İmtiyazlı memuru kim koruyor?
Taraf yazarı Emrullah Uslu, Başbakanlık özel izni ile son sekiz yılını ABD ve Kanada’da geçirdi. Devlet Memurları Kanunu’na göre bu hak MİT mensubu olan devlet memurlarına tanınıyor
Emrullah Uslu’nun hayatı dipsiz bir kuyu gibi, ne kadar gidersek gidelim sonu gelmiyor.
Bilindiği gibi Emrullah Uslu hayatının neredeyse son 8 yılını yurtdışında eğitim yaptığı iddiası ile ABD ve Kanada’da geçirdi.
Odatv.com olarak soruyoruz:
-Bir kamu görevlisi olan (polis) Emrullah Uslu son 8 yılını hangi yasaya dayanarak yurtdışında geçirdi? Devlet Memurları Kanunu buna izin veriyor mu?
Odatv.com’un hukuk servisi harekete geçti ve bu konuyu araştırdı.
Diğer emniyet müdürleri gibi Emrullah Uslu da 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na bağlı.
657 sayılı yasanın 78, 79 ve 80. maddeleri bu konuya açıklık getiriyor.
78. maddenin a ve b bendinde ne diyor?
a) Kurumlarınca açılacak seçme veya yarışma sınavlarında başarı gösterenlere,
b) Dış burslara dayanılarak gönderilenlere, İki yıla kadar ayrılma müsaadesi verilebilir. Gerekirse bu süre en çok bir kat uzatılabilir.
Kanun açık. Burs kazanan memur “gidebilir” diyor. Bu süre 2 senedir yazıyor. Eğer gerekli görülürse bir kat uzatılabilir deniliyor. Yani bu süre dört seneye çıkarılabilir ancak gerekli görülürse...
Devam ediyoruz. Şimdiden sizin de meraklandığınızı biliyoruz.
79. madde ise yurtdışı eğitiminden dönen memurların göreve başlama esasları üzerine. Kısaca göreve dönen memurların tekrar aynı göreve iade edileceklerini anlatıyor. Tabii kendilerine verilen iznin sonunda. Peki, kendilerine verilen iznin sonunda dönmezlerse ne olacak?
79. madde yine buna açıklık getiriyor: “Sürelerinin bitiminde görevlerine başlamayanlar çekilmiş sayılırlar. Bu suretle çekilmiş sayılanlar aylık ve yol giderleri de dahil olmak üzere kendilerine kurumlarca yapılmış bulunan bütün masrafları iki kat olarak ödemeye mecburdurlar.”
Kısacası 4 yıl içinde Emrullah Uslu geri dönmez ise görevden atılmak durumunda. Bunu gerçekleştirmeyen amirler yasayı delmiş sayılıyor.
Peki, 4 yıldan fazla bir devlet memuru yurtdışında kalamaz mı? Bunu merak edip 80. maddeye bakıyoruz.
“78 ve 79 uncu maddelerde yazılı olanların ayırma ve seçilme usul ve şartları, çalışmalarının nasıl izleyip denetleneceği, haklarındaki disiplin kovuşturmasının ne suretle yapılacağı ve geri çağrılmalarını gerektirecek haller, bu Kanunun 2’nci maddesi gereğince bir yönetmelikle düzenlenir.
MİT mensupları hakkında yukarıdaki esaslar, Başbakan tarafından onaylanacak bir talimatla belirtilir.”
Kanun açık. Daha fazla kalabilmek için MİT mensubu olmak ve Başbakanlık tarafından özel izin almak gerekiyor.
Emrullah Uslu’nun 2001’de Kanada’ya giderken İçişleri Bakanlığı’ndan özel izin aldığını hatırlatıyoruz. İçişleri Bakanlığı’nın Başbakanlığa bağlı olduğunu da...
Ancak Odatv.com olarak şunu soruyoruz. Taraf Yazarı Emrullah Uslu MİT mensubu mu? Utah bursunu bu kurumdan mı aldı? Bu soruların cevabını kamuoyu merakla bekliyor. Emrullah Uslu “tehdit” etmek yerine bu soruları yanıtlayabilir. Uslu yerine o yıllarda MİT müsteşarı yardımcısı olan bir başka Taraf yazarı Cevat Öneş de yanıtlayabilir.
* Odatv.com
Yazdıklarının arkasında duramadılar
“Sucveceza.com üzerinden psikolojik savaş mı yürütülüyor?”
Bu soru, söz konusu sitede yer alan bir anketin, katılanları TSK aleyhinde düşünmeye yönlendirdiği tezi üzerine, odatv.com’un haberi ile gündeme geldi. Oray Eğin de, kendi köşesinden durumun böyle olup olmadığını sordu. İsim vererek, gerekçesini göstererek, cesurca!
Söz konusu site ile ilişkili Emrullah Uslu ile köşe ortağı Önder Aytaç, Taraf’ta bir cevabi yazı yazdı. Yazı ‘Ergenekon’un gazetesi’, ‘adi bir köşe yazarı’ ve ’aşağılık bir internet sitesi’ gibi hakaretlerle bezeliydi. Hatta”köşelerinden olmalarına az kaldı“ kehaneti ile bitiyordu.
