İngiltere ‘küresel kalpazan’lığa soyundu
“Demokrasinin beşiği” İngiltere, “zavallı Libya!” demokrasinin eşiğini geçebilsin diye “uçak dolusu banknot” göndermiş bu ülkeye.
Ne yardımseverlik, ne bonkörlük böyle!
Sırf mazlum Orta Doğu halklarının maaşlarına kavuşabilmesi için çıkılan tehlikeli yolculuk şöyle aktarılıyordu okuyucuya dünkü Habertürk’te:
“Libya’da aylardır süren isyanın merkezi konumundaki Bingazi kenti, önceki akşam Hollywood filmlerini aratmayan bir operasyona sahne oldu. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait bir C-17 tipi kargo uçağı, isyancılara teslim edilmek üzere paketlenmiş, 280 milyon Libya Dinarı’nı (234 milyon Dolar) Bingazi’ye getirdi...”
Siz şimdi bu anlatımın etkisiyle yüzlerine savaş boyalarını sürmüş, sırtladıkları para dolu çuvalları muhtaçlara ulaştırmak için dağlar, tepeler, okyanuslar aşmış, Robin Hood’a öykünen gözü kara “İngiliz Rambo”lar canlandırıyorsunuz gözünüzde değil mi?
Halbuki dillere destan bir servetin üzerinde bacak bacak üstüne atmış, bir eli Kaddafi’nin dolarlarında, ötekisi Libya’nın zenginliğinde, takım elbiseli haramilerle dolu bu “operasyon”un merkezi!
Öyle ya, “Kaddafi’nin İngiltere’de bulunan paraları, bir futbol sahasını göğüs hizasına gelecek yükseklikte kaplayacak kadar çok”. Ve kasım kasım kasılarak ayaklanmacılara 1.55 milyar dolar gönderdiğini açıklayan İngiltere, sadece bu milyar dolarlara değil, Kaddafi’nin yatırım fonlarına, Hampstead, Holborn, Knightsbridge ve Holland Park gibi lüks semtlerdeki gayrimenkullerinin tamamına da el koymuş durumda...
Anlayacağınız “Libyalı”nın ülkesini “satmaktan” elde ettiği kâr oranı, “devede kulağı” bile bulmadı hâlâ!
***
Sen bir halkı kışkırt, “diktatör” yöneticilerine karşı “kin ve isyana” sevk et, sonra da o “diktatörün” parasıyla emperyalizmin tahtını kur...
Oh ne ala...
Ya Libyalıların bahtı?
İngiliz De La Rue Plc darphanesinin onlar için bastığı, üzerinde Kaddafi resimleri bulunan “40 ton banknot”la yaparlar onlar da “kağıttan” bahtlarını!
Kaddafi yönetimini yıkmak için bu kadar çırpındıktan sonra “devrik lider”in resmi ne alaka mı?
Ne yani, İngiltere “işbirlikçiler”e özel “Arap baharı doları” mı yollayacaktı!
Küresel kalpazanlık yaptı; mutlu günlerinde Kaddafi’nin sipariş ettiği “dinar”ları bastı, bir de üstüne dalga geçer gibi “Kaddafi”nin kelle avcılığı görevini verdiği insanlara dağıttı!
Kabul İngiltere dünya çapında dolandırıcılığa imza attı...
Ama ya adeta “dolandır” beni deyip kendisini kullandıran?!
Elini cebine her attığında, siyaset mezarlığından hortlamış gibi Kaddafi ile bakışmayı haketmedi mi “Libyalı isyancı”!
Hukuk tarafından korunabilmek için hükümet üyesi mi olmak gerekiyor?
TÜRKİYE’nin ikinci büyük partisinin genel başkanının bulunduğu bir odanın içine yerleştirilen bir kamerayla özel görüntülerinin çekilerek internette servis edilmesi skandalının ardından yaklaşık 15 ay geçti. Yasadışı yöntemlerle yapılan bu operasyonun Türkiye’deki siyaset üzerinde sarsıcı sonuçları oldu. Ana muhalefet partisinin genel başkanı istifa etmek zorunda kalırken partisi büyük bir çalkantının içine girdi, liderliği ve yönetimi olduğu gibi değişti.
Kaset gölgesinde seçim
Yaklaşık bir yıl sonra ülke seçime giderken ikinci büyük muhalefet partisinin benzer bir operasyona maruz kaldığına tanıklık ettik. Partinin en üst yönetim organı olan toplam 15 üyeli başkanlık divanının 8 üyesinin ya görüntü ya da ortam dinlemesi kayıtları elde edilmişti. İstanbul il başkanının kayıtlarıyla birlikte hedef şahıs sayısı 9’a çıkıyordu.
