Hürriyet dokuz sekizlik
Vergi cezası, haciz şoku, sahtecilik davası derken iktidar baskısından iyice bunalmış olmalılar ki, konuşmayı, yakınmayı, sızlanmayı bırakıp Roman havasında oynamaya başladılar
Hürriyet dün “Roman Havası” manşetiyle çıktı...
Cumhurbaşkanı’nın gazetecilerin şahitliğine bakılırsa “Kürdistan” diyerek yeri yerinden oynattığı...
Son düzlükte Kılıçdaroğlu’nun dosya arşivinin kamuoyuna açıldığı ve “Kepenek’lerin kelebek olduğu”...
Anketlerin, ezberleri bozan yığınla malzeme verdiği ...
Asrın davasının ek iddianamesinin karar günü...
İşte böyle bir günde hatırladı Hürriyet Romanları...
Kimi hala önüne bir “beygir arabası” park ettikleri(!) çadırlarında, kimi derme çatma izbeliklerde, çoğu zaman dev çöp yığınları ile komşu yaşayan... Her daim yoksul, işsiz, aç ve açıkta olan... Yine de kulak kabarttığınız mahallerinden “dert” yerine “ince saz” sesi duyulan Romanlar da nereden çıktı dedik önce... Hürriyet, cinnet halindeki topluma bir tür terapi mi önerecekti acaba?
Yemeğe ekmek mi yok; attır bir göbecik yağların erisin...
İş güç mü yok; öttür klarneti sefan olsun...
Vatan elden gidiyor mu; vur darbukaya düm düm tek...
Meseleyi detaylı ele alınca bunun “kurum içi terapi” olması olasılığı baskın geldi. Öyle ya yok vergi cezası, yok haciz şoku, yok sahtecilikten yargılanma, yok derin bağlantı şemaları derken baskı ve tehditlerden bunalınca çareyi “boşvermişim dünyaya” demekte bulmuş olabilirlerdi pekala. Günü yaşa, yarın ola hayrola biçiminde özetlenecek Roman felsefesinden ala ilaç mı bulacaklardı. Belki bizim vara yoğa kafa patlattığımız şu dakikalarda onlar Katil Hasan ve ekibinin dokuz sekizlik havaları eşliğinde, kendileri çalıp kendileri oynuyorlardı, kimbilir.
Hani romanların geleneksel meslekleri falcılık ya; müneccimliğe soyunan gazetecilere gönderme yapıyorlar desem, değil... Doğan Grubu anket yaptırmış da, Hürriyet’in en çok roman mahallerinde satıldığı sonucu çıkmış, onlar da arz talep dengesini tutturmaya çalışıyorlar desem hiç olmaz... “Protest” bir tavır olsa.. Hani bizim “Böyle mi olsun istiyorsunuz” diye hazırladığımız “pembe sayfa” gibi: ‘Ülke mi bölünüyor; yandaaan.. Kriz mi var; hadi oradaaan... Ayılana gazoz, bayılana limon...’ hesabı, bunu destekleyen hiçbir ipucu yok.
Yok yok.. Kesin bunca baskının ardından ‘dokuz sekiz ritminde oynatmaya az kaldı doktorum nerde çığlığı’ olmalı bu manşet...
‘Halk kıvrandıkça, sızlandıkça, şikayet ettikçe zam yapan padişahın sülalesindendir bizim padişah da’ diye düşünmüş olabilirler pekala...
Haberciliği bırakıp, gündemi bırakıp, konuşmayı, yazmayı bırakıp kendimizi Roman havasına vurduğumuzu, oynadığımızı ve oynattığımızı görürse bizim padişah da genlerine ihanet etmez ve düşer yakamızdan diyerek, ‘bir umut’ atmışlardır belki manşeti...
++++++
Benimle dans eder misiniz
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Bağdat yolunda gazetecilerle sohbet ederken Kuzey Irak’taki Kürt özerk bölgesi için “Kürdistan” dedi.
