Hüseyin Çelik’in bin yıllık şuuraltı
AKP’li Hüseyin Çelik’in CHP’nin Suriye politikasını Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine bağladığı sözleri kanımı dondurdu.
Hüseyin Çelik’i dinlerken, “Ülke için onlardan (Kızılbaşlar) daha amansız düşman yoktur...” diyerek Alparslan’ı fiştekleyen Nizamülmülk geldi gözümün önüne! Bedeli “Büyük” Selçuklu Devleti’nin çökmesiydi...
Hüseyin Çelik’i dinlerken, Şah İsmail’in “İstemiyorum ki, Timur zamanınında benzer bir karışıklık meydana gelsin... Sonuncu pişmanlık fayda vermez... Uzak görenlik yolu ile hareket edilsin” uyarısını yok sayıp, “Onlara sempati gösteren ve yardımcı olanlar da kâfir ve dinsizlerdir. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların vazifesidir” diye Yavuz Sultan Selim’i fiştekleyen Müftü Hamza geldi gözümün önüne! Bedeli et ile tırnağın “kanlı” ayrılık hikâyesiydi...
Hüseyin Çelik’i dinlerken, “... ol tarafın Türk’ü Kızılbaş’a tutkun idiler” deyip, Türkmenler için, “hırsızluk ve haramilik eyledüler deyu iddia eyleyüb haklarından gelinmesi” biçimindeki gizli imha emirlerine onay veren Hoca Sadettin Efendi geldi gözümün önüne! Bedeli -emperyalist parasıyla tertiplenen suni Arap Baharı neymiş- Baba Zünnun, Kalender Çelebi, Şeyh Celal; Anadolu tarihinin görüp görebileceği en büyük halk ayaklanmasıydı...
Hüseyin Çelik’i dinlerken, “Kızılbaşların yenilmesinde yararlılık gösteren Kürt beylerine devlete karşı gösterdikleri öz kulluk” karşılığı “ebediyete kadar” toprak tahsis eden Kanuni, “Kızılbaşlara kılıç sallayarak Allah yolunda gaza ve cihat edegelmiş Kürt emirleri” nin sırtını sıvazlayan III. Murat, halkın aşiretlere ezdirilmesinin başlangıcı olan Hamidiye Alayları’nı kurmuş Abdülhamit geldi gözümün önüne...
Bedeli Türk’ün “köyünü, çiftini, çubuğunu bırakıp terk-i diyar etmesi, cilayi vatan eylemesi”ydi...
Hüseyin Çelik’i dinlerken Derviş Mehmet geldi gözümün önüne, hepsi de aynı tarikata mensup olan sarıklı, cüppeli ve çember sakallı grubun, bırakın aynı tarikata aynı dine bile mensup olmadıkları İngilizler’in sponsorluğu ve Yunanlıların alkışları arasında işledikleri Kubilay cinayeti! Bedeli, Şehit Teğmen’in adını her anışımızda dudağımızdan dökülen ilk sözcükte kendini gösteren onulmaz bir nefret değil mi?
Hüseyin Çelik’i dinlerken Kahramanmaraş geldi gözümün önüne, Çorum, Sivas... İçimden Çelik’in gözlerine baka baka, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 12 Haziran seçimlerinden önce hemen her mitinginde, her demecinde tekrarladığı o soruyu sormak geçti: “Ergenekon’u, Balyoz’u araştırıyorsun. Sivas’ı niye araştırmıyorsun? Kim yapmış, kim?”
Hüseyin Çelik’i dinlerken “Türkiye yavaş yavaş Suriye gibi Baasçı rejim olma yolunda hızla ilerliyor” diyen Cuma dergisinin manşetleri akıp gitti gözümün önünden... “Suriye’de halka kan kusturan kanlı bir Alevi Diktatörlüğü” hüküm sürmektedir” diyen Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren, Hasan Celal Güzel geldi gözümün önüne... Yarattıkları “Suriye sendromu” paranoyasının bedeli 28 Şubat’ın en bariz uzantısı olan AKP’ydi; daha ne olsun!
Ve Hüseyin Çelik’i dinlerken rahmetli Cemal Şener geldi gözümün önüne... Şöyle demişti bir söyleşimizde:
“İki üç Alevi subay, iki üç Alevi hakim oldu diye yargılanıyorsa, Kılıçdaroğlu Başbakan olursa bunu burnumuzdan getirirler!”
Hiç haksız değilmiş meğer...
