İktidar sızlanır mı çözüm mü üretir?
Teslimiyet iktidarı için üçüncü dönemecin biraz da ‘gerçeklerle yüzleşme’ anlamına geleceği zaten biliniyordu.
Ama “Hele şu aşamayı da bir atlatalım, her şeyin sırası var” mantığıyla zaman kazanmayı ve ‘hayati sorunları’ olabildiğince ertelemeyi tercih ettiler.
Aslında ülkenin ‘sütliman’ olduğunu, her şeyin ‘toz pembe’ göründüğünü pompalayıp durdular.
Sözüm ona Türkiye, bir yapı tarafından ‘sanal iç ve dış düşmanlar’üretilerek kontrol altında tutuluyordu.
‘Bölücü terör’, bu yapının eseriydi; ‘ekonomideki kötü gidiş’ aynı konseptin ürünüydü; ‘hak ve özgürlüklerin önündeki engeller’ bilinçli planlama sonucuydu.
Aslında yapılan, tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi ‘mevcut olana’ karşı bir cephe açıp, bir ‘sövgü korosu’ oluşturarak gerçekleri gizlemekten başka bir şey değildi.
Düne ait ne varsa hepsi “tu kaka” diye karalanıp, habire ‘değişim’ve ‘dönüşüm’ pompalanıp durdu.
Peki neydi aslında değişen?
Önce ‘ara elemanlar’, vitrine serpiştirilen ‘çakma sarışınlar’ üzerinden göz diktikleri koltukları ‘düşürmek’ ve ikinci aşamada o koltuklara ‘yandaşlarını’ yerleştirmek.
Hedefe neredeyse varıldı; onu ‘namazda’ bile yan yana gelmeyen bir takım din bezirgânlarını aynı çatı altında toplayıp, ‘ihaleler’, ‘kayırmalar’, ‘göz yummalar’ ile bir arada tutma hamlesi izledi.
Herkesin ‘ederini’ ödeyip, ‘sus payını’ verip, neredeyse ‘dilsiz şeytana’ çevirdiler.
Sürekli ‘etnik’ ve ‘mezhepsel’ yaraları kaşıyıp, ‘farklılıklara’ vurgu yaparak, milli birlik ve bütünlüğe ağır darbe indirdiler.
‘Milli’ damarları bulunmayan; gençlikleri ‘reformist’ İslamcıların tezgahında heba olmuş olan yönetim kadrosunun yaptığı tek şey, sömürge solcularının yaptığı gibi halkı birbirine düşürmek.
Karşılık da buluyorlar; zira ‘Kürtçe ezan’, ‘Kürtçe hutbe’, ‘Kürtçe mevlid’, ‘ayrı Cuma namazları’vesaire bu kaşımanın en bariz yansımalarıdır.
Dış politikaya ne demeli?
Bir zamanlar kol kola girdikleri, saf tuttukları figürler ‘kâğıttan kaplan’ gibi devriliyor.
Neredeyse 8 yıl boyunca AB’yi arkalarına alıp kendi istikbal ve ikballerini pekiştirenler, nihayet ‘sert kayaya’ tosladıklarını fark etmiş gibiler.
Politikada takiyyenin en âlâsını sürdüren ABD, iktidar mensuplarına ‘pabuçlarını ters giydirmeye’ başladı.
Bakıyorsunuz, İran Kandil’e günde üç-beş sefer operasyon yapıp ihanet şebekelerini ininde vuruyor.
Bizimkiler ise Ankara’nın göbeğinde yutkunup ‘açılım’ üzerine açılım yapıyor; şehitlerin hesabını ‘kendi askerinden’ sormaya yelteniyorlar.
Hani dik duruş; ‘hangi gizli anlaşma’ elinizi kolunuzu bağladı da, ‘eşkıyadan hesap sormak’ yerine ‘kendi askerinizi’ sigaya çekiyorsunuz?
Dağdaki eşkıya “Bu eylemi ben yaptım, ben” diye yırtınıyor, hazretler ‘başka neden’ aramaya kalkışıyorlar.
***
‘Balın tatlı olduğu’ gerçeğinin duvarına toslayan The Usta, bu sefer çok fena çuvallayacak besbelli.
Şimdi akıl hocaları, ‘minareye’ kılıf bulabilmek için yeniden ince işçiliğe başladılar:
- “Dünya ekonomisini kötü günler bekliyor, vaziyetten biz de etkileneceğiz?”
O çok iddialı girdikleri ‘anayasa değişikliği’ için de bahaneler üretmeye koyuldular.
Daha önce “İyi şeyler olacak” diye gülümseyen Cumhurun başı, şimdi “Kötü şeylerin olmasından” endişe duyduğunu dillendiriyor.
İyi şeyler olunca kendilerinde ‘akıl almaz bir güç’ vehmedenler, ‘kötü şeyler’ ortaya çıkınca hemen ‘acuze ihtiyarlar’ misali ‘tekere çomak sokan’ birilerini aramaya başlıyorlar.
Madem artık ‘devlet’ oldunuz, o zaman ‘sızlanmayı’ bırakın da ‘çözüm’ üretmeye bakın
Devlet yönetmek, işin içine ‘külfet’ girince pişkinlikle ‘komplo teorilerinin’ arkasına sığınıp, vatandaşa dert yanmak mıdır?