İktisatta çıkmazlar
İktisadın en büyük çıkmazı, çoğu iktisadi düşüncenin teoride kalması ve uygulamada geçersiz olmasıdır. Bir fizikçi veya bir kimyacının teorisini laboratuvarlarda test etme imkânı vardır. İktisatçının laboratuvarı insan ve sosyal hayattır. Ama insan ve sosyal hayatın çok sayıda bileşenleri vardır. İnsan psikolojisi, sosyal yapı, işletmeler, üretici ve tüketici, işçi-işveren ilişkileri gibi.
Marksizm, iktisadi düşüncede çığır açmış, insanın özgürleşmesi ve refahı gibi yüce bir düşünceye dayanan, toplumsal değişme teorisidir. Karl Marx ve Friedrich Engels’in teoride iyi niyetlerine rağmen, uygulamada insanlık 70 yılını heba etmiş ve Stalin gibi diktatörler doğurmuştur.
Öte yandan iktisatta politika üretmek için, iktisatçının teori bilgisi yanında piyasayı da tanıması ve tecrübe sahibi olması gerekir.
Söz gelimi Keynes, gazetecilik ve danışmanlık yapmıştır. Yine Nobel İktisat Ödülü alanların çoğu bu şekilde ABD’de başkan danışmanlığı FED başkanlığı yapmıştır.
Çağdaş iktisatta bir diğer çıkmaz ekonomi teorisinden kaynaklanan farklı ilişkileri ortaya koyabilmek için ekonometrik model oluşturmaktır. Bu modeller tek ve çok denklemli modeller şeklinde olur. Ancak yine de sayısız ekonomik ilişkiler bu denklemlere sığmaz ve sonuç alamazsınız. Bunun yerine verileri yan yana koyarak, ya da bir grafik içinde sonuçları daha kolay görebilirsiniz.
Bir başka çıkmaz, son 40 yıldır dünyanın neo-liberal politikalara teslim olmuş olması ve aynı dünyanın iktisat politikalarına yalnızca finans ve işletme penceresinden bakmasıdır. Bu nedenledir ki gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında gelişmişlik farkı daha çok açıldı. Aynı ülke içinde gelir dağılımı bozuldu. Dahası Dünyada otokrasi arttı. Şimdilik tek istisna Çin oldu. Çin’de de kurumsal devlet ve parti içi denetim olduğu için ve özel sistemi nedeniyle sermaye hareketlerini bir yere kadar kullandı ve başarılı oldu.
Özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından, bir başka çıkmaz büyüme ve kalkınma ekonomisi ve politikalarının yanlış anlaşılıyor olmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde bile kalkınma değil, büyüme politikalarının ağır basmasıdır.
Özellikle Türkiye de siyasi iktidar yalnızca büyümeyi tartışıyor. Her ne kadar Büyümede kalkınma göstergelerinden biriyse de, kalkınma politikaları farklı olmak zorundadır. Büyüme teorileri, gelir dağılımı, sosyal refah, insan hakları, eğitim ve sağlık standartlarında artışa bakmaz. Büyüme sadece millî gelirdeki artışı ifade eder.
Kalkınmada ise yukarıda söylediklerime ek olarak üretim ve teknolojide oluşan gelişmelerle birlikte açığa çıkan ekonomik ve sosyal gelişmeleri de içerir.
Teknolojiyi kullanım kabiliyetindeki gelişmeyi de içerir. Bu nedenle büyüme modellerini kalkınma modeli gibi almak yanlıştır.
Eğer bir ülkede büyüme, yüksek teknoloji gerektirmeyen sektörlerin yarattığı katma değer artışından veya Türkiye’de olduğu gibi inşaat sektörünün yarattığı geçici katma değer yaratmakla, yine Arap ülkelerinde olduğu gibi belirli ailelere giden petrol üretiminden kaynaklanıyorsa, büyüme olur ve fakat iktisadi gelişme, kalkınma olması için gelir artışının toplum vicdanını rahatlatacak adalet ölçüsünde dağıtılması, gelir artışı ile sosyal hakların artması ve teknolojik yenilik gerektirir.
Aslında gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunu yalnızca bu ülkeler için değil, dünya refahı ve barışı için de gereklidir. Dünya Bankası verilerine göre, 2023 yılında Dünya nüfusunun yüzde 85’i az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin kalkınması daha acil hâle geldi.