İmamların Öcü aklandı
Gerçekleri haykırmaktan vaz geçmeyen gazeteciyi yıldırmanın, susturmanın yolu adliye koridorlarından geçiyor. Öyle ki haftanın en az bir günü adliyeye uğrayıp ifade vermek mesaimin bir parçası haline dönüştü. Seyahat esnasında sabaha karşı otel odasına polis gelip "ifadeniz var" diyerek alıp götürebiliyor. İnandıklarını yazan elbette arkasında kaya gibi durur. Başına gelebilecekleri tahmin eder ve katlanır. Dahası "itibar infazı" için görevlendirilen "haysiyet cellatları"na karşı da mücadeleye hazır olmalıdır. Sahte isimlerle sanal alemde iftira kampanyaları bu rezaletin kuralları arasında. Hepsine karşı antrenmanlıyız çok şükür. Lakin "dostun gülü yaralar beni" misali, hiç beklemediğim bir yerden vurulunca kırılıp, incindim. Kumpas davalarının başladığı günden bu yana bu satırların yazarının tavrını tüm Türkiye biliyor. Yazdıklarım mahkeme kayıtlarına geçti. Kitaplarım savunmalar esnasında delil olarak sunuldu. Ve son kitabım "İmamların Öcü" TSK'daki cemaat yapılanmasını anlatan yegane eser. 26 Mayıs'ta Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıktı. Kısa sürede 7 baskı yaptı. Kitabın çıktığının ertesi günü yakın bir dostum "Senin kitabı Genelkurmay Karargahı titizlikle inceliyor. 25-30 sayfa bölerek 6-7 kişiyi görevlendirdi" dediğinde abarttığını sanmıştım. Nitekim 1 Haziran'da suç duyurusunda bulunmuşlar. Uzatmayalım ablam Müyesser Yıldız, Odatv'de geçtiğimiz gün "O Kitapla İlgili Savcılıktan Genelkurmay'a Manifesto Gibi Cevap" başlığı ile:
"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gazeteci-Yazar Yavuz Selim Demirağ'ın "İmamların Öcü-Türk Silahlı Kuvvetleri'nde Cemaat Yapılanması" isimli kitabıyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı suç duyurusu hakkında manifesto gibi bir gerekçeyle "kovuşturmaya yer yok" kararı verdi. Savcılık, "Kitabın yazılmasında toplumsal ilgi bulunduğu gibi, güncel ve gündemde olan olaylar hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amacını taşıyan kitabın yazılmasında kamu yararı var" dedi.
Genelkurmay Başkanı adına İkinci Başkan Orgeneral Yaşar Güler imzasıyla 1 Haziran'da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan 10 maddelik suç duyurusunda, Balyoz ve diğer davalarda hedeflenen amacın, bugün de benzer yöntemlerle gerçekleştirilmeye çalışıldığı belirtilerek, "Hem TSK mensupları, hem de TSK'nın Komutanı olan Genelkurmay Başkanı hakkında mesleki safahatı ve liyakati ile bağdaşmayan dedikodu mahiyetinde yakışıksız ve dayanaksız iddialarda bulunmak suretiyle kamuoyunda aleyhinde bir algı yaratılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı" vurgulanmıştı.
Suç duyurusunda, "Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret, iftira ve astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye alenen tahkir veya tezyif" suçlarını işlediği öne sürülmüştü.
"Askeri Ceza Kanunu'nda düzenlenen astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir ve komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf olarak alenen tahkir veya tezyif edici fiil ve harekette bulunmak suçu ile ilgili soruşturma yapılması, aynı madde uyarınca Millî Savunma Bakanı'nın iznine bağlı ise de aşağıda belirtilen neden ve gerekçelerle atılı suçun unsurlarının oluşmadığı düşünüldüğünden soruşturma yapılması için izin talebinde bulunulmamıştır." Haberini yayınlayınca bu satırları kaleme almak zorunda kaldım. Geçtiğimiz günlerde Ankara Adliyesine gidip ifade verdim.
Kuleli ve Harb Okulu'ndan silah arkadaşım, Balyoz ve İzmir Askeri Casusluk davalarının yılmaz avukatlarından en son Engin Alan için rekor tazminat davasını kazanan can dostum Avukatı Erhan Tokatlı da ifade aşamasında, hakaret fiilinin mağdurunun tüzel kişilik, yani TSK ve Genelkurmay Başkanlığı değil, gerçek kişi olması gerektiğini, bu anlamda Genelkurmay'ın herhangi bir mağduriyetinin söz konusu olmadığını savunmuştu.
Savcılık kararında, ulusal ve uluslararası hukukta ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili düzenlemelerin yanı sıra AİHM ve Yargıtay kararlarına atıfta bulunularak, "Şikâyetleri dile getiren, reform önerileri yapan bir yazının, demokratik bir devletin hizmet ettiği toplumda olduğu gibi, ordusunda da hoş görülmesi gerektiğinin" altı çizildi.
Karar özetle ve madde madde şöyle:
- AİHM ve Yargıtay kararlarındaki kıstaslara göre, suça konu kitapta eleştiri hakkının sınırlarının aşılmadığı,
- Demokratik toplumlarda çok önemli bir görev sahip olan basının, toplumu ilgilendiren konularda bilgi vermekle yükümlü olduğu, halkın ise bilgi alma hakkının bulunduğu,
- Basın özgürlüğünün belirli bir ölçüde abartmayı hatta tahriki de içerdiği,
- Kamu çıkarını ilgilendiren konularda bu özgürlüğün sınırlandırılmasının ancak çok istisnai olarak kabul edilebilir olduğu,
- Kitabın yazılmasında toplumsal ilgi bulunduğu gibi, güncel ve gündemde olan olaylar hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amacını taşıyan kitabın yazılmasında kamu yararının bulunduğu,
- Kitabın yazılışında tahkir edici bir dil kullanılmayıp, ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olduğu, dolayısıyla hakaret iftira ve Askeri Ceza Kanunu'nun 95/4 maddedeki suçun da unsurlarının oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Sonuçta da bu nedenlerle "kovuşturmaya yer olmadığı" belirtildi.
Bakalım Genelkurmay karara itiraz edip, cezalandırılmam konusunda ısrarcı olacak mı? Canları sağ olsun. Neticede "İmamların Öcü", sadece hukuk karşısında değil, vicdanlarda da aklanmıştır. Sıkı dursunlar yıl başından sonra ikinci kitap da geliyor.