Oray Eğin, bunu tehdit sayarak, ”Siz kim oluyorsunuz da gazeteci tehdit ediyorsunuz“ tepkisini gösterdi,
Aynı ikili bu kez: Oray Eğin niye üzerine alınmış, ama madem alınmış öyle olsun diyerek ortaya çıktı. Özetle kıvırarak.
Şimdi kim dürüst? Kim cesur? Kim mert? Hakaret ve tehditlerini ‘ortaya’ savurup sonra kenara çekilenler, gazetecilere bir sürü sıfat yakıştırmışlar ya... Yazdığı yazının arkasında duracak kadar bile cesareti olmayan kişilere hangi sıfatlar
yakışır takdiri
size bırakıyorum.
+++++
Bu da Hz.Ömer adaleti mi
Suç olmadığı tescillenen ‘pervasız kabadayı’ ifadesini kullandığı için Başbakan’a tazminat ödemeye mahkum edilen Altemur Kılıç’ın başına gelenler meslektaşlarını da isyan ettirdi
Hikayemiz, Altemur Kılıç’ın Başbakan Erdoğan’a “Pervasız kabadayı” diye yazmasıyla başlar. (Yeniçağ, 14 Mayıs 2004)
Başbakan Erdoğan kendisine hakaret edildiği iddiasıyla Altemur Kılıç ve gazetenin yazı işleri müdürü Osman Tığraklı hakkında tazminat davası açar... Mahkeme, ikisinin de 10 bin lira tazminat ödemelerine karar verir!
Temyiz yolu açıktır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararı bozar “Pervasız kabadayı” diye yazmak hakaret değildir, suç yoktur.
Mahkûmiyet kararı veren Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay’ın kararına uyar, mahkeme de “Pervasız kabadayı” diye yazmanın suç olmadığına karar vermiştir. Olay bitti değil mi?
Hayır, işin içinde sevgili Altemur Kılıç varsa hiç biter mi?
Hani, muhallebi yerken dişini kıranlar vardır ya, o da bunlardandır. Başbakan’ın avukatları onun aleyhinde bir “hukuki boşluk” bulurlar...
Altemur Kılıç’ın avukatlarına verdiği vekâletnamede bir şekil hatası vardır... (Eğer bu hata, unutkanlıktan kaynaklanıyorsa, unutmak fiili de Altemur Kılıç’ın kişiliğinin sabit özelliği olduğuna göre, kabahati başkasında aramaya gerek yoktur! Bu da bizim özel notumuz ve şakamız.)
Başbakan’ın avukatları bu şekil boşluğundan yararlanarak Kılıç’ın yakasını bırakmazlar. Mahkemenin kararı sanık tarafından temyiz edilmediğine göre, ilk verilen tazminatı kesinleştirirler.
Bu defa Altemur Kılıç’ın avukatları, vekâletnamedeki eksikliği tamamlayarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’ne başvururlar: “Pervasız kabadayı demenin suç olmadığına siz karar verdiniz, mahkeme de buna uydu. Şimdi ise aynı mahkeme mahkûmiyet kararı verdi.”
Bu durumda mantık bizi nereye götürür?
Bozma kararı veren Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin ilk bozma kararında ısrar etmesine...
Hayır, öyle değil, aynı yüksek mahkeme bir başka karar verdi “yargılanmanın iadesi davası”nı reddetti.
“Yani, aynı yazıdan yazı işleri müdürü beraat ediyor, bir şekil hatasından, yazının yazarı mahkûm oluyor.”
Şimdi ne olacak?
Önce Altemur Kılıç’ın bankadaki birkaç kuruşuna ve gazeteden aldığı aylığına haciz konacak... Sonrası, önce hukukçulara, sonra Allah’a kalmış...
Ama ortada olan gerçek şu ki, Altemur Kılıç, Başbakan’a 20 bin YTL ödeyecek.
Diyeceksiniz çare tükenir mi? Bütün iç hukuk yolları tıkanmışsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitsin...
Bizim bildiğimiz Altemur Kılıç oraya da gitmez. Onların “milliyetçiliği” bir yabancı mahkemeden adalet istemeyecek kadar kalın çerçevelidir. Ne de olsa 1940’ların “Gökbörü” ve “Bozkurt”undandır; “Ergenekon” da bu dergilerin kan kardeşidir... Aman birileri duymasın!
* Hasan Pulur/Milliyet
+++++
Kime kime
şikayet etsin
Değerli büyüğümüz Altemur Kılıç yılmaz bir “ihtiyar delikanlı” olarak inandığı davanın mücadelesini kalemiyle sürdürüyor ve... İşte bu yaşına rağmen başına gelenler gelmeye devam ediyor..! Bir yazı yazdı ve “son sıkıntıyı” anlattı..
Sayın Kılıç, “Suç ve ceza” başlıklı yazısında diyor ki; “Yargıtay kararıyla suç olduğu iddia edilen bir sözün suç olmadığı tescil edilmişken, bir takım hukuki şekil hatalarından yola çıkarak, beni aynı sözden dolayı, suçlu kabul edip cezalandırmak niye?
