İlk hedefiniz TSK ileri!

Ilımlı İslamcılar, Sorosçular, rejim karşıtları ve devlet düşmanlığı yapan fraksiyonlarda yer alanlar ABD ekonomisini küresel egemen haline getirmek için çalışıyorlar

Yiğit Bulut, Ümraniye soruşturmasının ardından sorgulanmaya başlanan ’hedef TSK ileri’ timlerinin ne zaman ve neden harekete geçtğini sorguladı.
“TSK neden hedef?” sorusuna cevap arayan Bulut, ortaya koyduğu gerekçelerden “emin”. Bulut’un madde madde sıraladığı ’orduyu yıpratma kampanyası’nın yürütmedeki adımları özetle şöyle:

Bill Clinton 1997’de ABD çıkarına dayalı ekonomik milliyetçiliğin ’gerekirse silah zoruyla’ egemen kılınmasını öngören “Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi”ni imzaladı. Bununla “...iki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesinin (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) enerji talebini karşılamada ki rolü”nü ilan etti ve “kendi kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir...” dedi.

“ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşme planını ilk algılayan yapı” olan Genelkurmay, aynı yıl “Milli Askeri Strateji Konsepti’ni (MASK)” değiştirdi. Bu değişim yani TSK’nın “kararlarını Brüksel veya Washington yerine Ankara’dan alması” ABD’yi rahatsız etti ve “...Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır...” eleştirisini getirdi.

“Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın” ABD’nin “ana çıkarlarının” bulunduğu Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağını belirten raporların yayımlandığı günlerde Türkiye tarihinin en büyük “finansal manipülasyonu” ile karşı karşıya kaldı(2001). 57. Hükümet “pasifize” edildi. Kemal Derviş’li dönemde koalisyon ortağı partiler, siyasi dinamik içinde eridi ve “Türkiye’nin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci” başladı.

TSK’nın BOP’a dahil edilememesi öfke yaratttı. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell 2004 Nisan’ında “...Irak Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak” dedi.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül 2005 yılında AB Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve “Türkiye’nin AB muharebe gruplarında” yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı.
Bu anlaşmayla TSK AB’nin bölge ülkelerine müdahale kararlarının uygulayıcısı olacaktı.
Türkiye’de “ılımlı din devleti” kurmak isteyenler, Sorosçular, rejimle “düellosu” olanlar ve devlet düşmanı eski “bazı fraksiyon mensupları” yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSK’ya “saldırı”da yerlerini aldı.

+++++

Soros bağlarından sofralarına gelen sus dutlarıyla beslendikleri için olabilir..

Can Ataklı soruyor:
TESEV neden sessiz?

“2000-2002 arasında TESEV “temiz toplum” adına neredeyse her ay yeni bir yolsuzluk dosyası açıklardı. Ne zaman ki AKP iktidara geldi TESEV’in yolsuzluklarla ilgili araştırmaları şıp diye kesildi” diyen Can Ataklı adaşından (Can Paker), ‘son 5 yılda belediyelerde yapılan imar plan tadillerini incelemelerini, hangi arazi üzerinde, ne zaman imar tadilatı yapılmış, daha önceki sahipleri kimmiş, imar tadilatından önce kimler satın almış, bu tadilatlar o arazilere ne kadar değer katmış’ araştımasını istiyor.

Dünya’da 30’dan fazla ülkede faaaliyet gösteren vakıflar ağını fonlayan ünlü ‘darbe sponsoru’(bkz. Gürcistan) Soros’tan 1.8 milyon dolar aldığını ilan eden Paker’in Türkiye ile ilgili tasarrufları belli. Orduyu hedef alanlar için merkez üssüne dönüşen TESEV’in 301. maddenin kaldırılması ve AKP’nin sivil anayasası için verdiği dişe diş- kana kan mücadeleye bakınca ‘açık toplum’ derken nasıl bir ucube yaratmak istedikleri anlaşılıyor. ‘Konjonktürel’ dost olan Erdoğan ile Paker veya AKP ile TESEV, yolsuzluk raporlarında değil ancak seçilmiş kalemşörlerin de eşlik ettiği yemek masalarında karşı karşıya gelir.

+++++

Bizde şamar oğlanı çok!
Neyse başımıza, ikinci “tezkere olayı” çıkmadı. Ya biz, “Gürcistan’a yardım götüren gemilerin yolunu kesseydik, Amerikalının tepesi atıp, “Siz bunu ikinci defa yapıyorsunuz, bir kere karadan Irak’a girmemizi önlediniz, şimdi de deniz yolunu kapatıyorsunuz, nedir sizden çektiğimiz!” deseydi ne olurdu? Tezkere olayında olanlar olurdu...
Mesela, Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı iki “bağlı gazeteci”yi Amerika’ya çağırır, televizyon kameraları önünde bir güzel fırça atardı:
“Müslüman Türkiye’nin demokratik modelini çok takdir ediyordum, ancak düş kırıklığına uğradım, Türkiye hatasını kabul etmelidir. Türkiye bizden daha fazla bedel ödedi, bu davranışınız karşısında. Ekonomik paket şimdi verilenden çok daha büyük olabilirdi. Ordu, Amerika’yı desteklemek Türkiye’nin çıkarınadır,
demeliydi.”

