İngiltere'ye "arabuluculuk" teklifi için mi gitti?..
Suriye'nin geleceği ile ilgili Soçi'de gerçekleşen üçlü zirve... Zarrab Davası... Trump, "YPG'ye bundan sonra silah vermeyeceğiz" dedi mi demedi mi?.. Eş zamanlı gündem tartışmaları... Harareti hiç düşmeden sürüyor... Farklı cephelerde görülse bile konuşulanların, ziyaretlerin, mekik diplomasisinin hepsi birbiri ile çok yakından ilintili. Perde arkasını biraz daha net görebilmek için Soçi zirvesindeki fotoğraftan başlayalım;
R. Erdoğan, Suriye'nin geleceği için tüm grupların temsil edileceği ortak bildiriye imza attı. Sonra da çıkıp YPG'ye şerh koyduklarını sözlü olarak açıkladı. O imzayı koyduktan sonra sözlü şerh ne işe yarar?.. Yoğun bir algı operasyonuna maruz kaldığımız için kimse sorgulamadı. Algı operasyonu, Erdoğan Ankara'ya geldiğinde daha da hız kazandı. Kendisinin değil, Trump'un onu telefonla arayacağı kamuoyuna ilan edildi. Ne hikmetse, Dışişleri bürokrasisinden tek kimsenin olmadığı meşhur görüşme fotoğrafı, saray danışmanı Mustafa Varank tarafından anında medyaya servis edildi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Trump, YPG'ye silah verilmeyeceğini açıkladı" dedi. Düğün bayram havası estirilmeye çalışıldı!.. Pentagon çıktı üstü kapalı bir yalanlama ile YPG (SDG) ile ilişkilerin sürdürüleceğini açıkladı. Soçi'de Aralık ayında yapılması beklenen Suriye Ulusal Diyalog kongresinin Şubat ayına ertelendiği duyuruldu. Sarayın kaynaklarından farklı farklı noktalara teyit için defalarca sordum. Çavuşoğlu'nun, "Trump, YPG'ye silah verilmeyeceğini açıkladı" sözlerini doğrulayan olmadı. Bazı kaynaklar, "YPG'ye silah konusu söz konusu olmadı" dedi. Kime inanacağımıza yönelik şaşkınlık durumu hâlâ devam ediyor!.. Aslında olan biten neydi, biliyor musunuz?..
ABD ve Rusya, Suriye'nin paylaşımında anlaştı. Putin de Soçi'de, alınan kararları hem Türkiye'ye hem İran'a tebliğ edip imza attırdı. Sonra da Türkiye'deki iktidar, bataklıktan kurtulmak için her zamanki gibi boyaları dökülen algı operasyonlarına başlandı. Zarrab davasından dolayı çok sıkışan ve Putin'e sırtını dayamaya çalışan Erdoğan'ın başka alternatifi kalmış mıydı?.. Bir de baktık ki; Trump ile görüşme fotoğraf karesine çağrılmayan Başbakan Binali Yıldırım İngiltere'ye yolculanmış. Yıldırım, Londra'da, -kanlı bıçaklı olduğumuz bir dönemde- "NATO'dan çıkacak değiliz" demiş, Suriye'de Esad'lı geçiş dönemi hakkında "başlangıçta olabilir" diye alabildiğine esnemiş!.. Başbakanlık kaynaklarından edindiğim bilgiye göre de, İngiltere'deki temasların örtülü gerçek gündem maddesi Kıbrıs'mış... Ne kadar manidar ki aynı gün ABD'de devam eden yargılama sürecinde Reza Zarrab'ın sanık olmadığı ortaya çıktı!.. Jüriye 175 kişi ve 119 firma ile ilgili "tanıdık mı?" listesi verildi. Ankara'nın derin kulislerinde listelerle ilgili muhtelif iddialar var. Sayının en az iki katı olduğu ve ABD'nin henüz bunu açıklamadığı şeklinde. Başbakan Binali Yıldırım'ın İngiltere ziyaretlerinin bize getirisi ne?.. Burada ne gibi bir diplomatik kazanım söz konusu olabilir?.. Bilinen gerçek; İngiltere, ABD'nin patronudur. Acaba, diplomaside hiçbir ağırlığı olmayan, pazarlıklarda ABD'den eli bomboş dönen Binali Yıldırım, İngiltere'ye arabuluculuk teklifinde bulunması için mi gönderildi?.. İngiltere'ye "ABD sizin sözünüzü dinler. Zarrab dosyasının daha fazla büyümesine engel olun. Kısıtlansın" teklifi mi yapıldı?.. Kıbrıs'ta verilebilecek tavizler karşılığında!.. İngiltere'nin ABD üstünde etkisini kullanması için farklı bir arabuluculuk teklifini Başbakanlığı döneminde Abdullah Gül'ün götürdüğüne bizzat şahit olmuştum!.. Suriye Ulusal Diyalog Konferansı'nın Şubat ayına ertelenmesine bir de bu çerçeveden bakın...
Suriye... Irak... Soçi... Suriye Ulusal Diyalog Konferansı... Zarrab'ın sanık olmayacağı dava... Kıbrıs... AB ile ilişkiler...
Çok değil, 3 ay içinde Türkiye'yi hiç ummadığımız bir noktada bulabiliriz. Her şey "Zarrab ne kadar konuşacağa?" bağlı. Soruyu düzelterek açayım;
"Zarrab ne kadar konuştu da bunların ne kadarı açılacak?"..
***
"Zarrab sonrasında AİHM'de bekleyen dava" başlıklı dünkü yazımıza Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk bir mesaj gönderdi. Aynen şöyle;
"16 Nisan halk oylaması, ne yazık ki, hukuk ilkelerine ve kurallarına göre hukuk dünyasında doğmamıştır. Nasıl ki, bir valinin verdiği boşanma kararına nüfus memuru ya da kaymakamın düzenlediği tutuklama müzekkeresine kolluk görevlisi, bir emniyet müdürünün yazdığı iddianameye yargıç gülüp geçerse bu halk oylaması da öyle. Yetki yağması ile sakat, dolayısıyla hukuk dünyasında hiç doğmamış, olmamış gibidir ve bu yüzden de yok (keenlemyekûn, inexistence) hükmündedir; hiçbir hukuksal sonuç doğurmamaktadır. Hukukçunun görevi, 'hukukun dediği'ni (juris dictio) dile getirmek; dolayısıyla hukuku teslim almak değil, kimilerine sevimsiz de gelse, hukukun ulaştırdığı sonuca teslim olmaktır.
Bu sonucu yazdığım bilimsel görüşte belirttim. Bu görüş, CHP tarafından Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak bastırıldı. Bu kitapçığı CHP'den alıp okuyabilir ve ulaşılan sonucun gerekçelerini görebilirsiniz. Bu durumda söz konusu halk oylamasına dayanılarak yapılan her işlem ve etkinlik, ne yazık ki, geçersizdir; meşru değildir.
Esenlikler."