İlaç kullanmayı dene; geçer belki

Şahin Alpay, Zaman’da Türkiye’deki muhalefetin “Suriye meselesi”ni ele alış biçimini eleştirdiği yazısını şöyle bitiriyor:
“Ankara’yı Batı’nın “taşeronluğu” ile suçlamak hem haksız, hem de milliyetçilik uyuzunu kaşımaya yönelik demagojiden ibaret..”

***


“Milliyetçiliğin” sözlükteki karşılığı:
“Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm”

***


“Uyuz”un sözlükteki karşılığı çok. Cımbızlamasız aktarıyorum:
“Uyuz böceğinin, üst derinin altına girerek yaptığı kaşındırıcı, bulaşıcı bir deri hastalığı.”
“Bu hastalığa tutulmuş olan”
“Düşük nitelikli, değersiz”
“Hoşlanılmayan, sevimsiz kimse”
“Parası olmayan, züğürt kimse”
“Hareketli, canlı olmayan, uyuşuk, pısırık, miskin kimse”

***


TDK sözlüğünde “Şahin Alpay” diye bir madde yok tabii... Ne gam. Devir liberal-kapitalizm devri, “özel teşebbüs”e kulak veririz biz de. Aşağıdakiler “Şahin Alpay” yazınca Ekşi Sözlük, Uludağ Sözlük ve İTÜ sözlük’te karşınıza çıkanlar:
“liberal aydın”
“biat kimsesi”
“180 derece dönen eski komünist”
“sesi ornitorenk canlısını hatırlatan
kişi”
“rotasını yükselen değerlere göre çizen, fırsatçı aydın”
“doğu perinçek için seviyeli dönek kavramının esin kaynağı”
“turgut özal’ı kıskandırabilecek eylülist”
“açılım yazarı”
“yalan yanlış sallayan ilizyoner”

***


Kim kimdir /ne nedir, yukarıdaki somut veriler ışığında eşleştirmeyi size bırakıyorum.
Zihin okuyamadığımdan sonuç ne olur şimdiden bilemem. Ama ortada hakikaten bir uyuzluk namzeti varsa geçiştirmeye gelmez. Ben üzerime düşeni yapayım, tedbir amaçlı Ahmet Şafak’ın yazdığı reçeteyi peşin peşin bırakayım da... Artık kime lazım olursa:
“Milliyetçilik uyuzluk değil uyuzluk ilacıdır!”




Diz çöküp yalvarsın mı

Düne kadar zarafetine, şıklığına, kaşına, gözüne, iyi kalbine methiyeler düzdükleri Esma Esad filmin “kötü kadın”ı oldu bir anda;
Melek yüzlü şeytan!
Bebek yüzlü katilsevici!
Nasıl olurmuş da böyle bir ortamda üzerinde “Benim güzel ülkem” yazılı tişörtle poz verirmiş.
Kırmızı-Mavi-Beyaz bir tişörte “Yaşasın ABD emperyalizmi” yazdırıp giymeliydi çünkü; İngilizce hem de!
Son dönemin yaygın tabiriyle “bu neyin kafası”ymış!
Öyle bir tişört giyebilmek için “ne kullanıyorsa bize de versin”miş!
Batı ittifakının olanca gücüyle hedef aldığı bir liderin eşi olarak, her türlü “güvenli bölge” ye kaçma, sığınma imkanına sahipken, ülkesinde ve böyle dik biçimde duruyor olması yerilmesi gereken bir tavır mı yoksa takdir mi edilmeli!
“Sığıntılar” makbul tabii... Emin olun, vaktiyle bizim de tarihimizde tanıklık ettiğimiz gibi, Esad ailesi Suriye sahillerine yanaşan - mesela bir Fransız gemisine- binip de ülkelerini kaderine terk etseydi, paylaşımcılara teslim etseydi, Esma Esad’ın harcamaları kimseyi germezdi!
Hem sonra, halkı açlıktan ölürken 40 bin TL’lik çantayla poz veren “First Lady(!)”sine tek satır çatamayanların, Esma Esad’ın “Dior şıklığı”nı ayıplaması tuhaf değil mi!
“Diktatör” olduğu iddia edilen lideri devrilen bir Afrika ülkesiydi. Darbeyi yapan askerler liderin eşini ele geçirmişti. Üstünü başını parçaladıkları, belli ki darp da ettikleri kadını aralarına almışlar; o sinmiş, korkmuş, ürkmüş haliyle dalga geçen güleç pozlar vermişlerdi objektife!
Rahatlayacak mısınız Esma Esad’ı da böyle “düşmüş” gördüğünüzde!
“Yıkılmayan bir kadın” görüntüsünü lanetlemeye kalkışmadan önce Kaddafi’nin “linç edilişi”ni izlerken hissettiklerinizi hatırlayın bence!




