İktidarın ironik siyaseti ve dış politika!
Gazeteler Ayşe Sezgin’i Türkiye’nin AB müzakerelerini emanet ettiği ’ilk kadın diplomat’olarak göstermişler. Brüksel’e iddialı giden Ayşe Sezgin “Ben emekli olmadan Türkiye AB’ye üye olacak. Hatta çok daha erken, 2013 diyorum. İstanbulsuz bir Avrupa tahayyül edilebilir mi? Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanlar olabilir, ama bu sürecin dayanağı hukuki belgeler. Türkiye’nin geleceği Avrupa’dır. Avrupa Türkiye’ye yeni bir yaşam organizasyonu getirecek”.
Diplomatımız AB’ye gireceğiz diyor da nasıl girileceğini söylemiyor. “İstanbulsuz Avrupa olmaz” söylemi AB’ye girmek için yeterli midir?
AB’ye Satranç Turnuvasıyla girmek!
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “AB ülkelerine Türkiye’yi daha iyi tanıtmak istediklerini ve bu amaçla Ankara’da görev yapan AB Büyükelçilerini 18-19 Haziran’da Van’a götürerek, Akdamar ve Bahçesaray’da yerel halkla satranç turnuvası ve rafting mücadelesi yaptıracaklarını” söylemiş. Bağış, AB’nin küresel bir güç olması için Türkiye’nin üyeliğinin şart olduğunu vurgulamış. Türkiye’nin AB müzakerelerini 1,5 milyar Müslümanın da yakından takip ettiğini ifade ederek AB için “Türkiye’nin diyetisyeni” benzetmesini yapmış.
Anayasa değişikliği için referanduma gitmek!
Bu arada iktidar, demokrasinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü Anayasa değişikliği için de yoğun bir kamuoyu faaliyeti yürütüyor. İktidar gerekirse muhalefeti devre dışı bırakarak yapacağı anayasa değişikliğini referanduma götürebileceğini açıklamış bulunuyor. Ortak bir anlayış, uzlaşma, dengelerin ustaca oluşturulması yoluyla değil de referandumla bir anayasa değişikliğine gidilmesi doğru bir iş değildir. Herkesin anayasası, herkesin asgari düzeyde de olsa üzerinde anlaşabileceği bir metin olmalıdır. Bir anayasanın referandumla kabul edilmesinin tartışmaları bitirmediğini %94 ile kabul edilen 82 anayasası üzerinde yapılan tartışmalar göstermektedir.
Sorunları hafife almak!
Bütün bunlar Türkiye’yi yöneten iktidarın ne denli sorunları hafife aldığını gösteren kanıtlardır. Çok yönlü, tarihsel ve karmaşık çıkar ilişkilerinin ürünü olan sorunların “satranç” gibi gayri ciddi, “futbol diplomasisi” gibi anlamsız, konser gibi yüzeysel jestlerle çözüleceğini düşünmek, diplomatların zekasını hafife almak demektir.
İki protokol imzalayarak Ermenistan ile “Yüzyıllık tarihi sorunun tarih olduğuna” ya da olabileceğine; Kıbrıs’ta Annan Planını kabul ederek barışın sağlanabileceğine, Barzani yönetimiyle iyi ilişkiler kurarak PKK sorununun çözüleceğine, “Kürt Açılımı” yaparak dağdakilerin silah bırakacaklarına inanan naif bir anlayışla Türkiye karşı karşıyadır. Bu nedenle çözüm olduğu sanılan her adım, Türkiye’nin önüne yüklü bir fatura koymaktadır. Bu anlamda komşularıyla “sıfır sorunlu dış politika” ya da “bir adım önde olmak stratejisi” demek, bir takım tavizler vererek bir süre sorunları görmezlikten gelmek politikası demektir. Bu durum Türkiye’nin dış politikasının hali pürmelalini göstermektedir. Elimizden, gerçek diplomatlara Tanrı sabır versin demekten başka bir şey gelmiyor.