İnsan “ülkesini satan adam” olarak ölmemeli

Milli uzun menzilli hava füze savunma sistemi projesinde çalışırken, Balyoz Davası’nda hakkında önce 2010’da “kovuşturmaya yeer olmadığı”, sonra 2012’de “tutuksuz yargılanma” kararı verilen, ancak dava sonunda 16 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan “Er” Yusuf Volkan Yücel Mamak Cezaevinden gönderdiği mektupta, 2003 yılında Hava Harp Akademisi öğrenciyken 2007 yılında piyasaya sürülen yazı sitili ile hazırladığı iddia edilen “darbenin hava savunma planı”na dair bilirkişi raporlarıyla sabit sahteliği hatırlattıktan sonra soruyor:
“Öyle bir darbe ki, 11 Eylül benzeri havadan saldırılar bekleniyor... Bu zamana kadar hangi darbede hava savunma planı hazırlanmış?”
Kim/Kimler tarafından hazırlandığı belirsiz, isimsiz, imzasız dijital veri yüzünden -üstelik son kaydedeni olduğu iddia edilen memur beraat etmişken- 16 yıl ceza alan Yücel, bu “normal olmayan” tecrübeden yola çıkarak uyarıyor:
“Bundan sonraki süreçte herkes dikkatli olmalıdır. Herhangi bir sebeple hakkınızda başkalarınca hazırlanabilecek bir dijital veri dosyası, özgürlüğünüzün elinizden alınmasına sebep olabilecektir.”
Şimdi geriye dönüp düşündüğünde, yaptığı yurt dışı görevlerinde bugüne dair birçok emareyle karşılaştığını vurgulayan Yücel, başlarına gelenlerin “her koşulda millileşmeden yana olmanın bedeli” olduğunu söylüyor:
“Ben ve ailem tabii ki kızgınız, kırgınız ve üzgünüz. Ancak hayatımızın hiçbir bölümünden utanmıyoruz ve vicdanlarımız son derece rahat.
Hiçbir şekilde ülkemi satmadım, daima millileştirmeden yana, milli projelerden yana oldum... Milli radar yazılım projesinde çalıştım. En son milli uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi projesinde çalışmaktaydım. Tez çalışmam da bu konudaydı. Dışarıya olan bağımlılığımızın azaltılması demek olan bu projelerde çalışmamdan kimlerin rahatsız olduğunu da varın siz düşünün artık.
Ben her koşulda ülkemi savunmanın karşılığını 16 yıl hapis cezası ile aldım. Bu hukuk açısından adil yargılanma değil, bir katliamdır. Bu katliamın sebepleri de son derece açıktır. Herkese hayırlı olsun!
Ben gerek yurt dışında, gerekse yurt içindeki tüm görevlerde kanunlar çerçevesinde ülkeme hizmet ettim. Türk Milletinin mensubu olmaktan daima gurur duydum.
Ben inancımı ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetine olan bağlılığımı asla kaybetmeyeceğim. Bu topraklarda haksızlığa uğramış tek insan ben değilim. Ülkesi uğruna haksızlığa uğramış olan tüm insanları ve ailelerini yürekten kutluyorum. Çektikleri acıların ve verdikleri mücadelelerin önünde saygıyla eğiliyorum...
Bizler bu topraklar uğruna ölenlerin yanında bir hiçiz... Ruhları şad olsun... İnsan ölecekse bile böyle ölmeli, ülkesini satan adam olarak ölmemeli... Adil ve özgür kalın... Vatan sağolsun!”