Çelik Kılıçdaroğlu’na dair -bütün şuuraltını açığa vuran o sözleri söylemeden önce, “aklıma kötü şeyler geliyor” demişti ya... Haklı, aklına gelenler de, dilinden dökülenler de Türk Milletine birarada yaşayabilme kabiliyeti dahi kaybettirebilecek derecede “kötü” hem de “çok kötü” şeyler!
Madem öyle!..
Belki de en iyisi Hüseyin Çelik’e şu soruyu sorarak hafiften bir empati yapmasını sağlamak:
“Siz neden Suudi Arabistan’daki insan hakları ihlallerini hiç mesele etmiyorsunuz? Neden Suudi Kral’la dostluğunuza zerre kadar halel getirmemek için aşırı özen gösteriyorsunuz? Suudi rejimi yüzde kaça yaslanıyor, neden hiç merak etmiyorsunuz? Yoksa... Yoksa... Aranızda Sünni dayanışması mı var?”
Ahmet Hakan / Hürriyet
Özel uçakla ev gezmesine giderken Baasçı değil miydi?
CHP’nin “Baasçı genlerinin” ve liderinin “mezhebinin”, Suriye’deki yüzde 15’lik kitlenin iktidarına destek verme sonucunu yarattığını söylüyor.
Çelik’in mezhep çatışmasını körükleyici -ki bu da bir nefret suçu sayılmalı- bu ifadeleri, AKP iktidarının bu meselelerdeki bakışını da ortaya koyuyor.
Tabii aynı bakışla bugünkü hükümetin hiçbir sorun yaşamadığı bazı Arap ülkelerindeki anti-demokratik uygulamalara ses çıkarmıyor olmasını da bir tür mezhep dayanışmasına bağlamak mümkün. İşin ilginç tarafı da şu ki Türkiye, Suriye ile tarihin en iyi ilişkilerini bu hükümet döneminde kurdu.
Karşılıklı aile ziyaretleriyle de pekişen Esad-Erdoğan dostluğu, vizenin kaldırılışı ve ortak bakanlar kurulu toplantıları bu hükümet döneminde gerçekleşti.
O vakit Esad rejimi Baasçı değildi de şimdi mi oldu?
Hayır, Esad o zaman da Baas Partisi’nin iktidarının başındaydı.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
Deniz Feneri e.V. vurgununun ortaya çıkmasını sağlayan CHP’li Kılıç’tan şok sözler
Dosyada Başbakan da var!
Almanya’da; ’Yüzyılın yolsuzluğu’ unvanı verilen Deniz Feneri Derneği’nin usulsüzlüklerini Türkiye’de takip eden 3 savcının üçü de görevden alındı. Onları görevden alan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı; ’Savcıların yıpranmaması için yaptık!’ dedi.
Amma eleştiriler Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e yönelince Bakan, ’Savcılar suç işledi, o yüzden görevden aldık!’ demek zorunda kaldı.
Peki kim doğru söylüyor? Başsavcı mı Bakan mı?
Halbuki bu görevden alma gerekçesi gösterilen uygulama; Ergenekon davasında savcıların yaptığı uygulamanın aynısı. Bunu yaptı diye Adalet Bakanı Ergin; Ergenekon savcılarını niye görevden almadı?
Bu dava dosyasının Türkiye’ye getirilmesinde etkili rol oynayan CHP Genel Başkan Danışmanı Ali Kılıç; dosyada Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında 7 sayfalık bir bölüm bulunduğunu ileri sürdü.
Durum onu gösteriyor ki AKP yönetimi Deniz Feneri davasının eninde sonunda kendilerine uzanacağını anlamışlar ve şimdiden önlem alıyorlar.
Haberlere göre; davanın gidişini tutuklu isimler lehine etkilemek için Ankara’da bir polis müdürünün, eski İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın özel kalem müdürünün ve AKP’li Kırıkkale Belediye Başkanı’nın köstebeklik yaptığını da görevden alınan savcılar tespit etmiş bulunuyor.
(...) Bir de AKP’li Hüseyin Çelik’in dünkü savunması var.
Balyoz davasına bakan savcılar da görevden alındı, diyor.
Hay bin yaşa Hüseyin Bey...
Savcılar mı sadece, ağır ceza yargıçlarını da görevden aldırdınız. Buyurun size bazı isimler: Erol Tatar, Tuncay Aslan, Yılmaz Alp, Mehmet Faik Saban, Oktay Kuban, Erkan Canak, Köksal Şengün...