Bilumum hukuk profesörlerine ve asıl sayın Yargıtay Başkanı’na, Yargıtay Başsavcısı’na ve kararı tasdik eden 4. Daire’nin sayın Başkanına, belki de, haddim olmayarak soruyorum; bu bariz bir çelişkiden öte, açık bir hukuk hatası ve adaletsizlik değil mi? Bu noktada kimi kime şikayet edeyim? AİHM’e başvursam, herhalde, haklı çıkarım, ancak bir Türk yargısının kararının asla yabancılarla paylaşılmaması gerektiğine inanmış Türk milliyetçisi olarak yabancı mahkemeye asla başvurmam... Tashihi karar davası açsam, harç masraflarını ödesem de, neticede belki aylar, yıllar sonra kazansam da, bu sırada çektiklerim ne olacak? Şimdi, mağduriyetim konusunda müracaat edebileceğim, şikayetçi olacağım Allah’tan başka, hangi Yüksek Yargı mercii vardır... Lütfen birisi söylesin!” Varsa “birisi” Altemur Kılıç’a söylesin bu durumu...
+++++
Kılıçdaroğlu Vakit’e el koyacak
Kemal Kılıçdaroğlu Vakit Gazetesine el koymaya hazırlanıyor. Kılıçdaroğlu daha önce de tazminatları ödemeyen ve mal varlığı bulunmayan Akit Gazetesinin isim hakkını TSE’den tescil ettirmiş ve üzerine almıştı. Kılıçdaroğlu, “Akit’e açtığım tüm davaları kazandım. Artık Akit isimli bir yayın organı benden habersiz çıkarılamaz. Vakit hakkında da çok sayıda dava sürüyor aynı biçimde bu gazetenin de isim hakkını alacağım” dedi. AKP’li Dişli ve Fırat hakkında yaptığı açıklamaların ardından Vakit’in kendisi hakkında kampanyaya dönüşen saldırı haberleri yaptığını anımsatan Kılıçdaroğlu, “Vakit Gazetesi, aslında Akit’in devamı ve bunu özenle sakladı. Ancak, davalar sürüyor, bazılarını da kazandım. Vakit’in de isim hakkını yakın zamanda alacağız gibi görünüyor. Dini ticarette ve siyasette kullanan insanlar dine en büyük saygısızlığı yapıyor. Müslümanlıkta iftiraya yer yoktur, aksine güzel ahlak erdemdir” diye
konuştu.
* Yusuf Sahici / Gazeteport
+++++
Anırmanın tam zamanı şimdi!
Engin Ardıç’ın seyir Defteri...
23 Kasım 2008... 19. Gün. Hala anırmadı...
Gözümden uyku akıyor... Sabaha kadar Karakaçan Bey tarafından sorgulandım. Efendim insanoğlunun huyundan mıymış, suyundan mıymış sözünde durmamak?.. Neden böyle yapıyormuş Engin Ardıç?
Sabah telefonun mesaj sesine uyandım:
“Eşek hoşaftan ne anlar?”
Çok sevdiğim bir büyüğüm yollamış...
Bir “temiz eller” savcısı kesilelim, basına şeffaflık, dürüstlük, ilkelilik gelsin dedik, şu çektiğimiz çileye bakın...
Motivasyonun mu eksik?.. Antreman eksiğin mi var?.. Neden sahaya çıkmamakta direniyorsun Engin?..
Süper Ligin bu hafta oynanan karşılaşmalarında hep aynı tezahürat duyulmuş: Haydi Engin haydi Engin haydiiii! Anırmanın tam zamanı şimdiiiii!!!
Bunlar iyi günlerin... Tribünlere bekledikleri hareketi yap!
Çünkü; her maç böyle coşkulu başlar. Ama kaleci en olmayacak anda, bacak arasından golü yerse bitiş düdüğünden önce neler duyar neler...
Madem tribünlerin de diline düştün, bundan sonrasını sen düşün artık.
Bana iyi uykular, sana kara kara düşünceli uykusuz geceler...
Kurtuluş yolun baki:
Anır kurtul!
+++++
MİNİ YORUM
En güzel şiirin filmi
En güzel şiirdi; dönüp dönüp okurdum... En güzel şarkı oldu; herhalde üç yılı geçti; dönüp dönüp dinliyorum... Dün gece bir de baktım, en kısa ama en güzel film olmuş... “Sponsorlu sanat ucubelerinin” arasında yer bulabilir de ekranda görünebilirse, dönüp dönüp izleyeceğim... “Yolların Sonu”, kare kare gösterdikleri ile bir hafıza vitaminine dönüşmüş. Her gün bir kapsül şart! Tavsiye edebilirim, çünkü reçetesiz satılır! Şarkısıyla da, kısacık, ama ağlatan, güldüren, özleten filmiyle de Nihal Atsız’ı anmamıza vesile olan Atilla Yılmaz’a alkış... Atsız’a rahmet...
ST