***

Amerikalılar, bunları söylerken bizim “bağlıların” gözünün içine bakıyor “Eğer ben Türk olsaydım!” diye, bir de Türk olmaya soyunuyordu.
“Ben Türk olsaydım, ne olursa olsun, ne yaşanmışsa yaşansın, Türkiye’nin en büyük dostu Amerika’dır, diye düşünürdüm.”

***

Evet, iyi ki Amerikalılar son olayda gemilerini Montrö’ye rağmen Boğazlar’dan Karadeniz’e çıkarmayı denemediler, deneselerdi, yine birileri Amerika’da, huzuruna çağırdığı “bağlılardan” bir ikisine benzer şeyler söyleyebilirdi.
Diyeceksiniz, bu lafları eden ABD Savunma Bakan Wolfowitz şimdi kim bilir nerede?..
Önemli değil!
O olmasa bile, bizim “bağlılar” burada ya!

Hasan Pulur / Milliyet

+++++

MAŞALLAH
Kafaları taş gibi

Ne güzel şiirdi. 10 Kasım orotoryalarında boyuna okurduk, “Tükenir elbet / Gökte yıldız, denizde kum tükenir / Bu vatan bu topraklar cömert / Kutsal bir ateşim ki ben sönmez / İnanın Mustafa Kemal’ler tükenmez...”
Hasan Pulur’un yazısını okuyunca nereden nereye dedim kendi kendime. “ABD gemilerinin Karadeniz’e girme ısrarı ikinci tezkere krizini doğursa neler olur” sorusu üzerine, o günlerde fırça yemek için özel davetle ABD’ye giden bağlı gazetecilere taş atmış Hasan Pulur.
Başları kanamış mıdır?
Hiç sanmıyorum. Pulur kendini bunlarla yormasın. Çünkü; “bu ABD, bu Soros, bu Brüksel cömert / işgalci Wolfowitzler, doladırıcılıktan hükümlü Mehmet Ali Birand’lar, Filistin kamplarında öğrendiği teröristliği ABD’ye sökmeyen Cengiz Çandar’lar tükenmez!

+++++

‘İş’leri karıştırdı
İktidar övücüsü, kendini milli teorisyen sandı. Star’dan Nasuhi Güngör’den bahsediyorum. Sansasyonel olan bir konuda saçmalarsam popülariteye ortak olurum diye düşündü herhalde.
“Ulusalcılık denilen zırvanın, bizi getirdiği hale bakın. Kendisini bu ülkeye ait hissedenleri ’devşirme’ diye itip kakmak, bizim geçmişimizin, geleneğimizin, tarihimizin neresinde var” yazmış.
Ramazan ve Elvan’ın Türk olmak gibi bir derdi var, biz ‘yok olmaz’ diyoruz sanki. Madalya hesabıyla düzenlenen ticari sözleşmelere imza atmışlar, iş kıyafeti olarak ay-yıldızlı formayı giyiyorlar. Olan genetik kodları bozulan Milli takıma oluyor. Yanlış hesap Pekin’den dönüyor. Bu ırkçı bir yaklaşım değil. Aidiyetle ilgili. Kendileri “Türk vatandaşı olmak istiyoruz, bu kültürü yaşamak istiyoruz” talebiyle gelse neyse. Öyle olmuyor. Bizimkiler Türk çocuklarını eğitmek, onlara emek vermek, yetiştirmek yerine ya açlığın, ya savaşın, ya zulmün pençesinde kıvranan ülkelerden ’ucuza sporcu kapatıyor’. Böylesini de bünye kabul etmiyor.
Şu satırlara bakın: “Etnik kökeniniz, hangi mezhep ya da dinden olup olmadığınız, gizli bir kimlik taşıyıp taşımadığınız üzerinden uyandırılan merak ve tahrik; bir dip dalga halinde tehlikeli bir yere doğru ilerliyor. Sakın kalkıp bu saçmalıkları cumhuriyetle, kuruluş felsefesiyle, Mustafa Kemal’le izaha kalkışmayın.”
İyi ki bu işler senin gibilere kalmış değil Nasuhi! Uyarını ciddiye almayıp Atatürk’le izah edeceğim. Bu kaşıntıyı yaratanlar “Ne mutlu Türk’üm diyene” lafını rafa kaldırıp, “Türkiyeli”liği icad edenler değil mi, önce bunu cevapla! Ya da boşver. Sen asli işini yap ötesine karışma...

+++++

MİNİ YORUM
Bugün dünden farklı değil
Osmanlı resim sanatını ilk yazan Thalasso, Evliya Çelebi Seyahatnamesini el yazmalarını baz alarak külliyata dönüştüren Dankoff, Orhun Abidelerini ilk okuyan Thomsen, Orta Asya Türk tarihinin kapılarını aralayan, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar’la tanış olmamızın kaynağı Gumilev, Attila’yı nasıl tanıdık Grigori Tomski veya Geza Gardony ile, Fatih’in tipini nereden biliyoruz, Bellini tablosundan, tarihimizi neye göre yazıyoruz Çin, Rus ve Bizans yıllıklarına...
Ne öngörülemez bir şeydi değil mi bugünümüz? Biz bugünlere nasıl geldik değil mi? Nesi var ki bugünün, dünün tekrarı işte!

ST

Yazarın Diğer Yazıları