İmamoğlu, Ajax gibi olmasın!..
Şampiyonlar ligi yarı finalinde Salı ve Çarşamba geceleri 2 ayrı harika maç izledim. Tam manasıyla futbol şölenine tanık olduk. Nefes kesen. kıran kırana maçlardı. Her iki maçın bitiş düdüğü çaldığında "bunların oynadığı futbol ise bizim liglerde oynana ne" sorusunu sordum kendi kendime... Hele o gencecik çocukların futbol resitalini izleyince bizim süper ligde top koşturanlar bastonlu dedeler gibi gözümün önüne geldi!..
Liverpool, 3-0'ın rövanşında Barcelona'yı 4-0 ezerek adeta sahadan silerek finale adını yazdırdı. Tam manasıyla azmin ve inancın zaferiydi. Daha maçın ilk dakikasından itibaren Liverpool'un gencecik kadrosu 3 önemli eksik ile maça çıkmalarına rağmen zaferi ilan eden bir oyun anlayışı sergilediler. Süratliydiler... Yıldız isimlerin eksikliğine ve karşılarında dünya devi bir takım olmasına rağmen takım oyunundan ve saha içi yardımlaşmadan hiç kopmadılar. Herkes takıma oynadı, kimse şahsi şovlara yeltenmedi. Futbol dehası Messi çok iyi bir şekilde kilitlenince o bile kurtaramadı takımını... Liverpool'da beyin ve ayak uyumu 10 numaraydı. Güzel ve süratli futbolun yanı sıra zeka fışkırması yaşanıyordu Liverpool'da... Hele o Barcelona'nın biletini kesen kornerden gelen 4'ncü gol... Dünya devi bir takımın paha biçilemeyen oyuncularının -sadece kas gücü ile değil- nasıl zeka ile alt edilebileceğinin en muhteşem örneğiydi. Futbol federasyonunun yerinde olsam, liglerimizde top koşturan tüm oyunculara bu maçı evlerinde en az 100 kere izlemelerini şart koşarım. Salı günü gecesi haklı bir galibiyet kazanarak finale çıkan Liverpool'a çok sevindim.
Yarı finalin diğer ayağında oynanan Ajax-Tottenham maçı da muhteşemdi. Gönlüm genç kadrosu ile müthiş bir çıkış yakalayan Ajax'dan yanaydı. Çocukluğumuzda mahalle arasında top koştururken Ajax'ın efsane ismi "sarı fare" lakaplı Cruyff'u taklit etmeye çalışırdık. Onun gibi kaçmaya,onun gibi topa vurmaya çalışır gol atınca da onun sevincini taklit ederdik. Belki de ondandır!.. Çok üzüldüm Ajax'a... Çok iyi oynadılar... Ama karşılarında kendi kadrolarına göre daha tecrübeli bir takım vardı. 90+5'te defans hatasından dolayı gol yiyerek kupaya dramatik bir şekilde veda ettiler. Tottenham'ın da hakkını vermek gerek. İlk maçı kendi evinde 1-0 kaybetmişti. 3-2 kazandığı rövanş maçında hakemin bitiş düdüğü çalana kadar maçı hiç bırakamadı. Gönlüm, finalde Liverpool -Ajax maçını izlemekten yanaydı ama olmadı. Keşke, Ajax, o son dakika hatasını yapmasaydı!.. Ama, saha işte böyle bir şey... Orada sizin gönlünüzden geçen değil futbolun gerçekleri bazen de beklenmeyen sürprizler konuşur.
***
İşim gücüm kalmadı da spor yazarlığına mı soyundum?.. Yok canım, ne haddime!.. Ben, fanatik bir izleyiciyim hepsi o kadar. Televizyonda masa tenisi maçı bile olsa oturur heyecanla takip ederim. Spor müsabakalarının, hayatımızın diğer alanlarında yaptığımız mücadelelerin yansıması olduğuna inanırım. Hayatın her alanında, iyi bir hocaya, iyi bir takım kadrosuna, iyi antrenmanlara, disipline, ahlaka, zekayı yerinde ve verimli kullanmaya ve her zaman çok çalışmaya inanırım.
