İdealleri için başını verenler
Değerlerle o değerleri savunanların samimiyeti arasında yakın bir ilişki vardır. Büyük insan, alkışlanan değil inandığı dava ve ideal için kafasını vermeyi göze alan insandır. Bu insanların düşündüğü ile söylediği; yaptığı ile inandığı şeyler birbirine benzerdir.
Değerleri, ilkeleri ve hatta inançları duruma ve şartlara göre eğip büken insanların önce samimiyeti sorgulanmalıdır. Bu tür insanlar, inandığı için mi yapıyorlar yoksa yaptığı için mi inanıyorlar sorusu cevabı bilinmesi gereken ilk sorudur. Değerleri amaç olarak mı, yoksa araç olarak mı kullandığı da cevap verilmesi gereken diğer sorulardan bazılardır.
Her dönemde yeni bir değer edinen, her iktidar ile yeni bir şekle bürünen, çıkara göre inanç edinenler değerli değillerdir. Her şeyi amaçları için kullandığını sananlar gerçekte bazı dünyevi çıkarlar için kendilerini kullandırmış olurlar. Maddi ve fiziki değer için manevi ve ahlaki yanlarını rehine verenler geçici kazanımlar için ebedi geleceklerinden vaz geçenlerdir.
Uğruna prangalar eskitilen inançlara saygı esas olmalıdır. İnandıkları için özgürlüğünden hatta canından vaz geçmeyi göze alan insan saygındır.
Daha somut yazarsak: Etrafta “her insanın bir fiyatı vardır. Yeter ki sizde onu satın alacak kadar para olsun” diyenler de vardır. Böylesi de, insanı, fiyatı ve misli olmayan tek varlık olarak göreni de vardır. Her değeri ticaretin konusu yapan da vardır, hiçbir şeye sahip olmadığı halde hiçbir şeyin de kendisine sahip olmasına izin vermeyen de vardır. Sorunu “olmak” olarak da “sahip olmak” olarak da ele alan vardır.
İlkenin, değerin, ahlakın, inancın hemen her şeyin sadakati de ticareti de söz konusu olabilmektedir. Çoğu kez masum bazı insanların başını alırken cesur olanlar, kendi başları alınırken aynı cesareti gösteremezler. İstisnai olarak zulmün ya da zalim bir çağın bazı evlatları hem zalimliklerini hem de mazlumluklarını aynı biçimde yaşayabilirler.
Bu tür insanlar kazanımlarını vermektense kafasını vermeyi tercih edebilirler. Birden onların şöyle kükrediklerini görebilirsiniz: “Eğer fikir istiklaline malik olmayacaksak sükûtumla bir diktatörün cinayetlerini kolaylaştırmaktansa, onun naaşıma basarak zulüm tahtına çıkmasını tercih ederim!” Aslında onlar zalim olmaktansa mazlum olmayı tercih edenler değildir. Onlar değerini vermektense derisini vermeyi göze alanlardır.
Bu dünyayı gerçekte değiştirenler her anlamda aşırılığın sınırını zorlayanlar olmuştur. Sessiz, gözsüz ve tasasız yaşayanların bu dünyaya çok da bir şey ilave ettikleri söylenemez.
Bu dünyadan “Cellat, başımı gövdemden ayırdıktan sonra saçlarımdan tut ve onu şu kalabalığa göster! Başım buna değer” diyenler de geçmiştir. Hakkında son kararın verilme aşamasında “Bu adam, sesimi kısmak ve hakkımı savunmaktan beni alıkoymak için buraya yalnız cesedimi getirtti, ama ben onu cesedimle tepeleyeceğim” iddiasını sürdürenler de aynı dünyada yaşamıştır.
İnançlar, idealler ve değerler fiziksel olarak bir kişiden ya da bir toplumdan diğerine aktarılamaz. Onlar bir tene, ruha, vicdana ve zamana yapışık olarak yaşarlar. Ten, vücut ve ruh göç edince onlar da gölgeleri de bu dünyadan onlarla birlikte göç eder. Yalnız iyi adamlar değil, kötü adamlar da beyaz atlara birlikte binerek öbür tarafa gitmişlerdir.