Amerika bile...

Böyle yazmış Mehmet Barlas:
“Amerika bile savaş istemiyor”
“Bile” yani...
“Dahi” ...
Değil uçağını düşürmek evine kadar girip seni kıtııııır kıtır doğrasa da fark etmez, ölçü belli:
ABD’nin “savaş yok” dediği yerde sana ne oluyor kardeşim! Sen kimsin! Bugün git, hele şu Kasım olsun, Amerikan seçimleri bitsin, yeni “model ortağın” ilan edilsin sonra gel!




Kripto askerler

Meğer kırk kaplan gücünde kripto askermiş her biri!
Bakmayın “askeri vesayete son” bayrağını açıp yıllardır “demokratikleşme” diye, “sivilleşme” diye devletin “milli güvenlik”le ilgili bütün kurumlarını kevgire çevirilmesine verdikleri canı gönülden desteğe!
Böyle zor günler için gizliyorlarmış asıl kimliklerini(!)
Türkiye’nin her türlü saldırıya hazır halde olması gerektiğinden bahisle “TSK’nın modernizasyonu süreci”nin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Abdülhamit Bilici sormuş:
“Şayet uçağımızın düşmanca bir tavırla düşürüldüğünü öğrendiğimizde, istense Suriye hava savunma sisteminin varlığını da düşünerek Türkiye mevcut askeri kapasitesiyle bu saldırıya misliyle cevap verebilir miydi?”
Bu satırlar da “karizmayı çizdirmemek için askeri güç olmak gerektiğini” savunan Ahmet Taşgetiren’den:
“İki defadır, “çok yumuşak güç” muamelesine maruz kalıyoruz. Bu da bizi güç olmaktan çıkarma riski taşıyor, dolayısıyla bölgede sınandıkça güçsüz olduğu anlaşılan bir ülke konumuna sürüklüyor.”
Ne diyelim... Generaller, amiraller, kurmay subaylar; albaylar, yarbaylar, binbaşılar, teğmenler, yüzbaşılar cezaevinde, Mehmet’ler, Yasin’ler kara toprağa düştüğüne göre...
Önden siz buyrun beyler:
“Bir elde kalkan, bir elde hançer / Serhadde doğru ey şanlı asker.”



BASINDAN SEÇMELER


Bitsin bu maskeli balo

İşte tam bu ortamda şu gerçekleri yüksek sesle haykırmak gerek:
- Suriye Türkiye’nin düşmanı değildir.
- Türkiye’nin düşmanı, bölgeyi kendine göre yeniden dizayn etmek isteyen emperyalizmdir.
- Suriye emperyalizmin bu çerçevede hedeflerinden biri, şu anda da birincisi konumundadır.
- Suriye’nin istikrarsızlaşması, karışması, dağılması Türkiye’nin de zararınadır.
Bu Ortadoğu safarisinde avcıların safında Türkiye’nin yeri olmamalıdır.
Çünkü Türkiye bu büyük safarinin gelecekteki avlarından biridir.
Bölge yeniden dizayn edilirken önce bozulup, ardından baştan biçimlendirilecek olanlardan biri de Türkiye’dir.
(...)
Saddam’ın diktatör olmasının Irak işgalindeki payı ne kadar idiyse, Beşşar Esad’ın diktatör olmasının Suriye dalaveresindeki payı o kadardır.
(...)
Bilelim; Ankara, Suriye’yi istikrarsızlaştırıp parçalamak isteyen koalisyonun ileri karakolu durumundadır.
Türkiye’nin askeri keşif uçağı bu yüzden vurulmuştur.
Vurulma prosedüründeki yanlışlık ve vahşet, Tayyip Erdoğan politikasındaki yaşamsal yanlışı ortadan kaldırmaz.
Ali Sirmen / Cumhuriyet




Kılavuzu NATO olanın...

