İlk sahtekârımız!
Yıl 1916... Çanakkale Savaşı’nın artık son günleri; alabildiğinde yokluk... Askere bir nebze de olsa şifa olacak kaynağa ulaşmak hayal... Cephede kamyon lastiğine ihtiyaç var; bulmak neredeyse imkânsız, karaborsa...
Çıkış yolu arayan tabur komutanı, ‘bir ümit’ Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne tezkere yazar ve İstanbul’a ulaştırmak üzere Asteğmen Mehmet Muzaffer’e verir. Komutanın subayına emri katidir:
- Lastikleri almadan gelme!
***
Galatasaray Liseli, uyanık, iş bitirici bir genç olan Mehmet Muzaffer’in İstanbul’daki ilk işi Karaköy’e gitmek ve lastikleri temin edebileceği satıcı bulmak olur. Musevi tüccarla giriştiği sıkı pazarlıkla istediği fiyatta anlaşan Muzaffer’in sonraki durağı, gerekli miktarın temini için Erkan-ı Harbiye’dir.
Tezkereyi alan komutan Mehmet Muzaffer’e sorar:
- Bu para ne için?
- Kamyon lastiği!
Komutan kükrer:
- Ben askerimin ayağına potin, sırtına kaput bulamıyorum! Yürü git!..
***
Çanakkale’den “Lastikleri almadan dönme” emriyle uğurlanan Mehmet Muzaffer, Beyazıt’tan Karaköy’e yürürken düşünür taşınır ve bir karara varır;
Pazarlık yaptığı Musevi satıcıya gidip, paranın ertesi gün hazır olacağını, kendisinin de lastikleri sabah teslim alacağını söyledikten sonra bir odaya kapanır. Sabaha kadar uğraşır ve sonunda çini mürekkepleriyle hazırlanmış sahte bir 100’lük banknot ortaya çıkarır. Bu aynı zamanda tarihimizin “ilk sahte parası”dır.
Lastikleri almak üzere -hava aydınlanmadan- sabah karanlığında Karaköy’e giden Mehmet Muzaffer, lastikleri gemiye yüklettikten sonra, hazırladığı 100’lüğü verir ve Çanakkale’ye dönmek üzere yola çıkar. Sabahın köründe gaz lambasının ışığında paranın sahte olduğunu anlamayan tüccar, parayı bozdurmaya gittiğinde ne görsün!
Gerçek banknotlarda “Bedeli Dersaadet’ten altın olarak tesviye olunacaktır” yazarken, Mehmet Muzaffer’in kendisine verdiği parada şu yazılıdır:
- Bedeli Çanakkale’de şehitlerin kanı ile ödenecektir!
(Mehmet Muzaffer Asteğmen kaderini yazmıştır aslında paranın üzerine. Hakikaten de kısa süre sonra şehit olur ve bedelini kanıyla öder; hesap kapanmış, kahraman vatan evladı, devletiyle helalleşmiştir.)
***
Musevi tüccar başına geleni mesele etmese de, olay kısa sürede duyulur ve bütün İstanbul sahte para vakasıyla çalkalanır. Dedikodular saraya kadar ulaşınca Şehzade Abdülhalim, cephedeki askerin savaş malzemesini temin için “dolandırılan(!)” tüccarı bulur, sahte banknotu alır ve değeri olan parayı da öder.
***
Bu şekilde okuyunca felsefesini idrakte zorlananların, Osmanlı harfleriyle yazılmış metinlerine de rahatlıkla ulaşabileceği bu ibretlik hikayeyi, önceki gün Adana’da, Yolsuzluk ve Rüşvetle Mücadele Haftası kapsamında düzenlenen panelde MHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Kenan Tanrıkulu hatırlattı.
Asteğmen Mehmet Muzaffer’in aziz hatırası önünde sıfırlamakla bitmeyen euro/ayakkabı kutularından fışkıran dolar zengini, rüşvete dahi bavulla faiz ödeyen bonkör(!) iktidarımıza ve bu zengin(!) ülkenin müreffeh(!) insanlarına o meşhur soruyu sormanın tam zamanı:
Ama hangi Osmanlı?