İmralı’nın kapılarını açarken Yüce Divan yolu kapanıyor

Bir hukukçu arkadaşımla sohbet ediyoruz; güzel yurdumda kuşlar, çiçekler, böcekleri konuşmak ne mümkün, konu döndü dolaştı “af” mevzuna takıldı. Biz daha çok “devlete karşı işlenen suçlar” konusuna odaklanıyoruz ya, arkadaşım meseleye “tersten” baktı:
“Kişiye karşı işlenen suçları af yetkisi bizde değil” vurgusunun bu kadar ısrarla tekrarlanmasının altından “şeriat” çıkacağını iddia etti. Hiç öyle “endişeli laik” bir tip filan da değil ha, aksine toplum ortalamasının üzerinde “dini hassasiyetleri” olan “dindar” biri bu “kaygı”nın sahibi. Ona göre, iktidarın planı, muhafazakar çevrelere “kısas” ambalajı içinde sunularak yutturmak affı.
Bakmayın siz “Apo affı külliyen yalan... Genel af yok... Eli kanlı katilleri affedecek değiliz” yalanlamalarına, “devlete karşı işlenen suçlar” meselesinin altında da bir “bit yeniği” var.
İmralı’daki caninin hüküm giydiği suça dikkat çekiyor arkadaşım:
“Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirmek!..”
Yani, “Bebek katliamı”ndan hükümlü değil Öcalan canisi!
“Asker öldürmek”ten, “doktor, mühendis, öğretmen, hemşire, polis, öğrenci öldürmek” ten hükümlü değil... “Devlete karşı suçlu” konumunda. Affı da şehit ailelerine, eşlerine, yetimlerine, öksüzlerine değil “devletin insafına” kalıyor bu durumda!
Bu konuşmayı yapalı birkaç saat oldu olmadı, bu kez de elime 2023 Platformu’nun hukukçu üyeleri Yunus Koçal ve Uğur Tarhan’ın hazırladığı rapor geçti. Onlar da “Sayın Başbakan, Abdullah Öcalan’ın hangi suçtan mahkum olduğunu bilmiyor mu?” diyerek aynı tehlikeye dikkat çekmiş ve Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, Öcalan’ı, yargılandığı sırada yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinden mahkum ettiğini ve bu maddenin “devletin şahsiyetine karşı cürümler” başlığı altında bulunduğunu kaydetmişlerdi.
Sözün özü:
“Apo affı” yolda!
Ha bir de “bonusu” var ki konunun, o da pek makbule geçecektir iktidar çevrelerinde. Yasalarımızda göre “rüşvet, zimmet gibi suçlar da devlet aleyhine işlenmiş suçlar arasında”.
Koçal ve Tarhan soruyor:
“Acaba AKP’nin iktidar dönemi için Yüce Divan yolu da mı kapatılıyor?”

“Vatan” dershanelerinizse eğer...

Cemaate yakın gazeteler ile Erdoğan’a yakın gazetelere ait manşetlerinin cephe haline getirildiği “dershane” savaşları şiddetini arttırarak devam ediyor. Zaman, dün manşetten “dönüşüm”e karşı “dershane sahipleri” ni konuşturmaya devam etti. Bugün, “Dershaneye en çok dargelirli gidiyor” diyerek toplumun “çoğunluğu” üzerinde “çocuklarının geleceğine dair ’ya kapanırsa’korkusu” yaratmayı denedi. Star ise öğrencilerin yarış aracına çevrildiği imasıyla dershanelere yüklendi.
Savaşın diğer cephesi olan gazete köşelerinde de durum farklı değildi;
Hüseyin Gülerce “Bize ne oldu Allah’ım?” diye ağlarken, Mustafa Ünal “Gidişatın sahil-i selamete olması” nı diledi ve “seçim” lerle ilgili endişelerini(!) paylaştı. Bülent Korucu yaşananları anlamakta zorlandığını beyan ederken Adem Yavuz Arslan “Allah sonumuzu hayreylesin” dedi. Akil Ahmet Taşgetiren’in satırlarına ise “savrulurken tutunacak bir cami sütunu bulamamak” korkusu hakimdi.
Aklıma Nazım Hikmet’in o meşhur “vatan haini” şiiri geldi. Hani “vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa / vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan / ben vatan hainiyim” diyordu ya. Herhalde yaşasa “Vatan dershanelerinizde...” diye başlardı yeni şiirini yazmaya! Öyle ya; “vatan elden giderken” tutuşmadılar böyle kavgaya!

Yazarın Diğer Yazıları