"İnsan"lığı dehşete düşüren manzara!..
Uygarlık Mars'ta yaşam alanları arıyormuş, NASA "Kara delik"in fotoğrafını çekmiş, beyin üzerine yapılan çalışmalar insanları şaşırtmış, demek ki hepsi hikaye!..
Siyaset, ekonomi ve teknoloji yukarıdaki örneklerin, bilimin sınırlarını zorlamasına direnemiyor ve sonunda teslim olmak zorunda kalıyor ama bağnazlık karşı durmaya devam ediyor!..
Uygarlık, bilişim sektörünün teknolojiyi zirveye çıkarmasının ardından insanlığın ufkunu zorlayan icatlarla geleceğin dünyasını şekillendirmek için çırpınırken de "hurafe"cilik durmuyor... Peki; kimler, neler direniyor bilime, uygarlığa ve teknolojiye acaba?..
Afrika'da, Orta Doğu'da neler olduğu belli; kan gövdeyi götürüyor, El Kaide'den sonra IŞİD, Irak'tan Suriye'ye ve Libya'dan Sri Lanka'ya kadar Müslümanları vurmaya devam ediyor...
Yani; bağnazlığın karanlık ideolojileri, din üzerinden şekillendirdikleri cemaatleri büyütmek için dünyanın her tarafında, "hoca, molla, şeyh, efendi" denilen zatlar üzerinden önce medrese, sonra "mürit", sonra da "rant" çarkını oluşturmaya çalışıyor...
Ve bazen öylesine dehşet verici "manzara"lar medyaya yansıyor ki, mide bulandırıcılığı bir tarafa, "bu kadar cehalet insanlığı nasıl teslim alır" sorusuna da yolaçıyor...
Medyaya yansıyan son kahredici manzaraya gelmeden önce, peygamberlere bile mal edilen "terlik" vs. gibi ürünlerin ve "yanmaz kefen"lerin pazarlandığı bir ülkede, tarikat-cemaat ilişkisinin insanları nasıl köleleştirdiğinin tek çarpıcı örneğinin müritlerine tecavüz eden sözde "şeyh"ler olmadığını vurgulamak lazım...
EFSUNLU "KÖFTE"NİN GANİMETİ!..
"Molla- medrese- mürit" üçgeninde, devlete "darbe" yapabilecek kadar büyüyen Fethullahçıların mahkeme dosyalarına yansıyan mide bulandırıcı bir icraatı da şok ediciydi...
İki yıl önceki bir yazımızda, benzeri geçen hafta yaşanan o vahim manzarayla ilgili şunları yazmıştık;
"Dinci gericilikle feodal faşizmin, geri bırakmak için yüzyıllardır büyük çaba harcadığı coğrafyalar, yoksullaştır-köleleştir zihniyetiyle kendine mürit-maraba hizmetkarlığının hazır kıtalarını oluşturanlar için en uygun arazi olmaktan kurtarılamadı... Şeyh-ağa tezgahındaki vahim manzara yüzyıllardır hiç değişmiyor;
Ne yazık ki bu çağda bile, 'evliya' ya da 'ermiş' olduğu varsayılan, ancak dini bilgilerinin ya da inançlarının hiçbir şekilde sorgulanmasına izin verilmeyen 'zat'ların 'mürit- rant' tezgahına hizmet eden medreselerinde, yalnızca 'dini bütün'- 'imanlı gençlik' yetiştirilmesi hedeflenmedi...
Ne yazık ki Güneydoğu'yu kan gölüne çeviren Hizbullah da çıktı o medreselerden, El Kaide uğruna kendini infilak ettiren intihar eylemcileri de... Diğer taraftan IŞİD'e taşeron tetikçi yetiştiren hücreler de palazlandı o medreselerde, ülkeyi 'darbe' tezgahıyla kan gölüne çeviren FETÖ unsurları da..."
Peki; bu saptamaları niçin mi yapmıştık?.. Çünkü iki yıl önce, Cumhuriyet Savcısı Hamdi Çağrı Şahin'in hazırladığı, "FETÖ'nün GATA yapılanması"na yönelik iddianameden dışa vuran mide bulandırıcı "manzara" çok vahimdi...
104 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, yalnızca GATA'da albay rütbesine yükselmiş subayların Gülen'i "mehdi" olarak görmesi anlatılmamış, iki ihbar mektubunda FETÖ müritlerinin "efsunlu yemek" muhabbetine de dikkat çekilmişti!..
Örneğin; ihbar mektuplarında, sanıklardan Doç. Albay Turan F. ve Abdulkadir T.'nin aralarında bulunduğu bazı kişilerin, Gülen ile yemek ziyafeti için buluştukları Altunizade- FEM Dershanesi'nde yaşanan manzara şöyle anlatılmıştı;
"6-8 kişilik yer sofraları oluşturuldu. Yemeğe başlamıştık ki, soframıza Fethullah Gülen geldi, bizler ayağa kalkarak ona yer verdik. Hep beraber aynı kaptan İzmir köfte yedik. Gülen, dikkat ettim bir köfteyi tam yedi, bir köfteyi ise yarım bıraktı. Bir bardak suyun yarısını içti, yarısını bıraktı. Ekmeğin de yine bir kısmını yarım bıraktı... O sofradan ayrılır ayrılmaz, Abdulkadir ve tanımadığım bir genç telaşla atıldı. Abdulkadir bir hamlede hocadan artık kalan su bardağını ve yarım köfteyi kaptı, dualar ve salavatlar çekerek yedi ve üzerine suyu içti. Sanki zemzem suyu içiyor gibiydi. Yüzünde, kimseye kaptırmadan ele geçirdiği ganimetin hazzı vardı."
YARIM HURMANIN SIRRI!!
Peki; Mars'ta yaşanabilir bir avuç toprak arayanlara karşı, şeyhten arta kalmış yarım köfteden medet umanları niçin mi anımsattık?..
Fethullahçılar AKP ile girdikleri savaşı kaybettiler ve devletin içinde de enterne edildiler ama müritleri halen direniyor...
Son günlerde; 2 yıl önceki mahkeme dosyalarına yansıyan "efsunlu köfte" muhabbetine dikkat çeken benzer bir olay yaşandı ki, onun da aktörü "Cübbeli Ahmet" olarak bilinen zattı...
Daha önce Sultan Mehmed Reşad'ın; 1. Dünya Savaşı sırasında kolunu kaybeden Menzil şeyhi Dıyaüddin için yaptırdığı protez kolu öperek poz veren "Cübbeli", bu kez de, ısırdığı hurmayı bir müridine verirken kameralara yansıdı... Ve o mürit, kutsalmış gibi o hurmaya kaptı!..
Atatürkçüler için yıllardır "büstlerini yapıp puta tapıyorsunuz" diyenler susmazken; tarikatçıların protez kol öpmesinden sonra, ağızlarından çıkardıkları hurmayı müritlerine vermesi, cemaatini "darbe"ye kadar sürükleyen din bezirganlarından hiç de "ders" alınmadığını gösteriyor...
Ve insan bünyesini dehşete düşüren hurma manzarası da, daha önceki efsunlu köfte teranelerinde olduğu gibi, akıllara Atatürk'ü ve onun tokat gibi yankılanan sözünü getiriyor;
"Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketi olamaz!.."