Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ
Özcan YENİÇERİ

İnsan değişir ancak insanlık değişmez

Hayvanlar aleminde sürüngenler kıvrılır, daire çizer, bükülür ama dik duramazlar. Nedeni yaratılışlarıyla ilgilidir. Sürüngenlerin omurları yoktur bu nedenle eko sisteme uygun biçimde davranmak zorundadırlar.
Sürüngenlerden dik durması, dik oturması ve dik kalması beklenemeyeceği gibi insanlardan da sürüngen gibi kıvrılması, eğilip bükülmesi beklenemez ve beklenmemelidir. Böyle bir beklenti yaratılışın doğasına aykırı bir beklenti olur.
Dik duruş için dik bir bakış açısı, dik durmak için de öncelikle bir omur zorunludur. Dik durmak yalnız başına bir omur ve ideal sorunu da değildir. İnsanların her anlamda dik durabilmesi için fizyolojik olarak omurlu olmasının yanında ak bir alın ve eğilmez bir başa da ihtiyaçları vardır. Kısacası dik duruş için uygun bir omur, gerekli bir zihni bilinç ve nihayet onurlu bir karakter gereklidir.
Kaslarının yeterince güçlü olmadığı bebeklik çağında insan bilinci de yeteri kadar tekamül etmiş değildir. Yalnızca bu dönemlerde insanın sürünmesi makul görülür. Bu aşamada henüz bilinç teşekkül etmemiştir. Çocuk annesinin sütüne bağımlı, ailesinin de korumasına muhtaçtır. Bu yüzden insan önce sürünür daha sonra vücudunu ayağa kaldıracak kadar kas gücüne ulaşır sonra da ayağa kalkar. Ayağa kalkan insanın bir daha bebeklik dönemine dönmemesi, çökmemesi ve çözülmemesi gerekir.
Çökmeyi, eğilip bükülmeyi, el pençe durmayı kişilik haline getirmiş olanlar yaşları ne olursa olsun çocukturlar. Vasi değiştirmiş olmaları onları çocukluktan kurtarmış olmaz!
Zor ve baskının bütün insanları eşit derecede çocuklaştıracağını iddia edenler de olmuştur. Aynı şartlara tabi tutularak aç bırakılan insanların davranışlarının, açlık karşısında aynı olacağını Freud iddia ederek şöyle der; “Birbirinden son derece farklı bir dizi insanı, aynı şekilde açlığa terk edin. Açlık dürtüsünün artışıyla birlikte, kaçınılmaz olarak bütün bireysel farklılıklar bulanıklaşacak ve bunun yerine doyurulmamış bir güdünün tek biçimli dışa vurumu görülecektir”, demişti.
Victor Frankl, bizzat yaşadığı pratiklerden bunun böyle olmadığını söyler: “Şükürler olsun ki Sigmund Freud toplama kamplarını içeriden tanımaktan kurtuldu. Onun hastaları, Auschwitz’deki kuru tahtaların üzerine değil, Viktorya kültürünün pelüş tarzı sedirlerine uzanıyordu. Toplama kamplarında “bireysel farklar bulanıklaşmıyordu”, tam tersine daha bir farklılaşıyordu; orada hem insanların, hem domuzların, hem de azizlerin maskeleri iniyordu.” (V.Frankl, 2000;141)
Açlık, insanların zihnini bulanıklaştırabilir, yorgunluk gözünün ışığını azaltabilir ve yaşlılık da belini bükebilir. Bu durumda bile insan, bilinciyle ayakta durmaya ve ayakta kalmaya ve kafasını dik tutmaya devam edebilir. İnsanlar aynı biçimde ölebilirler ancak ölüm karşısında aynı tavrı göstermezler.
İnsanın insanlığı, ancak zor karşısında ve bunalım durumlarında belirgin hale gelir. Çok az insan, her şart altında insan olarak kalabilir. İşkence, zulüm ve yoksunluk karşısında direnmek çok zordur ama imkânsız da değildir.
İnsanın ya da toplumun kendi kaderini tayin, kimliğini muhafaza ve bağımsızlığını sürdürebilmesi için başkalarına bağımlı olmaktan kurtulmasını talep etmek doğasına uygundur.
İnsanların dünyaya bakışları, var olmak ile ilgili olarak kendilerine yükledikleri anlam tarafından etkilenir. Var oluşlarına anlam bulamamışlar başkalarının ihtiyaçlarına göre kimliklerini şekillendirirler. Dün iman ölçüsünde önem atfettikleri değerleri bugün; bugün uğruna feday-ı can ettikleri değerleri de yarın rahatlıkla değiştirebilir. Çağ değişti, ihtiyaçlar değişti, ilişkiler değişti diyerek yöntemlerini değil doğrudan doğruya insanlıklarını değiştirebilirler.
Eski düşünce tarzı, eski formül, gerçeklerle örtüşmüyor diyerek geçmişe ait ne kadar değer varsa, hepsini kapı dışarı etmeye kalkışanlar, gerçekte mazilerinin altında ezilenlerdir.

Yazarın Diğer Yazıları