İkinci Van raporu

Van’da yaşayan bir bürokrat dostum bir süre önce bu köşede yayınladığım bir Van raporu yollamıştı. Kısa bir süre önce ’İkinci Van Raporu’adını verdiğim aşağıdaki raporu yolladı. Muhalefeti, İstanbul’da savcımızın DHKP-C tarafından şehit edilmesinden sonra “teröre karşı omuz omuza durmaya” çağıran Başbakan Davutoğlu’nun yönettiği Türkiye’de Güneydoğu Anadolu’da bir ilimizin durumunu göstermesi açısından bu rapor çarpıcıdır. Davutoğlu teröre karşı mücadele konusunda samimi değildir. Türkiye terör karşısında teslim olmuş bir ülke görünümü vermektedir. Şimdi Van raporunu okuyalım:
“Değerli Hocam; Belki çok yeri tekrarlanmış olmakla beraber, Van özelinde Doğu Anadolu’ya dair bir durum tespiti daha yapmak, âcizane kanaatimce şart olmuştur. Adımın saklı kalmasını istirham ederek bir kere daha halimizi arz etmek isterim.
Daha dün karşılaştığım bir köylü, Aydın’dan arazi almanın ne kadar kârlı bir iş olduğunu, bir sohbet ortamında anlatıyordu. Aydın’dan almak istediği zeytinliğin fiyatı, çoğu memurumuzun bir yıllık maaşından çok daha fazlaydı. Ama köylülere sorsanız, devlet Doğu Anadolu’da vatandaşına yeterli yardımı yapmıyordu.
Bunun ötesinde Doğu Anadolu’nun ücra bir köyünden Kürt kökenli bir vatandaşımız, ülkenin batısını da kendi vatanı olarak gördüğünü söyleyerek bununla övünüyordu. Bu güzeldi elbette. Ama burada garip olan şey şuydu ki vatandaşımız bunun “Barış Süreci” denen safsatayla sağlandığını sanıyordu.
Sohbet meclisinde ortaya çıkan sessiz gerginliğin farkında değildi. Çünkü karşısında, PKK’nın tehdidini, yollarda her gün yaşayan Türkler vardı. Hastasını, çocuğunu il merkezine götürdüğü Van-Hakkâri yolunda, hâlâ PKK etkinliği olduğunu bilmiyor olamazdı. Oysa ona göre “Barış Süreci” ile ülkede sulh ve sükûn sağlanmıştı.
Beri yandan artık köyden batıya gitmek istediğini söylüyordu. O bunu bir sınıf atlama işi olarak görüyordu belki ama köyünden ve civar köylerinden sadece geçen yaz, beş yüzden fazla insanın bölücü örgütün “vergilerinden” dolayı batıya göçtüğünden ya habersizdi ya da habersiz görünmeye çalışıyordu.
Bugün AKP, Türkiye’de Türk adının egemenliğini ortadan kaldırmıştır.
Fiilî bir durum olarak Doğu Anadolu’da vatandaşlar, işlerini görmek üzere PKK’nın siyasi uzantılarına müracaat eder hale getirilmiştir. İki gün önce konuştuğum eski bir köy muhtarı, köyün su şebekesi için gereken vanaları “partiden” (Bölge halkı PKK’nın siyasi uzantılarından kısaca “parti” diye bahseder) temin ettiğini fütursuzca söyleyebilmiş bir de ayak üstü PKK propagandası yapmıştı.
Doğu Anadolu artık sözde “AKP Milletiyle” Kürt etnik ırkçılığının filli hükümeti arasında paylaşılmıştır. Van, Erbil gibidir. Ticari ve sosyal hayatın hareketliliği insanlarda bir gelişme duygusu yaratmakla birlikte “Kürtçe bilmek” artık doğal bir zorunluluk gibi addedilmeye başlanmıştır. Çöp kutularından resmi tabelâlarına kadar belediye, her yerde iki dilli uygulamaya geçmiştir.
Halk BDP ve HDP gibi siyasi etnik ırkçılığın PKK terörüyle ilgisinden habersiz gibidir.
Devletçe sağlanan maaş ve sosyal yardımların “Dünya Bankası’ndan” geldiği, dolayısıyla aslında Türk Devleti’nin burada hiçbir katkısının olmadığı, yıllardan beri en cahil köylülerin bile kafasına işlenmiş bir söylemdir.
Kolordu ve Hudut Alay Komutanlıkları hâlâ yerlerinde durmakla beraber Van şehir merkezinde askeri tesis hemen hemen kalmamıştır. Merkezdeki askeri lojmanların tamamı yıkılmıştır. Merkez Komutanlığı yıkılmış ve arsası ticari bir iş için satılmıştır.
Doğu Anadolu’da şu anda, Türk Ulusal bütünlüğü ortadan kalkmıştır. Kürt kökenli yurttaşlarımızda “Türk olmak” bilinci bitirilmiştir. Türklük artık “batıdan gelen yabancı ve geçici misafirlerden” ibarettir.
