İftira kapıyı çalmadan girer!
MHP Genel Başkanı Bahçeli “aynı merkezin ürünü” dediği gizli kayıt olaylarını
değerlendirdi: Bu bir korku senaryosu değil Türkiye’nin yeni gerçeği.
Merkezi hep Ankara bilinir ama “politika” eğer Aristo’nun tanımındaki gibi “halka dair yapılan etkinlikler” se eğer, “sokakta” güzel aslında; halkın içinde ve onunla bir/bütün olmuş biçimde...
Çıktığın kürsüden “halk” a bakarken, kendini onlardan yukarıda sayıyor ve onları da “sana dair katkıları” na göre kategorize ediyorsan, ona göre bir değerler hiyerarşisi kronikleşmişse zihninde; bu temelin üzerinde yükselen politikanın adı belli; “ucube”!
“Siyaseti bu çirkinliklerden arındırmak lazım” diyen Bahçeli’nin yüzünü mesken tutan bulutlar da, ancak “kirli tezgah” ın kapsama alanından çıkınca “halkla bütünleşince” dağılıyor. Mikrofonu eline alıp hiç kürsüye bile çıkmadan, insanlarla omuz omuza, seslerinin kendi sesine karışmasına izin vererek dolaştıkça, bir süre şahit olamayız sandığımız gülümsemesi geri geliyor...
Diğer partiler de aynısını yapsın
Siz şimdi “Yok artık bir de zil takıp oynasın partisinin başına gelenlerden sonra” deyip abarttığımı düşünüyorsunuz ama öyle değil.
Bir kere mevzu “partisinin başına gelen” değil Bahçeli’ye göre; bu metotla “Türkiye’nin başına gelecek olan”.
İkincisi de seçmeninin sağduyu kültürünü tecrübe etmiş olmanın özgüveni var artık MHP liderinin üzerinde... Halkın gerçeği ile sanal balonlar arasındaki uçurumu görme fırsatı buldu önceki gün Düzce’de.
Mesela Akçakoca’nın fındık üreticisinin önceliği öyle başka ki, umurunda bile değil, insanların hayatlarına tecavüz sanki bir erdemmiş gibi bu tecavüzden doğan “kaset” leri erdemsizlik olarak sunanların yaydıkları... Mesela bir adam “Recep Tayyip” adını koyduğu oğlunu da almış yanına, alkış tutuyor Devlet Bahçeli’ye kalabalığın en önünde Gölyaka’da...
Düşsün isteyenlerin, ayağına taktıkları çelmeyi görüp bir “sıçrama” yapabilir MHP şu skandaldan sonra.
Bolu-Düzce gezisinin son durağı olan Akçakoca’da oturduğumuz küçük balıkçı lokantasında yaptığımız sohbette, “Biz gerekli tedbiri ve kararı aldık. Bahsi geçen iki arkadaşımızın incelemesi devam edecek. Ancak seçim sürecine girdiğimiz için milletvekili adaylığından ayrılmaları ve partideki görevlerini bırakmaları talimatını verdim” diyerek üzerine düşeni yaptığını ifade ediyor ve ekliyor Bahçeli:
“Dilerim ki bundan sonra diğer siyasi partiler de böyle davranabilsinler.”
NTV’nin düştüğü durum, zavallılık
“Bundan sonra her türlü iftiraya, her türlü teknolojik oyuna her insan muhatap olabilir” Bahçeli’ye göre, “Önemli olan bu tür yanlış gelişmelerin, internette yer alışların, kalkıp çok ciddiye alınmış haberler olarak algılanması ve uygulanması...”
Dünkü notlarımızda da bahsettiğimiz NTV vakasından örnek veriyor:
“NTV bizim faaliyetlerimize katılmayan bir televizyon. Ama şimdi ” bir tek soru için“ gelmiş. Biz 12 Haziran seçimleri öncesinde inandıklarımızı, bildiklerimizi halkla paylaşmaya çalışırken siz buna hiçbir katkı sağlamıyorsunuz ama böyle bir konu üzerine zahmet buyurup Ankara’dan buralara kadar geliyorsunuz. Bu televizyonculuk mu! Bu zavallılıktır. Akşama kadar da yanımda dolaştılar. Fark ettim ve Ankara’ya talimat verene kadar hiçbir şey söylemedim. Halbuki akılcı davransalar, sabretseler saat 17.00’da benim cevabımın ne olacağını görecekler.”
Tanzimciler amacına ulaşamayacak
MHP lideri geçmişte Deniz Baykal’ın bir “kaset” komplosuyla CHP Genel Başkanlığından uzaklaştırılması olayını “siyasi tarihimize kara bir leke olarak geçecek tertip” olarak tanımlamış ve “Burada esas üzerinde durulması gereken nokta, Türk siyasetinin gizli mihraklar tarafından tanzim edilmeye çalışılıyor olması, kritik bir sürece giren ülkemizde siyaset aktörleri üzerinde yoğun bir kampanyanın başlatılmış bulunmasıdır. İki kişiye ait olduğu iddia edilen görüntülerin, özel hayatın dokunulmazlığı ve gizliliği ilkelerini hiç dikkate almadan ve umursamadan, medya üzerinden ahlaksız yöntemlerle sızdırılması tarifi olmayan bir alçalma halinin son şeklidir” demişti.
Şimdi “tanzimcilerin” aynı yöntemle MHP kıyılarına demir pardon “telekulak/telegöz(!)” atmış olması karşısında da bu tavrı sürdürmekte kararlı:
“Türkiye hemen her konuda bir tahribat, yozlaşma sürecine girmiştir. Türkiye’de siyaset çok çirkinleştirilmiştir ve bu yönüyle büyük bir kayba uğramaktadır. Siyasetin kendi kavramlarının yerine insanları birbirlerine karşı bitmez tükenmez bir husumete sürükleyecek çirkinlikler geçirilmiştir. Bunları yapanları, yayınlayanları araştırdığınızda karşınıza aynı merkez çıkıyor. Birbirlerine benzer üsluplar var. Bunda da zannediyorum ” farklı ülkücüler “ tabiri kullanılmış. Demek bunlar bir merkezin planlamasıdır. Ama bundan yarar ummak isteyenler zannetmiyorum bir fayda sağlasınlar. Bu tür şeyler netice vermez. Halkın algılaması da çok farklıdır...”
Her iftiranın karşılığı bu olmaz
Seçim gününe kadar benzer olaylar tekerrür ederse parti içindeki muhataplarına dönük tavrının aynı olup olmayacağı yönündeki soruya şöyle cevap veriyor Bahçeli:
“Tabi bu bir kapı aralığı olmaz. Her türlü iftiranın karşılığında alınma olacak anlamı taşımaz. Ama bundan sonra çok daha araştırıcı olur insanlar. Bu konular üzerine çok daha ciddi gidilir. Bugün için olmazsa iki sene sonra gidilir. On sene sonra gidilir. Kalkıp da otuz sene sonra 12 Eylül’ü sorgulayanlar, otuz sene sonra bugünün siyasetini çirkinleştirenleri sorgulasa çok mu olur yani?”
Çayın taşıyla kuş vurmaya çalışıyor
“Bizim kaset siyasetiyle işimiz olmaz” diyen Bahçeli, bundan yarar sağlamayı umanlara da sert uyarılarda bulunuyor. Özellikle Erdoğan’a yönelik “iftira” hatırlatması manidar:
“Başbakan’ın konuşmalarında hiçbir güzellik yok. CHP’nin mevcut genel başkanını sorgularken ” Sen kaset olayından dolayı genel başkan oldun“ diyor. Bundan daha seviyesiz bir cümle olabilir mi? Yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun birikimi tecrübesi, siyasi hayata atılışı, konumu hepsini sıfırlayacaksınız, ne olduğu henüz belli olmayan büyük bir iftirayla karşı karşıya kalan ve Türk siyasetine önemli katkıları olan bir zatın bir iftiraya kurban gitmesi üzerine onu suçlayacaksınız. Yani aklınca çayın taşıyla kuş vurmaya çalışıyor. Yarın bu döner dolaşır döner dolaşır birilerine gelirse ne olacak? İftiranın bir ölçüsü olur mu? O bakımdan siyasetin bunlardan arınması lazım. Siyasete güzellik katmak lazım.”
Arınç ve Erdoğan’a Kasımpaşalılık dersi:
‘Çakal’ bir fabl karakter mi La Fontaine’le ne ilgisi var
Bahçeli’nin, Tayyip Erdoğan ile yaşadığı “bozkurt-çakal” polemiğine dahil olan AKP’li Bülent Arınç’ın “La Fontaine masalları” benzetmesini ti’ye alırken yaptığı esprilerle hava iyiden iyiye şenleniyor. “Kasımpaşa kültüründe çakal et obur bir hayvanı mı tarif ediyor ki La Fontaine’le özdeşleştirme imkanı olsun. Öyle anlaşılıyor ki bunların ” Kasımpaşalı“lığı da sanal” diyen Bahçeli, bu dakikalarda deplasmanda maç kazanmış bir teknik adam gibi; her zamanki nezaketi ile “kabadayı” kültürüne dair bilgiler veriyor yanındakilere:
“Siz bir siyasetçiyi topluma ”Kasımpaşalı“ eklemiyle takdim ediyorsunuz ve Kasımpaşalılığın da bir kabadayı kültürü içerisinde algılanmasını temin ediyorsunuz. O zaman o kültürde ”çakal“ kavramının et obur bir hayvanı simgelemediğini, ayrı bir yeri, anlamı olduğunu da bilmeniz gerekir. Bunun La Fontaine’nin hayvanlar alemi ile alakası yok, La Fontaine bu ”çakal“ı da bilmez. Fransız kültüründe bu yok. Bu bir kültür meselesi. Demek ki ”Kasımpaşalı“ kavramının Sayın Başbakan’a eklemlenmesi de sanal. Çünkü o hayatı, o alemi, o dünyayı bilmiyor. Oradaki kavramları bilmiyor. Bilse bizim söylediğimiz ”çakal“ın bir ”fabl“ karakteri olmadığını algılamış olurdu.”
Anayasa Mahkemesi kuruluşunub AKP binasında da kutlasa olurdu
Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü töreni için CHP gibi MHP’ye de herhangi bir davet gelmemiş. Ama davet edilmemiş olmayı çok da önemsiyor Bahçeli. Çünkü ona göre “Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunu kutlamak, AKP’nin kuruluşunu kutlamakla eş değer, benzer hale
getirildi.”
Haşim Kılıç’ın partizan algısı yaratan açıklamalarından sonra “Bir tek kuruluşun kutlandığı bina farklılığı” diyerek yüksek yargının siyasallaşmasına dikkat çekiyor MHP lideri: “Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunu AKP binasında da kutlayabilirlerdi. Fark eden bir şey kalmadı. Onun için 12 Haziran seçimleri çok önemli. Türkiye mutlaka, her alanda olduğu gibi yargıda da bir toparlanma ve onarım süreci yaşamalı. Gelinen noktada her şeyin çivisi çıkmış, her şey yerinden oynamış
durumda.”