İktidarın sefaleti
Ülkemizde siyaset, ne yazık ki, akıl ve soğukkanlılık zeminine bir türlü geçemiyor. Öfke, kavga, anlayışsızlık siyaset hayatımızın vaz geçemediği göründüğü kadarıyla vazgeçmeyi, düşünmediği şifa bulmaz dertleri. Özellikle iktidarın hırçınlığı benimsemesi, demokrasiyi nefes almaz hale getiriyor.
Son olanlar bu acılı çerçevenin yeni fotoğrafları. Geçtiğimiz hafta benzeri görülmemiş bir yolsuzluk operasyonu yapıldı. Kasalar, para sayma makineleri, ayakkabı kutularından çıkan dövizler Operasyonda rüşvet parası olduğu iddia edilen toplam 17,5 milyon TL ele geçirildiği belirtiliyor. Dört bakan ve 3 bakan oğlunun da suçlandığı yolsuzluk operasyonu ile ilgili soruşturma başladıktan sonra beklenenin tam tersi işler oldu. Oğlu da operasyon kapsamında “sanık” durumunda olan İçişleri Bakanı sorgulamayı sürdüren beş müdürü görevlerinden aldı. Suçları operasyonu haber vermemek. Bu tayin furyası kesintisiz devam ediyor. Emniyet müdürlüklerindeki personelin hallaç pamuğu gibi atıldığı il sayısını takip edemedim. Ve bu emniyetçilerin suçlarının ne olduğunu da herkes gibi merak ediyorum.
Hükümet, emniyet ve yargı içinde bir çete olduğunu ve operasyonun bu çetenin işi olduğunu iddia ediyor. Varsayalım ki bu iddia doğru. O zaman hükümet neden bugüne kadar çeteyi temizlememiş? 11 yıldır tek başına iktidar olan bir hükümet böyle bir mazerete sığınamaz. Bu arada ABD başta olmak üzere bazı ülkeler de suçlanıyor ve onların bu olayı tezgahladıkları iddia ediliyor. Ama izlediğim kadarıyla sanıklardan hiç biri bulunan para benim değil, haberim yok, kim koymuş bilmiyorum demiyor. Denilenler şunlar; oğlum villa satmıştı onun parası, bir arkadaşın borcu vardı o para, İmam Hatip Lisesi için yapılan bağış vs. nedense bakan oğulları, banka genel müdürü bankalara güvenmiyor. O kadar parayı evde saklıyor, para makineleriyle sayıyor. Enteresan bir durum.
Bu arada “Adli Kolluk Yönetmeliği” değiştirilerek, polis ve jandarmaya adli olayları, yakalama, gözaltı, arama gibi operasyonları derhal üst amirlerine bildirme zorunluluğu getirildi.
Suçu kanıtlanana kadar herkes masumdur. Dava sonuçlanmadan kimseyi suçlu ilan etmek istemiyorum ama amirlere mutlak haber verme zorunluluğu getiren bu değişiklik ve operasyonu oğlu sanık konumundaki İçişleri Bakanı’na bildirilmeyecek şekilde yürüten emniyet personelinin suçlu ilan edilmesi yaşadığım bir olayı aklıma getirdi: “Bir arkadaşımın özel şoförü sık sık, fazla hız yaptığı için radara yakalanıyor, ceza alıyordu. Arkadaşım bu duruma kızınca şoför; ’Ne yapayım efendim radarı da hep gizli yerlere koyuyorlar’demiş, arkadaşım da ’Tabii ya radar dediğin yolun ortasına konur, üstüne de Dikkat! Radar diye yazılır’ diye şaka yapmıştı.”
Radarları yolun ortasına koymak neyse, 3 bakanın oğlunun ayrıca bir de bakanın adının geçtiği bir operasyon konusunda amirleri bilgilendirmek de odur. Böyle mi olmalıydı?
Demokrasi bir fazilet rejimidir. Demokrasi ahlâk, dürüstlük, dikkat rejimidir. Dikkatsiz adamın namuslu olma iddiası olamaz! Ne yazık ki, 1980’den bu yana ülkemizin yaşadığı “kültür değişmesi” nin sonucu; maddi güç, para; ahlâk, namus, şeref, faziletin önüne geçmiştir. Devletin “sosyal devlet” niteliği kenara itildikçe çaresiz kalan insanlar bütün değerlerini, güzelliklerini ve mukaddeslerini piyasaya terk ettiler.
Dün altın gümüşten, ahlâki değerler altından kıymetliydi. Ne yazık ki artık sıralama ters dönmüştür. Altın en başta, para en önde, ahlâk, namus, şeref sıranın en altındadır. Bu felaketli gelişmeyi, ilk görmesi gereken devlet ve siyaset adamlarıdır. Çünkü onlar seçilmiş, önder kişilerdir. Halk, devlet adamlarını rehber kabul eder. İşte bu sebeple onlar sıradan vatandaştan daha çok kanuna saygılı olmalıdır. Bunun da ilk ifadesi bu alanların açıklandığı an dört bakanın derhal istifa edip, evlerine gitmeleriydi. Ne yazık ki bu tarihi fırsat iktidar tarafından heder edilmiştir. Bu davranış biçimi hukuka saygıyı, fazileti hakim kılacaktı. İstifa etmeleri halinde gelecek bakanlar yine AKP içinden seçileceklerinden aleyhlerine bir gelişme olması mümkün değildi.
Ama şimdi ne oldu? Hazırlık tahkikatı savcılığın takdiriyle iddianame metni haline getirilip mahkemeye sevk edilse, hakimin huzurunda hukukun içinde söylenecek sözler; mahalle kahvesi üslubuyla söyleniyor. Devlet ciddiyeti, hükümet, güvenlik teşkilatı, hakkında beslenen duygular yara alıyor. Memlekete yazık oluyor. En değerli zamanlar heder ediliyor.
Deniz Feneri Davası’yla ilgili, kamuoyuna mal olmuş hükümler, şimdi bu soruşturma için tekrar ediliyor: “Bunun da üstünü örtecekler...”
Tabii “bu örtülüyor” endişelerini haksız görmek mümkün değil. Adaleti, gerçeği her türlü örtme gayreti; bilgi ve belge selinin önünü kesiyor. Böylece akıntısız kalan sudan her gün artan kokular geliyor. Bu kokuşmuşluk, yargıdan kaçış, iktidarın zaafıdır. Onları güvenilmez yapar ve bitirir. İnsanlar iktidarda kendi güçlerine kendilerinin bulunmaz adam olduklarına inandırılır. Bir süre sonra iktidar sarhoşluğu başlar. İşte felaket buradadır. Bizim divan ve halk şairlerimiz bunu çok güzel anlatmışlardır. Bakınız; şair Güvahi diyor ki; “Başına konsa devlet olma azgun/Leşine dem ola kim kona kuzgun.” Evet bir damla sudan gelip bir avuç toprak olacağını unutmayan adam; iktidar sarhoşu olmaz. Sarhoşlukların en tehlikelisi ve insanı en zavallı zaaflara düşüreni iktidar sarhoşluğudur. Öncelikle, iktidarın kendisini aşması her türlü sarhoşluktan uzak durması elzemdir.