Belli ki, önce bütün başkanlık divanı izlemeye alınmış, ardından ’yumuşak karın’ olarak seçilen 8’i üzerinde daha planlı bir odaklanma söz konusu olmuştur. Dinleme, uzun bir takip, kayıt cihazlarının evlere yerleştirilmesi, izlemeyle birlikte görüntülerin kaydedilmesi, ardından bunların servis edilmesi olmak üzere tam 4-5 ayrı aşama ve çok sayıda kişinin görevlendirilmesi söz konusudur. Bütün bu faaliyetler, iki üç amatörün üstesinden gelebileceği ölçekte bir proje midir?
Sonuçta Türkiye 12 Haziran seçimine bu kasetlerin gölgesi altında gitmiştir. Kasetlerin seçimi nasıl etkilediği konusunda rivayet muhteliftir. Ancak en önemlisi, toplumda MHP’nin baraj altında kalabileceği yolunda bir psikolojinin yaratılmış olmasıdır.
Ne ilk, ne de son
Son günlerde Türkiye’nin en çok tartışılan konulardan biri, önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in yasadışı yollardan gizlice kaydedilmiş olan konuşmasıdır.
Komutanın açıklamaları, sivil-asker ilişkilerinin geleceğinin tartışıldığı, çerçevesinin yeniden düzenlenmekte olduğu bir dönemde bu tartışmaları etkileyecek bir içerik taşıyor. Yapılan bu operasyondan TSK’nın kurum olarak güvenilirliği yara alarak ve pozisyonu gerileyerek çıkacağını tahmin etmek güç değildir.
Bu örnekler ne ilktir ne de son.
Son olmadığını bir iktidar partisi milletvekilinin özel konuşmasının önceki gün internete düşmesi olayıyla bir kez daha gördük.
Üçüncü dünyada olmuyor
Kimi hedef alırsa alsın, hukuk dışı yollardan yapılan bu kategorideki her türlü gizli faaliyetin anayasanın güvence altına aldığı özel hayatın dokunulmazlığı ve haberleşme özgürlüğü gibi en temel hak ve özgürlükleri ciddi bir şekilde tehdit ediyor.
Bu alandaki hak ihlalleri neden başka ülkelerde, örneğin az gelişmiş Üçüncü Dünya ülkelerinde bile yaygınlıkla olmuyor da Türkiye’de rutin bir nitelik kazanabiliyor?
Meselenin düşündürücü bir yönü de şudur: Bu ülkenin başbakanı da telekulak mağdurudur. Bir işadamı arkadaşı da dahil olmak üzere üçüncü kişilerle yaptığı bazı konuşmalar internete düşmüştür. Burada rol oynadığı ileri sürülen kişiler, Ergenekon terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklanıp yasadışı dinlemeleri yayımlayarak kara propaganda yapmakla da suçlanmaktadır.
Özel hayatlarının dokunulmazlığı ve haberleşme özgürlükleri tecavüze uğrayan vatandaşların hukuk sistemi içinde koruma görebilmeleri için hükümet üyesi mi olmaları gerekiyor?
Sedat Ergin / Hürriyet
Sağlık Bakanlığı Türkiye’nin psikoloji haritasını çıkardı. 5 kişiden birinin ruhsal sorunu var. 6 hastadan 1’i yardım alıyor. Eylem planı hazır: Toplum odaklı hizmetle yatak, hastane ve personel sayısı artacak!
Dilek Gedik / Akşam
“Cumbaba” da ileri demokrasiye geçer umarım
Nâzım’ın nehir kıyısında laflarken genç sanatçı dostuna zorlukla seçilen iki adamı göstererek “beni izliyorlar, biri bana kimse zarar vermesin, diğeri ise ben kimseye zarar vermeyeyim diye” söylemini yansıtmıştım satırlarımda.
Bunun üzerine hukukçu bir dostum Afrika’nın devletlerinden birindeki -yanılmıyorsam Cumbaba Cumhuriyeti demişti- “izleme/dinleme” olayını anlattı.
Olay henüz yeni sayılır.
’Yetkili hâkimin önüne imzalaması için bir kâğıt konur. Üzerinde bir dizi telefon numarası vardır. Hâkimin imzalaması sonucu yargı kararıyla o numaralar dinlemeye alınacaktır.