Kürdistan’ı duyan gazeteciler sordular “Kürdistan mı dediniz?” diye. Gül de “Evet öyle dedim. Anayasalarında öyle diyorlar” dedi.
Gül’ün “Kürt meselesinde yakında güzel şeyler olacak” dediği hatırlandı bu cümleyle.
Gazeteler konuyu büyüttüler. Biz birinci sayfadan duyurduk. Büyükçe.
Manşet bile yapabilirdik ama güvenemedik. Kendimize değil, sözün sahibine.
Ama Hürriyet ve Taraf 1. sayfadan dev başlıklarla duyurdular. Taraf Cumhurbaşkanı Gül’ün tabuları yıktığını ilan etti.
Ne var ki dün, Köşk’ten bir açıklama geldi. Gül “Kürdistan demediğini” açıkladı. Herkes yanlış duymuştu. Güldük tabii. Tabu bazılarının başına yıkılmıştı.
Aklıma Gül’ün konuk olduğu Güneri Cıvaoğlu programı geldi. Gül orada ”Hayat zaten bir danstır“ demişti. Anlaşılan hayli kıvrak bir dansmış.
* Fatih Altaylı / HABERTÜRK
+++++++
Tüketim robotları
Toplumun azımsanmayacak bir oranının, diyelim yüzde 47’sinin günlük ‘tahmini’ olağan programı şöyle:
06.30, güne işlevsel bir eylemle başlanacak. Sabah sporu değil, televizyonun sesinin duvar titretecek seviyede açılması. Böylece çocuklara çalar saat vazifesi görecek hem de “pembe dizi”nin ayrıntıları kaçırılmayacak. Duyularımızın en açık olduğu saatler de ekranlarda, tedavülden kalktı gibi görünen ama sadece kuşak değiştiren Brezilya dizileri var...
Dizi bitip sabah haberleri başladığında ses kısılacak. Eee “sabah sabah insanın kafası bu kadar gürültüyü kaldırmıyor canım”. Bu arada henüz uyanan eşe, Juan Carlos’un Mariana’ya nasıl kavuşamadığı anlatılıp, ‘ya kavuşamazlarsa’ kaygısı paylaşılacak. Ve eş, kira, fatura derken bir de bu derdi yüklenip, eğer atılmadıysa işine yollanacak..
Sabah kahveleri, sabah kuşağı kadın programları eşliğinde içilecek; dedikodu gündeminden haberdar olunacak...
Öğle haberlerinde teevizyon tümden kapatılıp tozu alınacak, dantelleri silkelenecek... Öğleden sonra kuşağı kadın programının en heyecanlı yerinde kapının zili çalacak, çocuklar çantalarını fırlatıp anneleriyle birlikte ecinnilere karıştığından şüphelenilen adamları, gelin-kaynana kavgalarını, karı-koca münasebetlerini izleyecek.
Velhasıl hava hafiften kararmaya başlayınca, annenin akşam yemeği için mutfağa gidişini fırsat bilen çocuklar gece kaçırdıkları dizilerinin tekrarlarını izleyecek... Akşam haberleriyle eş zamanlı yemeğe oturulacak, spikerin yarım yamalak duyulan cümlelerine “hadi ya.. vay anasını gibi bol ünlemli tepkiler verilecek. Ama az sonra bandı herşeyi unutturacak, az sonra başkalarının kazanma umudu olan servetçikler için hayallere dalınacak.
Dizi saati, hangi kanalın dizisine devam edileceği tartışma konusu olacağı için ev içi küçük bir arbede ile atlatılacak. Sonra İstanbul’da yaşayan biri Mardin’deki aşiret ilişkilerine, Diyarbakır’da yaşayan Bir İstanbul Masalı’na, çayı demlesin diye kızını çimdikleyen kadın Canım Ailem’e, evin pısırık çocuğu Kurtlar Vadisine dalacak.
Sonra biri ”Kürdistan“ diyecek ”Aman Allahım nasıl olur” çığlığı kopacak, koparsa tabii... Biri “Niye şaşırdınız ben yirmi gün önce yazmıştım” diyecek, yirmi yıl önce başkalarının da yazdığını bilmeyen tüketici “Bak ne akıllı adam, anlamış” diye hürmet gösterecek vs.. vs...