“Şam’a gereken cevabı dünya verecek”miş! Dünya dedikleri NATO!
NATO ülkeleri ne zaman Türkiye’ye yönelik saldırılarda Türkiye’nin yanında yer aldı ki!
Amerika Kıbrıs harekâtında Türkiye’ye
ambargo koydu.
Almanya satın aldığımız tankları Güneydoğu’da teröristlere karşı kullanmamızı engelledi.
İttifaka dahil olan bütün Avrupa ülkelerinde PKK aktif biçimde korunup kollanıyor.
(...)
Bu ülkedeki askeri darbelerin arkasında hep NATO vardı!
Bugün Türkiye geçmişte yaşadığı askeri darbelerle hesaplaşmaya çalışıyor, bütün darbeleri yargılamaya çalışıyor.
Bu aynı zamanda NATO’nun da yargılanması demek değil midir?
Nasıl güveneceğiz böyle bir ittifaka ve bu ittifakın müttefiklerine. Yunanistan bir NATO ülkesi ama Türkiye, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan’ın düşmanca niyetlerine karşı silahlanmak için milyar dolarlar harcıyor!
Bir NATO ülkesi sayesinde kaynaklarımızı silaha yatırıyoruz.
Sanki müttefiklerimiz Türkiye’ye gölge etmese daha iyi durumda olacağız!
NATO deyince aklımıza Türkiye’de “derin devlet ve askeri darbeler” gelmesi normal mi? Madem normal değil o halde Türkiye’ye bu kötülüğü reva gören bir yapıya güvenip de nasıl bir komşu ülkeye hem de Rusya ve Çin’in desteğine sahip bir komşu ülkeye savaş açacağız?
(...)
NATO bu topa girse bile sonucun Türkiye’nin bölgedeki itibar ve gücünü artıracak şekilde gelişmemesi için de gerekenleri yapacaktır.
Nuh Gönültaş / Bugün




Türkiye ne yazık ki Batı basınının ve dolayısıyla Batılıların kışkırtmasıyla zoraki kabadayı haline getirildi. Suriye’ye Sünni Vehhabilik ihracı peşindeki güçler de buna alkış tuttu.
Rıza Zelyut / Güneş




Onur Öymen soruyor: “Irak’tan kaynaklanan PKK saldırılarını NATO’ya niçin götürmüyoruz?”
Ankara’nın ulusal çıkarlara göre değil ABD çıkarlarına göre hareket ettiği o kadar açık ki...
Melih Aşık / Milliyet




Muhalefete maiyet muamelesi

Başbakan masanın başında oturuyor. Solunda Dışişleri Bakanı ve bir orgeneral. Sağında ise bir muhalefet lideri. Sanki Başbakan maiyetiyle toplantı yapıyor. Bu tür toplantılar nezaket gereği yuvarlak bir masada yapılır oysa. Ya da Başbakan’la muhalefet liderinin eşit konumda olacağı bir oturma düzeninde olur. Bugün fotoğrafa tekrar baktıklarında o görüntü Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kışanak ve Demirtaş’ın içine sinmiş midir?
Can Ataklı / Vatan




Kaddafi “diktatör” değil miydi

Libya’da iç savaşın, İngiliz, Fransız, Amerikan kışkırtmalarıyla binlerce kişinin öldürüldüğü sırada, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin kılları kıpırdamıyordu... Çünkü Kaddafi iktidardaydı ve Türkiye’nin Libya’da milyarlarca yatırımı vardı!
Erdoğan, Libya’ya müdahaleye beş kalaya kadar dayandı. NATO müdahalesi gündeme geldiğinde sarf ettiği söz ünlüdür ve tarihe geçmiştir: “NATO’nun ne işi var Libya’da!” (...) Peki, “NATO’nun ne işi var Libya’da” sözüne kadar, Libya’da kaç bin kişi ölmüştü ve iktidarımız neredeydi? O tarihlerde ölüsevicilik sözü yoktu!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet




“Milli mesele” olsa parti grubunda açıklamazdı

Suriye ile savaşa mı gireceğiz?
Misilleme yapıp biz de onların uçağını mı düşüreceğiz?
Ablukaya mı alacağız?
Meseleyi NATO’ya mı devredeceğiz?
Diplomatik kanallarla mı yetineceğiz?
Rotamız ne?
Bu soruların cevabı hepimizi ilgilendirmiyor mu?
Demek ki; Başbakan sadece kendi partisini, kendi milletvekillerini dikkate alıyor..
Muhatap kabul ediyor..
Demek ki; CHP’li, MHP’li, BDP’li vekilleri önemsemiyor..
Önemsese..
Ya basın toplantısı düzenlerdi..
Ya da tarihi konuşmayı Meclis’te yapardı..
Milli meselede hareket tarzımızı öğrenmek isteyen parti toplantımızı izlesin demezdi..
Veya..
Demek ki; uçak krizi milli mesele değil..
Mehmet Tezkan / Milliyet




Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 149’uncu ve 154’üncü maddeleri, avukatın müvekkiliyle arasındaki iletişimin hiçbir şekilde kısıtlanamayacağını ve yazışmalarının denetlenemeyeceğini öngörüyor...
Oysa Ergenokon Davası’nın dünkü duruşmasında avukatların müvekkilleriyle arasına fiziki engeller konuldu, iletişimleri de jandarmanın denetimine bırakıldı.
Sorum sayın
hâkimlere:
Avukatları sanıklardan ayırmak için sur inşa etmeyi de düşünüyor musunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları