İmamın mağlubiyeti papazın zaferi!
“Bir kişinin papaz olabilmesi için üniversite mezunu olması şart.
Bir doktor, bir ressam, bir felsefeci olsanız da papaz olmak için başvurabilirsiniz. Ancak üniversite mezunu olmak papaz olmak için yeterli değil. Papaz olmak için önce 2 veya üç yıllık bir gözetim süresinden geçmeniz gerekiyor.
Bu süreçte ölçü şu: ‘Papaz olmak isteyenler düzenli olarak kiliseye geliyorlar mı? Ekonomik olarak ve zaman ayırma noktasında kiliseyi destekliyorlar mı?’
Bu süreçte ayrıca kilisenin din adamlarından birisi birebir düzenli olarak adayla görüşüyor ve onu tanımaya çalışıyor. 2-3 yıllık bir süreçten sonra kilise yönetimi ve bölgenin başpapazı, değerlendirmeler doğrultusunda kişinin papaz olup olamayacağına karar veriyor. Eğer adaylık onaylanırsa o zaman papaz olmak isteyen kişi bir Hıristiyanlık ilahiyat fakültesine kaydoluyor.
Burada adaylara üç yıl boyunca Hıristiyan teolojisi üzerine eğitim verilir. Hıristiyanlığın hemen bütün alanlarını kapsayan dersler alınır. Bu okullarda tarih, din eğitimi, misyonerlik, dünya dinleri, müzik ve İncil’le ilgili teorik ve uygulamalı dersler verilir.
Hıristiyanların elinde bulunan kutsal metinler (Eski Ahid ve Yeni Ahid) Latince ve İbranice olarak ulaştığı için bu iki dilin özel bir yeri vardır. Papazlık eğitimi alan herkes bu iki dili bilmek zorundadır. Bu iki dili özellikle yazma, okuma ve anlama noktasında bilmeyen bir kişi papaz olamaz.”
Bu satıları Moral Dergisi’nin 2010 Temmuz sayısından Mehmet Altan aktarmış. Görülüyor ki, papaz olmak için çok ağır şartlar var. Yani papazlar gerçekten donanımlı insanlar. Hele bir imamla bir papaz mukayese edildiğinde, insanın içini sızlatacak bir uçurum hemen fark ediliyor.
Çünkü...
Türkiye’de anne babalar imamlığı bir “Peygamber Makamı” olarak değil, bir ekmek kapısı olarak görüyor. Doktor, hâkim, mühendis olamayacağına inandığı çocuğunu kısa yoldan imam yaparak hayatını kazanması için İmam Hatip Lisesi’ne gönderiyor. En şerefli mesleğe en kalitesiz çocuğunu layık görüyor. Papazlık ise, en kaliteliyi, en donanımlıyı sadece “papaz adayı” yapıyor. Ve en kaliteli ve en donanımlıyı birçok elekten geçirdikten sonra daha donanımlı ve daha kaliteli olarak bir kilisede görevlendiriyor.
Şimdi herkes düşünsün.
Ne papaz, ne imam görmüş bir insan, birlikte yürüyen bir papaz ve bir imamla karşılaşsa, onlarla birkaç adım yürüse, oturup bir çay içse, sizce o kimse her ikisinden hangisinin akşam evimize buyurun davetini kabul eder?
Bütün bunları niçin yazdık?
Türkiye’de 83 bin 574 cami ibadete açık.
Yüz binlerce İmam-Hatip bu camilerde görev yapıyor. Emeklileri ile birlikte Türkiye’deki İmam-Hatip sayısı herhalde 300 bin civarındadır. Demek ki üç aşağı beş yukarı, 200-250 kişiye bir İmam-Hatipli düşüyor. İmamlık; marangozluk, mimarlık, askerlik, polislik, ticaret gibi emekliliği olan bir müessese değildir. Bırakınız imamı, sıradan bir Müslüman bile iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymakla mükelleftir. Hal böyleyken, yani bunca çalışanı ve emeklisi ile bunca İmam Hatipli mevcutken ve halkımızın kahir ekseriyeti iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmekle görevli Müslümanlar iken... Güzel ülkemiz Türkiye, yolsuzluktan ahlâksızlığa, hırsızlıktan cinayetlere, içki ve uyuşturucu sarfından, cehalet derecesine varan kültürsüzlüğe kadar bir uçuruma doğru yuvarlanıp durmakta...
Demek ki zarf değil, mazruf önemli..
İmam Hatip okulu açmakla, süslü püslü camiler yapmakla olmuyor bu işler. Ve zan ve iddia edildiği gibi Türkiye, bir şeriat devletine doğru falan gitmiyor; aksine Türkiye İslâm’dan alabildiğine uzaklaşıyor.. Kiliseler çoğalıyor, Budizm’den medet umanlar artıyor. Hıristiyanların da cennete gideceğine dair kabuller yaygınlaşıyor...