Hürriyet’in Formula 1 aşkının perde arkası
Herhangi bir haberin herhangi bir gazetenin birinci sayfasında “tesadüfen” yer bulma ihtimali sıfıra yakındır. Herhangi bir haberin, herhangi bir gazetenin manşetinde, sürmanşetinde “tesadüfen” yer bulma ihtimali ise, - o anda gazete yönetimi geçici bir akıl tutulması filan yaşamıyorsa- sıfırdır.
Kabul, satır araları da çok önemlidir. Hatta sakladığı gizli mesajları düşününce “aslında ne olduğunu” anlamak bakımından çok daha önemlidir ama, gazetenin “o günkü derdi”nin anlatıldığı yer manşetidir.
Haliyle...
Türkiye;
Her gün yeni bir terör saldırısıyla karşı karşıya kalır, her gün yeni şehitler verirken...
Deniz Feneri yolsuzluğu bir Başbakan Yardımcısı’sını “yemek” üzereyken...
TBMM “Yeni Anayasa” adıyla, “Yeni” ve emin olun bu ülkenin insanlarına ait olmayacak bir “devlet”in temellerini atmaya hazırlanırken...
Vatandaş “zam” sağanağına tutulmuşken...
Sınır komşularımız Amerikan güdümlü dış politikamıza karşı dişlerini gösterirken...
Giydiğimiz pantolondan bindiğimiz otomobile kadar herşeye müdahale edilirken...
Hadi siyasi-ideolojik mevzulara dokunan yanıyor; insanları Formula 1’den çok daha fazla ilgilendirdirdiğine emin olduğum “erken kar yağışı” daha Ekim ayında hayatı felce başlamışken... Hürriyet gibi bir gazetenin sürmanşetinde, tam logonun üzerinde, koca puntolarla, üstelik de “özel haber” ibaresiyle yer alan “Formula 1” haberini gören her gazeteci işkillenir:
Bayram değil, seyran değil Enis Berberoğlu Bernie Ecclestone’u niye öptü?
***
Malum Tayyip Erdoğan “Yok arkadaş” demiş ve Formula 1’e kapıyı göstermişti:
“Kalktı bu adamlar bizden bu sene 25 milyon dolar istediler. Oranın harcamasını her şeyini biz yaptık, tüm gelirler onlara ait bir de üstüne para vereceğiz. Vazgeçtik, hiç para vermeden yapacaklarsa gelsin yapsınlar. Biz burayı artık kendi özel etkinliklerimiz için kullanacağız...”
O gün bugündür bolca “Formula 1’in nimetleri” haberine sahne olan Hürriyet, bu kez bütün işi-gücü bırakmış, Londra’da “Formula 1’in Büyük Patronu Bernie Ecclestone” un kapına dayanmış.
Neden mi?
Hürriyet muhabirinin “çözüm odaklı” sorularından öyle anlaşılıyor ki “arabuluculuk” için!
Nitekim Hürriyet muhabiri bolca “Türkiye’yi çok beğeniyorum. Türkiye ile ilgili hiçbir sorunum yok. Kimsenin de Türkiye ile ilgili sorunu olamaz. İstanbul çok güzel bir yarış pisti ve alanıydı. Türkiye’de olamadığımız için üzgünüm. Formula 1 Türkiye, çözülmesi çok zor olan bir şey değil...” mesajı taşımış İngiltere’den... Kime mi?
Türk hükümetine!
Çünkü bu mevzuda “Son söz, Türk hükümetinde!” De... Enis Berberoğlu ille de arabuluculuk yapmak istiyorsa ne gerek vardı Londra’lara kadar uzanmaya, Türkiye’de de “son sözün hükümet” te olduğu yığınla mevzu var “halli” beklenen.
Formula 1’i Türkiye’ye döndürmeye çalışana kadar, “gazetecilik suçu”ndan tutuklu olan ve mahkum olmadıkları “ceza” yı peşin peşin çeken meslektaşlarını evine döndürmeyi deneyebilirdi mesela!
***
Gelin görün ki...
Bir yanda yığınla manşetlik haber, diğer yanda patronun “değerine değer katılmayı” bekleyen arazileri, arsaları var! Erdoğan “posta koyma iklimi” ne girdi diye Aydın Doğan Formula 1 pistinin de bulunduğu bölgedeki yatırımlarından vaz mı geçsin yani! Zarar mı etsin! Hem de “zemin etüdü” sırasında yok sponsorluktu, yok yayın hakkıydı, bu işin onca yıl yükünü çektikten sonra!
