İblis’in bir defa yaptığını her gün defalarca yapmak!
Velîlerden Mâlik’in evine hırsız girmiş. Çalacak bir şey bulamayınca savuşup giderken Mâlik seslenmiş:
- Selâmünaleyküm.
- Aleykümselam.
- Dünyalık edinemedin, âhiretin için bir şey kazanmak ister misin?
- İstemez miyim, isterim elbet.
- Öyleyse şu ibrikteki su ile abdest al da iki rekât namaz kıl şuracıkta.
Hırsız abdest alıp iki rekât kılmış. Memnun olan Mâlik:
- Ağa, demiş, sabaha kadar burada kal, karnını da doyur. Hırsız sabaha kadar Mâlik’in evinde kalmış. Sabah olunca Mâlik ile hırsız sabah namazını cemaatle kılmak üzere mescide gitmişler. Mâlik’i görenlerden biri, “Bu yanındaki adam hırsızdır” deyince, Malik’in cevabı şu olmuş:
- Evet bizi çalmaya gelmişti, biz onu
çaldık!
***
İster şahıs olalım, ister bir siyasi parti, ister hükümet, ister devlet; hedefimiz “batırmak” değil “kurtarmak” olmalı.
Böyle bir yazıyı “evliya olmak” için yola çıkanların “hırsız olduğu” bir zaman diliminde yazmak ihtiyacı hissettik, oysa biz insanız, Müslüman’ız, yani yaratılış gayesi “imha etmek” değil “ihya etmek” olan Allah kullarıyız, yani bize düşen “Hırsızı evliya” yapma gayreti içinde olmaktır.
Bunun mümkün olduğunu Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed(s.a.s) göstermiştir. Cahillerden ve canilerden adalet denince ilk akla gelen, hayâ denince ilk akla gelen, cesaret ve cömertlik denince ilk akla gelen bir nesil yetiştirmiştir.
Sakın ola ki, “O peygamberdi, biz yapamayız” demeyiniz. Böyle demek, böyle düşünmek, “Allah(c.c.), ancak Peygamberlerin yaşayabileceği bir din emretti” demek olur, hayır, öyle
değildir.
Peygamber de, ashabı da, Ensar ve Muhacir de sizin bizim gibi “insan” dılar. Acıktılar, hasta oldular, kavga ettiler, evlendiler, boşandılar, savaştılar, mal-mülk topladılar, siyasetle iştigal ettiler, devlet yönettiler, günah da işlediler; ama hemen, ânında tövbe ettiler.. Hz. Abbas(r.a.) gibi âlim olanları da vardı, ömrü cephelerde geçtiği için bir köy imamı kadar namaz suresi ezberinde olmayan Halid bin Velid’ler de vardı.
Ve onlar da başardılar..
Ama hep “doğru bir itikat” ve “sağlam bir niyet” üzerine oldular.
Allah(c.c.) samimiyetlerini ve cehtlerini gördü, onları sevdi, övdü, kendilerinden razı oldu ve muvaffak kıldı.
***
Gözünün üstünde kaşın var diyene “alçak”, şu işleri galiba yanlış yapıyorsun diyene “şerefsiz” dersek, bu Peygamber ahlakı olmaz, olsa olsa lanetli şeytanın değirmenine su taşımak olur.
Başkası ne yaparsa yapsın hor ve hakir gören ve kendi yaptıklarının cümlesini beğenen amirlerle, liderlerle, devlet adamları ile, aile reisleri ile varılacak akıbet ne kötü bir akıbettir.
Önümüzde bir seçim var.
Ülke ortadan ikiye bölünmüş durumda.
Elbette rekabet olacak, elbette “karşı taraf” olumsuzlanacak ve elbette herkes kendini “en iyi haliyle” anlatacak...
Lâkin...
Yalana ne gerek var? İftiraya ne gerek var? Hakarete ne gerek var? Çarpıtmaya ne gerek var? Bu tür davranışların cümlesi Allah’ın, “Kulum yapma” dediği şeyler değil midir? Elbette öyledir ve sen yapma denileni yapmakla, “Ben Seni değil, nefsimi dinliyorum” demiş olmuyor musun? Bir bakıma, “Bu işler Senin bildiğin gibi işler değil, böyle olmayınca olmuyor” demek istemiyor musun?
İyi de...
Bunu İblis bir defa yaptı, ebedî cehennemlik oldu.
Sen hemen her gün, lider olarak, amir olarak, işadamı olarak, ev reisi olarak, fert olarak bir değil birkaç defa yaparsan akıbetin ne olur, peşine takılanların akıbeti ne olur, hiç düşündün mü?
Bence düşünsen iyi olur.
Düşünsek iyi olur..