İhanetin kanlı itirafı!..
Bütün Orta Doğu, bağrında gaflet de olan bir ihanetin tuzağına düştü ve 15 yıldır bir türlü kurtulamıyor...
Emirlikler, krallıklar sultanlıklar ve diğerlerinin düştüğü bir tuzaktır bu!.. Gözlerini şatafat bürümüşken, çöl ortasındaki sahte vahalarda, sözde cennet rüyaları görenler bir olamadılar- birlik olamadılar ve nihayetinde emperyalizmin kanlı tuzağında birer oyuncak olmaktan da kurtulamadılar...
Cehaletin, korkaklığın, geri kalmışlığın, uygar dünyadan uzak olmanın gafletinde yaşandı herşey...
Çünkü vizyonsuz yönetimlere karşın altın kaplamalı yaşamların ortasında, milletleri cefa çekerken, onlar uydurma krallıklarının gölgesinde, tarihsel geçmişlerine rağmen soylu ve direnen birer devlet yapamadılar ülkelerini...
Ve nihayetinde Orta Doğu'daki halkların bazıları kendi içlerindeki ihanetin de tuzağına düşerek, liderlerinin yok edilmesine göz yumdular ve millet-devlet olarak darmadağın olmaktan da kurtulamadılar.
Yukarıdaki satırların Kuzey Afrika'dan Orta Doğu bataklığına kadar uzanan bir kaotik coğrafyayı anlattığı ne kadar da açık değil mi?..
Çünkü dünyanın çeşitli coğrafyalarında, kanlı tiyatroların sahnelendiği ortamlarda bile, hiçbir millet çöl körlüğün ortasındaki gibi kendi liderlerinin linç edilmesine göz yummaz ve huzurlarını, varlıklarını ve geleceklerini emperyalist senaryoların hırsına kurban edemez...
Petrol, savaş, linç!..
Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, İran-Irak savaşı ve Halepçe'de kimyasal silah kullanıldığı tartışmaların ardından kendi köşesine çekilmişken bir anda Kuveyt'i ilhak etmeye çalıştı ve daha sonra Amerika'nın beklenen işgali ile yok edildi...
Saddam Hüseyin'i ortadan kaldırmaya çalışanların gerekçesi yalnızca Halepçe katliamı, nükleer silah ürettiği yalanı ya da 11 Eylül saldırılarının arkasında olduğu iddiaları değildi...
Emperyalizmin kara düzeni Saddam'la ilgili "diktatör" tanımlamasını öylesine dehşetengiz boyutlara ulaştırmıştı ki, bu yaklaşım Orta Doğu'da kral- sultan- emir adı altında onlarca diktatör olduğu gerçeğini nasıl kapatamadıysa, Saddam'ın ortadan kaldırılmasının ardından başka diktatörlerin bölgeye hakim olacağı gerçeğini de değiştirmedi...
İşte asıl mesele de budur... Irak coğrafyasında yaşananların tamamının emperyal bir oyun olduğunu gösteren yüzlerce kanıt olabilir ama bunların en önemlisini şu soruyla dile getirmek de yeterli olabilir;
"Saddam Hüseyin katledildi de, Irak düzeldi mi?.."
Çünkü bırakın bugünlerde Irak'ın, hatta Orta Doğu'da bir çok ülkenin Saddam Hüseyin'i arayacak hale gelmesini, işgal sırasında onun Bağdat meydanındaki heykeline terlikle vuran Iraklının pişman olduğunu itiraf etmesi de ortadayken, "diktatör"ün yerine gelen diktatörlerin nelere yol açtığı meydandadır!..
Bir milyonu aşkın Iraklının ölmesi, yüzbinlercesinin ülkesini terk etmesi ve mezhep- aşiret savaşlarının bölgeyi 15 yıldır kan deryasında tutması gibi onlarca vahamet yeni diktatörlerin icraatları değil mi?..
Peki ya El Kaide tetikçilerinin koordinesinde kendi yurttaşlarına linç ettirilen Muammer Kaddafi'nin ülkesinde, sözde diktatörün ortadan kaldırılmasının ardından yaşanan vahşetlere ne demeli?..
