İnsan ve maske
Diğer insanlarla aranızdaki sosyal uzaklık olması gereken kadar mıdır? Söyledikleriniz gerçekte söylemek istedikleriniz midir? Başkası hakkında konuşurken aslında kendi kişiliğinizi tarif ettiğinizin farkında mısınız? Başkasını tanımanın ya da tanımlamanın temelde kendinizi tanımak anlamına geldiğini biliyor muydunuz? Neyse, bütün bu söylenenler esasta iletişimi şu veya bu biçimde ilgilendiren sorulardır. Kendini anlatabilmek ve başkasını anlayabilmek, işte bütün mesele bu.
George Eliot, “Bir miktar rol yapmadan mümkün olan hiçbir eylem yoktur” diyor. Kimileri “ete, kemiğe bürünüp” rolünü lâyıkıyla yerine getirme gayreti içine girerken, kimileri de “etten kemikten” kurtulup sahnedeki sahtelikten uzaklaşmakta ve kendi gerçeği ile baş başa kalmaktadır. Kuşkusuz biz burada ruhlar dünyasına değil, organlar, organizmalar ve bedenler dünyasına ait olan hususlara dokunacağız. Bir kez şunu ifade etmek gerekir ki bedeni sahte olanın ruhu da sahtedir. Hatta işi biraz daha ileri noktaya çekersek, şöyle demek de çok doğru olabilir: “Görüntüsü sahte olanının gerçeği de sahtedir.”
Oncelikle ifade etmek gerekir ki güçlü ile güçsüz hiçbir zaman birbirinin karşısına gerçek yüzleriyle çıkmazlar. Hâkim ve mahkûm durumda olanların birbirlerine karşı bütün davranışları, saygı ve sevgileri sahtedir. “Köle efendisinin, parya brahmanının, köylü toprak sahibinin, işçi patronunun karşısına çıplak yüzüyle çıkmaz çoğunlukla.” “Ödüllendirme” ve “cezalandırma” yeteneği olan bir makamda bulunan kimselere gösterilen saygı ve sempatinin yapmacık olduğunu çoğu kez, o makamda oturan kişiler anlayamazlar. O yüzden “Düş de gör” diye Türkçede bir söz vardır. Çoğu zaman koltukta oturan kişi, koltuğun gücünü kendi gücü, ona gösterilen saygıyı kendine gösterilen saygı olarak görür. Yanıldığını koltuğu kaybettiğinde anlar, ancak o zaman iş işten geçmiş olur. Teknolojinin ve yoğun yaşam ritminin dayatması sonucunda da kişiler “birincil ilişki” kurma imkânını kaybetmişlerdir. Bu yüzden birey, yüzünün yalnızca bir kısmı ile temas ettiği diğer insanlara bütüncül bir kimlik ve kişilik sunmaz.
Genel tavrın yanı sıra, “üst-ast”, “âmir-memur”, “yönetilen-yöneten”, “imam-cemaat” ve “zengin-fakir” gibi farklı sosyal kategori içindeki insanların birbirlerine gösterdikleri yüzleri, tanınmayacak derecede sahtedir. Mutlak iktidar sahibi kişilere karşı gösterilen tavır, daha da vahimdir. Maske takanların yüzü zamanla maskeye uygun hale gelir. Maskeli dolaşanlar sürekli kendilerini değil başka birilerini oynadıkları için, kendilerini başkası sanma hastalığına tutulurlar, ancak bunu fark edemezler ve yabancılaşmış bir kişilik olarak ömürlerini sürdürürler.
Bütün bu yazdıklarımızdan sonra iki sorun ortaya çıkıyor: Dünya denilen sahnede “maskeli balo” yu oynayan insanlar arasından dostlarımızın, sevgililerimizin, iş ortaklarımızın ya da dava arkadaşlarımızın gerçeklerini öğrenip öğrenemeyeceğimiz hususu ile bu durumda insanlara nasıl güveneceğimiz konusudur.
Karşısındakinin maskesini yırtmak isteyen kişi, öncelikle kendi maskesini çıkartacak kadar cesur olmalıdır.