Bunlar; haksız tutuklama olduğuna kanaat getirip şüphelilerin dışarıdan yargılanmasını istedikleri için yetkileri ellerinden alındı ve başka yerlere sürüldüler.
Siz; Ergenekon ve Balyoz sanıkları lehinde düşünenleri cezalandırıyorsunuz. Amma iş Deniz Feneri’ne gelince bu kez de sanık aleyhinde olan uygulama var diyerek sanıkların yanında yer alıp savcıları cezalandırıyorsunuz.
Şüpheli; iktidarın adamı ise; ona dokunan yanıyor.
İktidarın karşısında ise ona dokunmayan yanıyor.
Bunun hukuk olduğuna siz inanabilirsiniz amma benim vicdanım da milletin vicdanı da inanmıyor.
Rıza Zelyut / Güneş
Köstebeğe değil savcılara taktılar
Hükümet son zamanlarda frensiz gidiyor. (...) Bu sertlik hukukuna da sirayet etti, Deniz Feneri’ni soruşturan üç savcıya Adalet Bakanı’nın izniyle görevden el çektirildi, Ergenekon savcılarının yaptığı işlemin benzerini yaptıkları için “tahrifatla” suçlandılar.
Savcılar soruşturuluyor ama bir bakanın yakını olduğu söylenen “köstebekler” soruşturulmuyor, savcılar hakkındaki şikayet on sekiz ay önce ortaya çıktığı halde neden şimdi görevden alındıkları açıklanmıyor, açıklanamıyor.
(...)
Dostoyevski’nin bir kahramanını tarif ederken, “Onun delirdiğini anlayamadıkları için kaba biri haline geldiğini düşünüyorlardı” demesini bugünlerde çok sık hatırlıyorum.
İktidarın “sertliği” sandığımız şey başka bir şey mi acaba diye düşünüyorum.
Ahmet Altan / Taraf
Yok böyle bir dans!
Kendisine ait olmayan ifadeler! yüzünden Erdoğan’dan “binlerce kere özür dileyen” AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in son figürü öncekinden bile kıvrak. Yasadışı ses kaydı ilk ortaya çıktığında “Bana ait olduğu ispat edilirse istifa ederim” diyen Metiner, dün bütün uzuvların senkronize biçimde “dönmesi”ni gerektiren bir hareketle “Bu sözlerin, Ramazan Bayramı’nda seçmenlerime yaptığım bir konuşmada geçtiği ispatlanırsa istifa ederim’ demiştim.” dedi.
Bütün mevzu bir “zaman hatası”ymış yani!..
Ramazan Bayramı’nda seçmene hitaben söylenmişse “istifa gerekçesi” sayılan ifadeler, misal geçen Kurban Bayramı’nda arkadaşlar arasında konuşulduğu vakit yok hükmünde mi?
Habertürk yazarı Umur Talu’dan, AKP’li Mehmet Metiner’e:
“O gün Cahiliye Devrinde olduğundan değil... Bugün Dahiliye Devrinde olduğundan!..”
Sönen yıldızı parlatma kampanyası
Türkler’in 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni’yi öldürdüğü iftirası ile Nobel’in yolunu açan Orhan Pamuk’la ilgili iki gündür “sönen yıldızı parlatma” kampanyası yürütülüyor. Önceki gün Hürriyet’in içerde tam sayfa ve kapakta sürmanşeti ayırdığı Pamuk, dün de birinci sayfadan anonslanan röportajıyla Milliyet’te hatırı sayılır bir yerden servis edildi. Türkiye’yi “katil devlet” ilan eden Pamuk’la gazetelerin ilişkisi, bir yandan İsrail’e sözüm ona diplomatik posta koyarken diğer yandan ticaretimiz devam ediyor mesajları yollayan hükümet üyeleri gibi...
Kanka kontenjanı(!)
Gül’ün hemen sağ kol hizasında oturan Ekram Dumanlı Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni... Gelelim sol başa: Enis Berberoğlu Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni, Erdal Şafak Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni, Fehmi Koru?.. Aaa hakikaten de Fehmi Koru! İyi de Gül Rusya’ya Genel Yayın Yönetmenleri ile gittiyse, -araya fitne sokmak istemem ama- Star adına Mustafa Karaalioğlu’nun oturması gereken koltukta gazetenin sıradan bir yazarı olan Fehmi Koru’nun işi ne? Koru uçağa “kanka kontenjanı”ndan mı alındı?