Devletin resmi sağlık, eğitim ve emniyet hizmetleri, sadece geçim sıkıntısı yaşayan memurların, maaş farkları ihtiyacından dolayı karşılanabilmektedir. Bunun yanı sıra gene de hizmet aşkıyla çalışan az sayıdaki memurumuz, bölgenin kapalı kültürel yapısıyla ciddi bir uyumsuzluk yaşamaktadır. Bölgenin Türkçe ile tek ilgisi, sağlık ve eğitim hizmetleri sayesindedir.
Öğretmenlerimiz, emniyetin nispeten daha iyi sağlandığı köylerde, hâlâ resmi bayram kutlamalarını Türk Bayrağı ve Atatürk resimleriyle yapmaktadırlar. Bu sevindiricidir.
Sağlık hizmetleri, devletin hiçbir güvenlik teminatı olmaksızın en ücra köylere kadar sadece sağlık görevlilerinin fedakârlıklarıyla sağlanabilmektedir.
Son zamanlarda Van-Hakkâri yolunda seyrek de olsa askeri araç trafiği görülmekle birlikte başta Zernek Barajı olmak üzere bu yol üzerinde hiçbir faal kontrol noktası bulunmamaktadır.
Herhangi bir iç savaş halinde, bölge halkının Türkiye Cumhuriyeti’nden yana davranıp davranmayacağı önceden söylenemez. Bölge halkı “güçlüden yana” tavır sergilemektedir.
Köylerde hane hane gelir durumu, bölücü örgütçe bilinmektedir. Bölge halkında PKK ve siyasi uzantılarıyla ilişki içinde bulunmanın vatana ihanet olduğuna dair hiçbir ahlâkî ve siyasi endişe kalmamıştır. Bu da “Anayasadan Türk adını silmek için” PKK ile iş birliği yaptığı artık ortada olan Siyasal İslâmcı iktidar partisi tarafından meşrulaştırılmıştır.
Siyasi bölünmenin toplumsal alt yapısı hemen hemen tamamlanmış gibidir. Bunun geri döndürülmesi ancak bölgede çok güçlü ve tavizsiz ulusal bir kanun hakimiyetinin yeniden kurulmasıyla mümkündür. Memurunun Türklüğünden emin olmadığı bir devletin, vatanın bütünlüğünü sağlaması mümkün değildir.
Kaldı ki artık bölgedeki tüm resmi kurumların üst düzey yöneticileri Kürttür. Devlet memurları çekinmeden PKK taraftarlığı yapabilmekte bunu sosyal medyada da paylaşabilmektedir. Bebek katillerinin yanında olarak devletten maaş almayı içine sindirmek artık vaka-i adiyedendir. Bunun önüne geçmenin yolu, Doğu Anadolulu memurların bir müddet kesinlikle memleketlerinde görev yapmalarının engellenmesi ve bölücü örgüt sempatizanlığının dahi çok ciddi şekilde soruşturulması ve cezalandırılmasıdır.
Doğu Anadolu’nun Kürtleştirilmesi iyice hızlanmıştır. Van İlçelerinin köylerinde dahi artık Kürtçe isimli levhalar dikilmiştir. Dahası “Doğulu olmak Kürt olmaktır!” bilinci topluma yerleştirilmiştir.
Şüphesiz önceki raporda da temas edilmiş hususlar mevcuttur. Ama durumun vahameti, ne kadar tekrar edilse azdır.
Etnik terör fiziken ortadan kaldırılmadıkça bölge halkında, Kürt devleti kurmak hayali bitmeyecektir. Bölge halkında, siyasetin ahlâkla ilgisine dair bir soyutlama yeteneği yoktur ve etnik bölücülük bu zaaftan yararlanmaktadır. Ahlâkî bir soyutlama yeteneği olmayan Kürt toplumunun tek bildiği şey, “Menfaatin sağlayıcısı, güçlüden yana” olmaktır. Etnik terörün tehditleri bölge halkında devletten yana olmak duygusu yaratmak yerine, “Etnik terörle iş birliği yaparak menfaat temin etmek” bilincini yaratmaktadır. Bu bilinç de Türk’e karşı duyduğu nefreti her gün resmi ağızlardan ifade eden hükümetçe beslenmektedir. Bu yüzden de Türk devletinin gücünün tartışmasız olduğu, bölge insanına mutlaka gösterilmelidir.
Siyasal İslâmcılık tam ve kesin şekilde yasaklanmadıkça...
Etnik siyaset tam ve kesin şekilde yasaklanmadıkça...
Bölücü terör, en son unsuruna kadar istisnasız ve fiziksel olarak ortadan kaldırılmadıkça Doğu Anadolu’nun elde tutulması zor olacaktır.
Bu bir imdat çığlığı olarak duyulmalıdır. Aksi takdirde ikinci bir Balkan faciası yaşanması an meselesidir. Saygılarımla.”
Durum Türk Milletine arz olunur.

Yazarın Diğer Yazıları