Hâkim numaraları tek tek incelemeye gerek görmez. İmzayı atar. Oysa...
Listede kendi telefon numarası da vardır.’
........................
Olayın Türkiye ile uzak yakın ilgisi yok.
Türkiye’de ileri demokrasi sayesinde bu tür trajikomik sahnelere perde açılmaz.
Cumbaba ya da her neyse o muz cumhuriyetinde “dinleme/izleme” işleri böyle oluyormuş anlaşılan...
Dilerim ki, “ileri demokrasiye” geçer ve böylece bu işler düzelir.
..............................
Denizcilikte kaptanların en çok “tiye alındığı” sahne, kaptanın kendi manevrasıyla yarattığı dalgaların içine düşmesi ve sallanmasıdır.
Güneri Cıvaoğlu / Milliyet
İlk hedefiniz “Tayyibizim”
Yargı içinde istenenler,12 Eylül’ün referandumun ürünü yeni HSYK ile yaşama geçiriliyor. Diğer alanlardaki düzenlemeler KHK’lerle yapılıyor.
1 Ekim’e kadar geçen süre içinde, bütün bakanlıklar kendi alanlarındaki düzenlemeleri torba yasa benzeri uygulamalarla KHK’lerle yaşama geçirmek üzere sıraya girecekler. Bunun için bayram ertesini bile beklemediler bayramı da kullandılar.
Bütün amaç, tek şefli, tek sesli, gücü tek elde toplayan bir “Tayyibizm” yaratmak.
Şimdi sorunuzu duyar
gibiyim:
- Peki ondan sonra ne
olacak?
- İlahi efendim, o da sorulur mu?
Ali Sirmen / Cumhuriyet
Şu sembol dediğin...
Bu yazı, başörtüsü için “Velev ki siyasi simge, niye olmasın” diyen Tayyip Erdoğan ve “simgelere takılmamak lazım”cılarına armağan olsun... Ha merak edenler, üşenmeyip, Mümtaz’er o günlerde neler yazıyordu, bir de onları okusun!
Sembollerin değişmesi bazen fiilî bir durumun değişmesinin sonucu veya habercisidir. Bazen de fiilî durumu değiştiren başlangıç işaretleridir. İnsanı insan yapan ve hayvanlardan ayıran temel özellik sembol kullanmasıdır. Düşünmenin, konuşmanın, alet kullanmanın, birlikte yaşama kuralları geliştirmenin temelinde sembol üretme ve kullanma yeteneğimiz durur. Dil dediğimiz şey, her varlığa, her eyleme yüklediğimiz sembollerin, yani kelimelerin bir mantık içinde bir araya gelmesiyle oluşur. Tecrübeyi, bilimsel bilgiyi bu sembollerle biriktirir ve üzerlerine yenilerini yine sembollere dönüştürerek ilave ederiz. Düşünmek, soyut sembollerle mümkündür. Matematik, tabiatın en soyut sembollerle temsil edilmesine ve kurgulanmasına hizmet eder. Bu yüzden semboller değiştiği zaman o sembollerin temsil ettiği varlıklar ve durumlar da değişmiş olur. Cumhurbaşkanı’nın ’başkomutan’ sıfatının hatırlanması ve protokolün bu sembole göre düzenlenmesi devlet içinde gücün sahiplerinin değiştiğini gösterir.
Mümtaz’er Türköne / Zaman
Yok aslında birbirlerinden farkları
Napolyon 213 sene önce Mısır’a çıkarma yaptığında oralara medeniyet götürdüğünü söylerken; aynı yere şimdi Birleşik Amerika “demokrasi
götürüyor”.
Yani; Batı; İslam dünyasını kendi çıkarlarına göre şekillendirip yönetecek bir model yaratıyor ve bunu da demokrasi adı altında dayatıyor. Kendi adamlarına ezdirdiği yerel halkı da bu demokrasi oyununda kullanıyor. Halk, kutsal demokrasi için mücadele ettiğini sanırken Amerika ve Avrupa’nın taşeronu konumuna düşüyor. Eğer bu işte; ayaklandırılan yerel halkın gücü yetmez ise o zaman sömürgecilerin ordusu harekete geçiyor.
Libya’yı bombalayan; Suriye’yi tehdit eden NATO; medeniyet götürme projesinin silahlı ayağıdır. Peki Türkiye bu NATO içinde ne yapıyor?
-Türkiye, ajan devlet rolünü oynayarak sadece üstüne güldürüyor. 60 senedir hem de...
Rıza Zelyut / Güneş