”
Haber bir açıdan doğru, ama özünde eksik. Tamam, Prof. Gürsoy tasavvuf uzmanı bir hoca.
Ama aynı zamanda Rufai Şeyhi.
Dededen kalma konakları Fatih’te. Eskiyen konak bir ara restore ediliyor, Kenan Hoca belki hala o konakta oturuyor.
Gelen gideni o konakta ağırlıyor, dergah gibi.
Müritler uçuruyor
Prof. Gürsoy, yani Rufai Şeyhi Kenan Bey ilahiyat okuyor, sonra bir ara yurtdışına gidiyor.
Ağabeyi bir rahatsızlık geçirince, şeyhlik dededen, ağabeyinin yerine ona geçiyor.
Tasavvuf uzmanlığı ikinci planda.
Şeyh Kenan Hazretleri şimdi Vatikan
Büyükelçisi.
Bakanlık dışından büyükelçi atamak eskiden beri var, yeni değil. Bu normal. Ama, bir şeyhin büyükelçi olarak atanması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk. Vatikan’da Papa ile Şeyh bir yandan Kutsal İttifak, öte yandan Haçlı Seferleri, dinler arası diyalog üzerine bol bol sohbet etme fırsatı bulabilir. O sohbetler Hıristiyan Dünyası ile İslam Dünyası arasında yeni bir dönemin yüzyıla damgasını vuracak kapısını aralayacaktır, bundan zerre kadar kuşku duymuyorum. Ne de olsa, biri Papa, öteki Şeyh Hazretleri.
Halk arasında bir söz var, “şeyh uçmaz, müritleri şeyhi uçurur” diye.
Doğru söze ne denir, Şeyh şimdi Vatikan’a uçuyor.
Yalçın Doğan / Hürriyet
+++
Ünvanının
hakkını verdi
HSYK’daki krizi E.A. gibi çarşafa dolanmadan iktidar lehine çeviren Salih Memecan’ın ünvan maçına çıkmasına bile gerek yok. “Uzun burunlu yargıç” betiminden sonra “majestelerinin karikatüristliği”ni kaptırma şansı var mı?
Delinin biri taş atmış...
Yargının AKP eliyle siyasallaştırılması adımlarını örtbas etmek uğruna ne yapacağını şaşıran Emre Aköz, HSYK’daki krizin “üyelerin yüzde 50’sinin Alevi oluşu”ndan kaynaklandığını ileri sürerek “provokasyon kapısı”nı ardına kadar açtı.
Alevi Bektaşi Federasyonu ve Pir Sultan Abdal Derneği hedef gösterildikleri gerekçesiyle konuyu yargıya taşımaya hazırlanıyor.
Ya bu kadarla kalmazsa?
Durumdan vazife çıkaranlar veya vazifelerini yerine getirmek için uygun durumun oluşmasını bekleyenler hareketlenirse?
Demokratlık, liberallik, eşitlik, hoşgörü... Temsil ettikleri bütün değerlerin ‘sözde’ kalması bir yana; kısaca E.A., biraz tarih bilen, gözlem yeteneği olan, hadi onları da geçelim, akıl ve mantık sahibi her insanın öngörebileceği “ortada kuyu var yandan geç” tabelasına körlemesine tosladığına göre...
Ve elbette eğer bir kasıt söz konusu değilse...
Sormadan edemiyorum; o yazıyı yazmadan önce kaç kadeh isli viski devirmiştir acaba?
+++
MİNİ YORUM
Tarihsel deneyimler
Mehmet Altan, “AB süreci Türkiye’ye 1908 benzeri bir özgürleşme ve dışa açılma yaşatsa da, içe kapanmacı, baskıcı dönem arzulayanların çabalarının sürdüğüne” dikkat çekerek -artık kimeyse-, “tarihsel deneyimler”i hatırlatmış ve “Allah benzetmesin” demiş. Üzülmeyin Sayın Altan 31 Mart’ın yıldönümü arifesinde, 1909 sayfa iddia ile bahsettiğiniz “içe kapanmacı kalıntıları”nı suçlayanlar da aynı “tarihsel deneyimler”e vakıftır...