Libya'da da artık huzur yok, iç savaş-yağma büyüyor ve Türkiye bile oraya müdahale etmek zorunda kalıyor...
Geçmişte ülke kaynaklarının neredeyse yüzde seksenini kendi yurttaşlarına dağıttığı bilinen Kaddafi'nin ortadan kaldırılmasının ardındaki gerekçe de Kuzey Afrika bölgesinde, Libya'nın en büyük yeraltı kaynaklarına sahip olmasıydı...
Velhasıl, Kaddafi de petrol deryası için kan deryasında kurban edilmekten kurtulamazken kandaşı olan Arap emirler, krallar, sultanlar vahşeti izlemekle yetindiler...
Trump'ın kirli ifşası!..
Suriye'nin, yani Esad'ın da tıpkı Saddam ve Kaddafi gibi kendi içindeki kiralık tetikçilere linç ettirilmek istendiğini anımsatarak, Orta Doğu coğrafyasındaki diktatörleşme tuzağına neden bir kez daha dikkat çektiğimize dönelim...
Dünyanın en önemli ve en temiz su kaynaklarından olan Fırat ve Dicle'nin geçtiği Orta Doğu, bir yandan da zengin yeraltı kaynakları nedeniyle son 50 yıldır emperyalist ülkelerin göz diktiği ve Büyük Ortadoğu Projesi adı altında "Arap Baharı" tuzağıyla işgal edilmek istendiği bir coğrafya...
Bu köşede sıklıkla dikkat çektiğimiz tuzağın asıl gerekçesinin petrol olduğunu dünya alem bilirken, bunun bizzat en büyük petrol avcısı Amerikan başkanınca, televizyon kameraları önünde itiraf edilmesi dünya kamuoyunun en önemli gündemi haline geldi...
Daha geçen hafta, yani İranlı General Kasım Süleymani'nin katledilmesinden birkaç gün sonra İran füzeleri ABD'nin Irak'taki hangarlarını vururken Pentagon'un Orta Doğu'dan çekilmesi gündeme gelmiş ve ABD Başkanı Trump, bölgeden çekileceklerini, Amerika'daki petrol kaynaklarının zaten kendilerine yettiğini iddia etmişti...
Trump böyle konuşurken, ABD yetkilileri nasıl olduysa Irak'tan çekilmenin söz konusu olmayacağını açıklayınca, Trump Amerika'nın asıl hedefini tüm pervasızlığıyla açıklamaktan kaçınmadı... Fox News'a konuşan Trump şunları söyledi;
"Türkiye ile Suriye arasındaki sınırdan askerlerimizi çektim. Bu oldukça başarılı bir adım oldu. Neler olduğuna bir bakın. Bu sınırda bin yıldır savaşıyorlar. Bunu niye biz yapalım ki?.. Benim için Suriye'de askerlerimizi bıraktı diyorlar. Ne yaptım biliyor musunuz? Petrolü aldım... Askerlerimizi petrol almak için bıraktım. Orada sadece petrolü alan askerlerimiz var, onlar petrolü koruyorlar. Ben petrolü ele geçiririm. Petrolü alırım..."
Emperyalizmin kendi çıkarları için gerekirse kralları-devlet başkanlarını linç ettirmekten, halkları birbirine düşürmekten, iç savaş çıkarmaktan, bunun için dinci adı altında terörist gruplar yaratmaktan kaçınmayacağının da itirafıdır Trump'ın sözleri...
Peki; ABD gibi ülkelerin gözünü petrol uğruna kan bürümüşken, utanç verici gaflet- dalalet- ihanet, korkaklık, uyuşukluk içinde bir türlü gözlerini açarak gerçeği göremeyen- direnemeyen ve onurlu bir duruş sergileyemeyen şu Orta Doğu ve Afrika coğrafyasındaki, kral, emir kılıklı zavallı zihniyetlere ne demeli?..
Asıl suçlu kim acaba; işgal eden mi, işgale boyun eğen mi?.. İşte asıl mesele...