Kara Pazartesi'nin ardından seyrettiğim 2 futbol maçı, beni, aynı zamanda 23 Haziran'da tekrarlanacak İstanbul seçimlerini düşünmeye itti. Baştan ifade edeyim; dost acı söyler!.. Şimdiden çok belli...23 Haziran'da oynanacak rövanş maçı, 31 Mart'tan daha çetin geçecek. Ancaak!.. Şu sıralar, Ekrem İmamaoğlu'nun kendisinde ve bazı takım arkadaşlarında ego şişikliğinin emarelerini görüyorum. Bu sonun tehlikeli bir başlangıcı olabilir. "Fark atacağız", "kesin kazandık" gibi söylemler ve bu yönde yapılan propagandalar hayra alamet değil. Çok yanlış ve ters tepebilir. Mütevazi kimliği ile kabul ettiğimiz ve bağrımıza bastığımız Ekrem İmamoğlu'nun, son günlerde yaptığı toplantılarda kullandığı bazı ifadeler, vücut dilinde alışık olmadığımız değişik hareketler politikacılarımızda görülen şişik ego hastalığının ilk emareleri gibi... Ekrem İmamoğlu ve CHP takımı hiç unutmamalıdırlar ki, İstanbul'da 1 milyonun üzerinde sandığa gitmeyen seçmen var. Ve, YSK'nın aldığı karar ile sandığa giden seçmenin bile kafası çok karıştırıldı. 7 Haziran 1 Kasım seçim sürecinde neler olduğu hiç unutulmasın!.. Hafızalardan asla çıkarılmaması gereken bir unsurda, Türkiye, nice parlak "prens"leri, Türk büyüklerini(!) gördü. Hepsi siyaset sahnesinden silindi gitti. İsimleri hatırlanmıyor bile...
Türk siyaseti yelpazesinin her kesiminde madrabaz çoktur!.. Gaz vermekte üstlerine de yoktur. Top koşturuyor gibi görünürler ama sadece kendileri için oynarlar, takıma fayda değil zarar verirler.İmamoğlu, 31 Mart'ta haklı galibiyetini medya sayesinde de almadı. İktidarın medya gücüne karşı izlediği akılcı strateji ile sonuca,başarıya ulaştı. Deneyimli sayılabilecek bir gazeteci olarak son günlerde medyaya verdiği röportajlara ve içeriğine, hakkında çıkan köşe yazılarına dikkat etmesini öneririm. Oralarda kötü bir kasıt aradığımdan değil. Sadece kullanılan dil, hal ve hareketlere dikkat çekiyorum. Gerçek şu, sandığa gitmeyen seçmenin büyük çoğunluğu AKP'li... AKP seçim stratejisini de bunların üzerine kuracak. Bilinçsiz amigoların kullandığı/kullanacağı dil, kafası karışıkları ve küskün AKP'lileri konsolide eder. Haklı davanızı anlatabilmeniz için bütün algı eşiklerini baştan kapatır ve size karşı bir duvar örülmesine sebep verirsiniz. İsterseniz, Bedrettin Dalan'ın tecrübesine başvurun...
Söylenecek çok şey var ama uzatmayacağım. Gazeteci olarak, siyasilere akıl vermek haddim de işim de tarzım da değil. Haksızlık karşısında susmayanlardanım hepsi o kadar!.. İmamoğlu'na son önerim, maçın son dakikasında ve bitiş düdüğünden sonra Ajax'lı oyuncuların sahadaki hallerini tekrar tekrar seyretmesi... İstanbul'da olsam Ekrem İmamoğlu'na oy veririm. Son not; İstanbul, siyasetçilerimizin yükselişe geçmesi için önemli bir eşiktir ancak unutulmamalıdır ki, Türkiye Ankara'dan yönetilir!..