Gazetecilik telaşından çıkıp da “makul biri” gibi düşününce, Enis Berberoğlu’nun da işi zor aslında. Ertuğrul Özkök’ü aratıp aratmayacağı böyle günde belli olacak değil mi ama? Boşuna mı getirdiler onu o makama! Berberoğlu da, onu koltuklarının altına alarak Genel Yayın Yönetmenliğine giden yolu açan AKP’li dostlarının yardımıyla bu işi kıvıramadığı, Hürriyet manşetleriyleFormula 1’i yeniden Tuzla pistine taşıyamadığı müddetçe, geçmişte benzer operasyonları başarıyla yürüten Özkök’ün ismi altında ezilmeye devam edeceğinin farkındadır mutlaka! Bakalım bu sürmanşet “Seni yendim Ertuğrul” demeye yetecek mi!
Tehdit edecek kadar cüretkarlaştılar
Mustafa Karaalioğlu adlı iktidar kalemşoru önce “Yeni Anayasa” nın, AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana yaptığı dönüştürmenin “altın vuruş” u olduğunu itiraf etti:
“2002’den bugüne Türkiye’nin kendine has bir sorun çözme tecrübesi oluşmuştur. Herşey zamanında gerçekleşmektedir. Mesela, AK Parti 2011 öncesinde de çok güçlüydü ve Erdoğan siyasi ağırlık olarak bugünkü gibi zirvedeydi. Ama, Türkiye’nin er ya da geç yaşaması gereken Yüksek Askeri Şura vak’ası için 12 Haziran seçiminin de geçmesi gerekiyordu. O seçim, geleneksel devlet güçlerinin umudunu kırdı ve geçmişte büyük hadiselere yol açacak Genelkurmay Başkanı ve ekibinin istifası bir demokraside olması gerektiği gibi sıradan bürokrat değişimi olarak, başlayıp bitti.
Herşey zamanında yani...
Demokratikleşme ve demokrasinin derinleşmesi yolunda hiçbir şey gelişigüzel olmadı. Türkiye, sindire sindire tecrübe ederek yolunda ilerledi. Şimdi o yolun anayasa noktasına gelindi. İçinde Kürt sorunu da var terör de... Bu da bir şekilde çözülecektir.
Sorun çözmede Türkiye tecrübesi önemli. Erdoğan atılan her adım öncesinde uzlaşma talep etmişti, ne var ki hiç birinde aradığını bulamadı. Bulamadığı gibi muhaliflerinden Ergenekon yöntemlerinin en akıl almazlarıyla sert bir direnç gördü. Ama yine de yolunu açmayı başardı.
O sayede bugün, 2002’den beri yaşanan muazzam yeniden yapılanma sürecinin en keyifli ve heyecanlı noktasına, anayasa sürecine varmış bulunuyoruz.”
Sonra da “dönüşmemekte/dönüştürenlerle mücadelede” direnebileceğinden şüphelendiği siyasi partileri alenen tehdit etti:
“9 yıldır değişime karşı müştereken direnen CHP, MHP ve BDP için kendilerini ” Yeni Türkiye “ye götürecek son bilet kesiliyor. Ya uzlaşarak o trene binecekler ya da yine uzlaşmazlığı seçerek Erdoğan’a bir kez daha başının çaresine bakmasını söyleyecekler. Erdoğan o çareyi çok iyi bildiğine göre ikinci seçenek üç parti için siyasi yok oluşun ilanı demek olacaktır.”
Eğer muhalefetteki partiler bu psikolojik operasyonun etkisiyle “masaya oturmazsak yok oluruz” düşüncesine kapıldıysa, sormak isterim:
“Yeni Türkiye” de “var olabileceğinizi” mi sanıyorsunuz gerçekten!
Başka “halklara” zulüm reva demek ki
Bir türlü anlam veremiyorduk;
Orta Doğu ülkelerinin liderlerine karşı “zulümle mücadele timi” gibi çalışan AKP, nasıl oluyor da Irak’ta 1.5 milyon Müslümanı “imha eden” ABD’ye “kara sevda”yla bağlanabiliyor diye...
Davutoğlu’nun Esad ile “irtibatı koparma” gerekçesini okuyunca fotoğraf berraklaştı. Meğer Türkiye “kendi halkına zulmeden hiçbir ülke ile ittifak içinde olmaz”mış. Emperyal niyetlerle “başka ülkelerin halklarına” zulüm reva yani...
Hatta Libya örneğindeki gibi “hücum üssü” bile olabilir Türkiye isteyene!
Ha bir de iktidarın kendi uyguladığı zulüm var tabii. Bu durumda Davutoğlu’nun kabinedeki, gruptaki partidaşlarıyla da “irtibatı kesmesi” gerektiğini düşünüyorsunuz değil mi?
Kesmediğine, bu ülkenin asli unsurları dozu giderek yükselen baskı, tehdit, şiddete maruz kaldıklarına göre... Diyorum ki; acaba iktidar Türkleri, “kendi halkı” saymıyor olabilir mi!
