İhtiyarların çocukları...
Yeditepeli şehrin zavallı ihtiyarlarının, Kocatepeli şehirdeki ihtiyarlamaya yüz tutmuş çocukları... Aslına bakarsanız ’yedi tepeli şehrin yedi zavallı ihtiyarı’ başlıklı bir yazıydı bu, başlığı çoktandır hazır, yazılmayı bekleyen, hafızamın kuytularında zapt ettiğim kelimelerle örülü bir şekilde saklı duruyordu nicedir. Azâd ediyorum şimdi o kelimeleri, bembeyaz, tertemiz kelebekler gibi konsunlar onların camlarına ve onlara saflığı, temizliği, hesapsızlığı, hasbîliği, idealizmi, yılların mücâdelesinin tertemiz hâtıralarını taşısınlar odalarına ve her birisi toprağa verilen gencecik âşina portreler olarak aksetsinler onların camlarında.
Yazının, ’Yeditepeli’ şehirden, ’Kocatepeli’ şehre taşınması bir kader, ’Yeditepeli’ şehre yazılıp, ’Kocatepeli’ şehrin karanlıklarına taşınması gibi. ’Yeditepeli’ şehirde de karanlıkların içinde karanlığın bizzat kendisi olmuş, ’Kocatepeli’ şehirde de aynı karanlığın çocuklarının trajik hikâyesi bu aslında.
Baştan yenilgiye kurulu büyük bir mekanizmanın ihtiyarları ve çocukları bunlar, artık kendileri ihtiyarlamaya yüz tutmuş çocukları. Kadîm ideallerin sahipliğini Tanrı’nın kendilerine lûtfettiği zehâbıyla, kendilerini bu ideallerin yegâne sahibi olarak görüp, sahte bir Hasan Sabbah cennetinde büyüttükleri ’simülatif bir dâvâ adamlığı’nın oynandığı sahne bu karanlık ’ihtiyarlar sahnesi’.
Milletin vâdisinde millete rağmen, vatanseverlerin vâdisinde vatanseverlere rağmen, cumhuriyetin vâdisinde cumhuriyete rağmen, Müslümanların vâdisinde Müslümanlara rağmen, milliyetçilerin vâdisinde milliyetçilere rağmen at sürerler. Çift dizginli bir attır bu, boşta olan dizginler çocukların elindedir, atı süren dizginler ise arkada oturan ihtiyarın elinde.
Çıkmaları gerektiği zaman çıkarlar sahneye.. O ândan itibaren zihinlerinde yalnızca kendilerine yüklenen vazifeleri vardır...
Vazife vazifedir onlar için, almışlardır kurs, görmüşlerdir terbiye netekim. Dünya âhiret yollarını ayırdıklarıyla, su içmeye gitmedikleriyle ’komite’ oluştururlar ve görenlerin dilleri lâl olur bunların âhengi karşısında.
Müesses nizam, zihinlerinin ’hacer’ül esved’ taşı gibidir. Müesses nizâma hâlel gelmesin de ne olursa olsundur..
Literatür hangi vâdide at koşturacaklarına göre hazırdır, ülke karanlığa doğru gitmektedir, ülke kardeş kavgasına sürüklenmektedir, ülkede şeriat hortlamaktadır.
Bâzen de literatür paketinden, “vatanın ve dâvânın mukadderâtı, millî varlığımıza yönelik açık tehdit” ler çıkar tablet hâlinde. Tedâvüle sokulur derhâl, “yerseniz” diyerek. Yiyen yer, yemeyen yemez, bir kişinin bile yeme ihtimâlidir onların adrenalini yükselten. Ne de olsa karanlığın sahnesidir bu, fısıltı şeklinde sıcak bir nefes gibi üflenir kulaklarına sufleler.
Kendilerine duyulan sevgiler en büyük silahlarıdır. Bu sevgiyi emerler kökünü kurutana dek. Sonra yine beslerler icap ettiğinde yeniden kurutana dek emmek için. Emerler, beslerler, emerler beslerler, emerler beslerler ve devranlarını böyle yürütürler.
Kimilerinin daha zavallı daha acınası vazifeleri vardır. Konumunu korumakla vazifelendirdiklerine ’gerekli’ bütün meclislerde ağızlara alınmayacak şekilde hakaretler ederler yıllarca, fütursuzca. Bitirim kahvelerinde yapılan cinsten hakaretlerdir bunlar... ’İcâzetli küfürbazlar’ın ortaya attığı ’hakaretler oltası’na takılanları ihbar eder hemen en yukarıya.
Muhbirlik eder yani. O muhbirlik ettikçe birilerinin kellesi gider, o muhbirlik ettikçe kendi yerini sağlamlaştırır. Hiçbir kuralı yoktur bu karanlık ihtiyarlar ve çocuklarının sahnesinin, ne etik bir kuralı, ne vicdânî bir kuralı hiç ama hiçbir kuralı yoktur.
Tek kol aralığı hizaya girerler ve ’marş marş’ komutuyla birlikte harekete geçerler, garip bir sinyalizasyon sisteminin ışıklarıyla.
Bilgelik masalları yazarlar. Bu masala önce kendileri inanırlar, sonra inandırırlar. Sonra bunun aslı astarı olmayan bir masal olduğunu söylerler.. Sonra gün gelir, ülkeyi tehlikeli günlerin beklediğini keşfederler âniden ve yine aynı bilgelik masalını arabesk soslar katarak anlatmaya başlarlar yeniden. Milletin en has evlâtları kurban edilirken, askerinin kafasına çuval geçirilirken, devletin kırmızı çizgilerinden Kürdistan haritası çizilirken kılını kıpırdatmayan, kılıçları kınında paslanan, sözleri boğazlarına dizilen, gözlerine mil çekilen ihtiyarlar, kendi statülerini tehdit eden her gelişmeyi boğmak için harekete geçerler.
Zinde güçler, çatık kaşlı baylar, beklerler ki güçsüz düşsündür çocuklar.
Nihâyetinde zafer Allah’a inanan ve güvenenlerindir, ihtiyarlara ve onların çocuklarına değil!..
Men saberâ, zaferâ...