Hürriyet gazetesi ne kaybetti?
Bekir Coşkun’un Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra, “Patrona, aralarında benim de bulunduğum on kişilik tasfiye listesi verildi. Kovulacağım zamanı hissedince kendim giderim” demesi ve gerçekten de böyle yapması, bize, “Hürriyet, Bekir Coşkun’u kaybetti” dedirtmiyor, bu tavır, ülkesinin işgale uğrayacağını öğrenen birinin komşu bir ülkeye geçmesine benziyor.
Ayrıca...
Coşkun gerçekten de çok sevildiği ve kendi ifadeleri ile “el üstünde tutulduğu” gazetesinin yöneticilerini ve patronunu daha oturduğu koltukta sıcaklığı dururken suçlamış oluyor.
“Kovulacağımı anlayınca” demek, benim patronum ve benim yöneticilerim ellerine tasfiye listesi verildiğinde gereğini yaparlar demek.
Emin Çölaşan örneğine bakıldığında haksız da sayılmaz ama Hürriyet gibi bir gazetenin sahip ve yöneticileri ellerine tutuşturulan yazarları tasfiye ettiklerinde ortada ne Hürriyet kalır, ne Milliyet!
Bize bu satırları yazdıran ve bu vesileyle de yukarıda söylediklerimizi sizlerle paylaşmamıza sebep olan Ahmet Hakan’ın, “Bizim ‘umre gezisi’ tiraj mı kaybettirdi?” başlıklı yazısıdır.
Birileri, umre gezisi Hürriyet’e tiraj kaybettirdi demiş olmalı ki... Ahmet Hakan Hürriyet Pazarlama Servisi yetkilileri ile konuşmuş.
Sonuç, “Traj kaybı söz konusu değil...” miş.. Hatta “İlk gün 10 bini bulan bir artış söz konusu...” imiş.. Sayın Hakan çok iyi bilir ve Türkiye defalarca gördü ki, (tiraj kaygısıyla yapılan umreler dahil) şu yalan dünyada yalandan da olsa “Allah” diyenler mutlaka kazanır... Bu konuda bir de hikâye anlatılır..
Çobanın biri bir vesileyle gördüğü padişahın kızına âşık olur. Aklı erenlere Padişah kızıyla evlenebilmesinin yolunu sorar. Büyükleri ona şehrin en işlek yerine bir sıra koymasını ve o sırada günde 24 saat “Allah” demesini, kim ne der, kim ne sorarsa “Allah” demenin dışında başka bir şey söylememesini önerirler.
“İyi de” der delikanlı, “Benim Allah’la öyle fazla bir ilgim yok!” Olsun der aklı erenler, sen “Allah” de, gerisini merak etme. Delikanlı söyleneni yapmaya başlar.. Şehrin en işlek yerinde bir sıra üzerinde artık o hep “Allah” diyordur. Sürekli zikirle yüzüne bir güzellik siner. Durmadan “Allah” diyen bu genci merak edenler akın akın ziyaret ederler ve onu “Allah” demekten bir an alıkoyacak sorular sorarlar ama o “Allah” der başka bir şey demez.
Devlet adamları, vezirler artık çobanın ziyaretçileri arasındadır.
O günlerde padişah da “Bizim kızın evlenme zamanı geldi, helal süt emmiş birini bulsam da baş göz etsem” düşüncesindedir.
Gencin şöhreti padişaha da ulaşır.
O olay mahalline şöyle bir uğrar. Gerçekten de bir genç sürekli “Allah” diyor, başka bir şey demiyordur.
“Oğlum” der, “Bir dakika beni dinler misin?” Çoban oralı değildir, “Allah” demeyi sürdürür. Padişah çaresiz ve bir hayli de mahcup çobanın kulağına fısıldar:
“- Oğlum, benim damadım olur musun?”
Çoban yine “Allah” demektedir. Ve padişahın ısrarı üzerine, “Siz kızınıza başka bir koca bulun” der, “Allah” demeye devam eder.
İşte işin püf noktası, padişah kızını teklif ettikten yani Allah diyerek tiraj, Allah diyerek makam aldıktan sonra bütün bunları ayak altına alıp “Allah” demeyi sürdürebilmektir.
Padişah kızına kavuşabilmesi için çobana “Allah” demesini öneren büyükler bu ret karşısında şaşırır, “Niye böyle yaptın” diye sorarlar.
Aldıkları cevap şudur:
“- Ben yalandan Allah dedim, Allah bana padişahın kızını nasip etti. Bundan sonra gerçekten, inanarak Allah diyeceğim, bakalım Allah o zaman ne ikram edecek!”
Artık Hürriyet, Allah diyerek tiraj aldıktan sonra Allah demekten vazgeçerek neler kaybettiğini kendisi düşünsün..