Bakan Davutoğlu “komşularla sıfır sorun politikamız Suriye hariç devam ediyor, ama halkına zulüm yapanla görüşmeyiz” demiş. İyi de şimdi Esad da çıkıp “bende halkına ZAM yapanla görüşmem” derse ne olacak?!
Engin Balım
Anayasa tuzağı Sevr’e çıkıyor
PKK ile yürütülen gizli görüşmelerin dışa yansıyan halinden anlıyoruz ki AKP; PKK yöneticilerine bazı sözler vermiştir. Bunlar; bir metin haline getirilerek İmralı’daki teröristbaşına ve Kandil’e de yollanmıştır. İşte şimdi AKP ile PKK arasında MİT üzerinden varılan bu mutabakat hayata geçirilecektir. Bunun içinde PKK’lılarla varılan mutabakat; yeni anayasaya yerleştirilecektir. Bu iş de ‘Yeni ve ileri bir anayasa yapıyoruz!’propagandası altına saklanacaktır. Anladığım kadarıyla; uluslararası güçler; AKP-PKK anlaşmasında CHP’yi basamak haline getirmeye çalışıyor. CHP’li Batum tarafından gelen ‘Anayasa’daki Türklük kaldırılsın, yerine yurttaşlık konulsun!’ talebi; Başbakan Erdoğan’ın sloganının bir başka söylenişidir. AKP’nin operasyon gazetesi Taraf’a konuşan Sayın Batum; bununla da kalmayıp okullarda Kürtçe’nin öğretilmesinin Anayasa’ya konulmasını istemiş. Bu Hasan’ların, Cengiz’lerin, Mehmet’lerin... CHP’ye ölümüne düşman Batı ajanı liberallerin istekleri idi. CHP’liler; Kemalci ilkeleri dışlayıp da etnikçi faşizmin sloganlarını demokratik taleplermiş gibi sahiplenirlerse; Başbakan Erdoğan’ın 2004’te açtıkları yolda yürümeye başlamış olacaklar. Unutulmasın ki o yol Sevr’e çıkar.
Rıza Zelyut / Güneş
Halk geri zekalı ya! Yutar
“Cari açık” denilen başkasının parasıyla halkı afyonlayıp ekonominin iyiye gittiği aldatmacasını yuturma sadece zengin sınıfa özenen Başbakan, Bakanlar, Valiler, Emekli Kurmay Başkanları’nın atlarına lüks Mercedes ve BMW makam otomobilleri çektirmeleriyle oluşmuyor.
Enerji de ithal.
Petrol de ithal.
Savaş uçağı da ithal.
Santral türbünleri de ithal.
Bilgisayar tableti de ithal.
Pahalı ve ileri teknoloji gerektiren yüksek katma değerli ne kadar ürün varsa ithal ve hatta “Türkiye’nin 100 dolara ihraç ettiği bir malın üretilmesinde kullanılan ara mallarının 82 Doları da ithal olduğu için” cari açık deliği büyüdü.
Bu deliği büyeten kim?
Eknomiyi yöneten kimse o?
Ekonomiyi 9 yıldan beri Başbakan ve kadrosu yürüttüğüne göre, “cari açık kara deliğini” büyütmenin mükafatı olarak kendisini ve ekibini lüks ve pahalı ithal otomobil olan BMW ile Mercedes’e binecek adam olarak görüyor.
Halka ise talkın veriyor.
Sen halksın! Ucuz otoya bin.
Dandik otomobille yetin.
***
9 yıl önceyi hatırlıyorum.
Yunanistan’a imreniyorlardı.
Örnek alalım diyorlardı.
Yunanistan AB’ye girdi.
Zengin oldular.
Tavernada tabak kırıyorlar.
Biz de AB’ye girelim, zengin olalım diye oy toplamışlardı. Yunanistan olmak ciciydi, öcü oldu.
Yunanistanlaşma zamları geldi.
Başbakan’ın kendisi; AB’den pompalanan paralarla zenginliği kendi yaratıyormuş havasına giren Yunanlılar gibi lüks Mercedes’e ve BMW’ye biniyor.
Halk geri zekalı ya! Yutar.
Necati Doğru / Sözcü
Kapitalizme iman etmiş bir kere
...Tarihi tecrübelerle çağımızdaki olgular gösteriyor ki, piyasa ekonomisinin sonunun geldiği falan yok. Krizler çıkıyor, çözümünü yine sistem üretiyor, yola devam ediliyor. Son iki büyük kriz ‘finans kapital’in denetimsizliğinden çıktı, bu konuda düzenlemeler getirilecek, kriz aşılacaktır. Yani meçhul bir başka sistem değil, sistemin tedavisi.
Taha Akyol / Hürriyet