İhaleyi "konuşmayanlar"a yıkmadan önce…
Türkiye'nin en köklü sağlık markalarından biri olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde ameliyathane yoğun bakıma dönüştürüldü.
Ordu'da, servis ve ameliyathaneleri dönüştürmek de kâr etmedi; hastanelerin yemekhane ve otoparkları "yoğun bakım" haline getirildi.
Gaziantep ve Diyarbakır, yeni kazılan ilave mezar yeri görüntüleriyle gündemde.
Covid-19'a yakalanan sağlık çalışanları, hasta halleriyle çalıştırılmaya başlandı.
Hepsi görünen köydü.
***
Sustular, konuşmadılar derken kantarın topuzunu kaçırıyoruz bazen; Türkiye için "resmi olarak" bir yıla yaklaşan Covid-19'la mücadele sürecinin ilk gününden itibaren "bugünlerin geleceğinin" uyarısını yapan bilim insanları vardı. Bilim Kurulu'nda da vardı; kurul dışında da vardı.
Sorun, konuşma makamındakilerin konuşmamış olmalarından ziyade, onları dinleme, onlara kulak verme, onların tavsiyelerini yerine getirme makamında olanların bunları yapmamış olmaları. Siyasi ve ekonomik kaygı/korkuların, "bilim ve vicdan"a baskın çıkması.
Tek iktidar mı?
Toplum çok mu farklı?
Her "konuşan" bilim insanını can kuşağıyla dinledik de, sözlerinden çıkmadık mı?
Misal, sokakları, toplu taşıma araçlarını, meydanları dolduran o kalabalıkların tamamı "çalışmak zorunda olanlar" mı?
"Korona partileri" filan diye toplumun çok dar ve marjinal bir kesiminin hayat tarzını hedef alıp, serbest vuruşta bulunmak kolay da, bugün bile hâlâ, bugün, sizin bu yazıyı okuduğunuz saatte bile komşuculuk oynayan hanım teyzelerimiz, goygoyun adını "iş toplantısı" koyup da, ipini koparmış gibi dolaşan aile babaları yok mu etrafınızda?
Bütün Türkiye Ordu'laşma yolunda…
Önceki gün, Tekirdağ'dan bir yakınım aradı; ailedem biri. Covid-19'a yakalanmış başka bir tanıdığının durumunu anlattı. Teşhisi konmuş, hastanede yatması gerekiyormuş fakat yatak olmadığından yatışı yapılamıyormuş. Yardım istedi. Aklıma kim gelirse tek tek aradım; son günlerde vakaların yüzde yüz artış gösterdiği şehirler arasında yer alan Tekirdağ'da yatak, hele de yoğun bakım yatağı bulmak olanaksızdı. Keza, servisler burada da birer birer yoğun bakıma dönüştürülmeye başlanmıştı.
***
Bu "yatak arayışı" sırasında öğrendim; daha önce es geçmişim. Özel hastaneler, PCR testi pozitif olmayan hastaları kabul etmeye yanaşmıyormuş meğer!
Virüs ciğerlerinize kadar inmiş ama yüzde 60'a kadar hata payı olduğu söylenen testle bunu belgeleyemediğiniz sürece devlet nezdinde "Covid-19 hastası" sayılmıyorsunuz ya; hastası sayılmadığınız hastalığın ödemesi yapılmadığı için -istisnalar elbette vardır, var olduğuna inanmak istiyorum insanlık namına- elini taşın altına sokmaya yanaşmıyormuş hastaneler de bu durumda.
***
Demem o ki; otoparklarına yoğun bakım çadırları kurulan Ordu yalnız değildir; diğer şehirlerin de o hale gelmesi gün saat değil, an meselesidir.
Hepimiz Ordu'yuz!
Aklımızı başımıza devşirmek için ceset torbalarının da sokaklara dizilmesini mi bekliyoruz?
Utanmazlık!
Bir yandan, Duygu Doğan, Azra Akıncı, Peri Berker, Nil Karabina, Eda Asar'dan oluşan Ritmik Jimnastik Grup Milli Takımımızın, bu branşta Türkiye'ye kazandırdığı ilk Avrupa Şampiyonluğu'yla umutlanıyoruz. Rakiplerinden önce, "Antrenör yok" diyenleri, "Salon yok" diyenleri yene yene o kürsüye çıkmış o pırıl pırıl kız çocuklarına bakıp "Olimpiyat niye olmasın" diye hevesleniyoruz.
Diğer yandan, bu "milli başarı"nın haberini, sporcularımız sanki yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi "buzlayarak" vereceğini hatta öyle bile vermeyeceğini bildiğimiz paçavraların "gazete", yaptıkları sporu "ahlaksızlık", "namussuzluk" diye tanımlayan insan müsveddelerinin "gazeteci" sayıldığı bir ülkede yaşadığımızı hatırlayıp utanıyoruz.
SORU-YORUM
"Ordumuz vurdukça, ses CHP'den geldi" diye yazan Hilal Kaplan, hani şu, "TSK gerçekten peygamber ocağı olsa Arife günü kan döker miydi" diye yazan Hilal Kaplan mı?
Riyakarlığını sevdiğimin medyası…
Karısını, kızı yaşındaki bir genç kadınla aldatan, ondan evlilik dışı çocuk yapan, bütün bunları toplumun gözü önünde ve sanki marifetmiş gibi yaşayan kişinin televizyon kanalında, jüri üyelerinden birinin karısını aynı programda birlikte çalıştığı editörle aldattığı yarışmada, yarışmacılardan biri "çocuk yaşta" yaptığı "terbiye sınırlarını aşan sosyal medya paylaşımları" gerekçe gösterilerek elendi.
Evvelce, böyle naylon bir toplumsal sorumluluk şovu görülmüş müdür bilemiyorum ama alkışlıyoruz kendilerini…
Gencecik insanları, hiç aynaya bakmadan, sütten çıkmış ak kaşık edasıyla hunharca eleştirebilmek, çocukluk hatalarının üzerinde tepine tepine rencide edebilmek herkese mahsus olmayan birtakım kabiliyetler gerektirir sonuçta değil mi!