Kısaca, okumayan, düşünmeyen, üretmeyen, kendisine sunulan paket sanal hayatları tüketmek dışında hiçbir bireysel eylemi olmayan bir topluluk, 30 Mart günü, Bekir Coşkun’un yazdığı gibi, kazanan o da olsa, bu da, ak da olsa kara da, kendisini kazanmış gibi “kolbastı” oynacak...
Yanılmak dileğiyle...
+++++
EROL MANİSALI TARAF'I YALANLADI:
Fincancı katırları
Taraf gazetesinin 23 Mart 2009 tarihli sayısında, tamamen hayal ürünü bir yazı okudum; ben gidip Şener Eruygur’a birtakım kişiler ve gruplarla ilgili tavsiyelerde bulunmuşum. Olasılıkları düşündüm;
Erol Manisalı adını taşıyan, acaba başka biri mi vardı? Ama gazeteye benim resmim konmuştu. Acaba üniversitede çaktırdığım eski bir öğrencim benden hınç mı alıyordu? Bu olamazdı, öğrencilerimle aram her zaman iyi olmuştur.
Birileri yazdıklarımdan, savunduğum düşüncelerden rahatsız mı oluyordu? Bu olasılık öne çıktı. Burada da, “iç güçler mi, dış güçler mi” ikilemi ile karşı karşıya kaldım. Öyle ya Türkiye’de ve bu coğrafyada gerçek demokrasiyi istemeyen çok odak vardır. İşin komik tarafı, bir seneyi aşkın süredir malum gazetelerde ve internette, “Şener Eruygur’un fişlediği ve hoşlanmadığı” gazeteci ve akademisyenler listesinde benim de adım vardı. Şimdi ise onun fişlediği birinin kendisine, “şunu şöyle yap” dediğini yazıyorlar, gülelim mi ağlayalım mı...
Türkiye’de yaşadığımız sorun şudur; katılımcı demokrasiyi, denge politikalarını, Cumhuriyet’i, çağdaş değerleri ve Lozan’ı savunup bu değerlere taraf olanlar, “karşı Taraf”ça, hedef gösterilip bir şeylere bulaştırılmak isteniyorlar, hem de inanılmaz, Aziz Nesinlik senaryolar üretilerek. Bu coğrafyada yaşamak hiç de kolay değil, sömürgecilerin eli her yere uzanıyor.
* Erol Manisalı / Cumhuriyet
+++++++
Hitler faşizminden intihal
“Sen İstanbulsun” diye bir sloganı var AKP’nin. Bu slogan intihal yani çalıntı olabilir mi?
Bu slogan 1930’larda kullanılmış olabilir mi örneğin? “Du bist Deutschland” yani “Sen Almanyasın” sloganının Türkiye’ye uyarlanmış hali mi acaba?
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Kimine teğet kimine delgeç
Eğer işsizseniz, üniversiteyi bitirmiş olsanız bile baba harçlığıyla yaşıyorsanız. Dar gelirliyseniz. Emekliyseniz. Sosyal güvenceniz yoksa. Kiracıysanız. Üreten, küçük işletmeci ve sanayiciyseniz. İlerici, laik cumhuriyetten yana bilim adamı ya da kamu çalışanıysanız.
Kriz teğet değil, delip geçmiştir.
Eğer hanedandansanız. Elektriğe, doğalgaza zam üstüne zam yapanlardansanız. AKP yandaşlarından, paydaşlarından, ihalecilerden, özelleştirmecilerdenseniz. Cumhuriyetin 85 yıllık birikimi KİT’leri ucuza kapatanlardansanız. Deniz Feneri’yle halkı hortumlayanlardansanız.
Kriz sizi teğet bile geçmez. Hamdolsun deyip şükredersiniz.
* Hasan Pulur / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Empresyonist değil fütürist
Mehmet Barlas Türkiye’deki gazetelerde yazı yazanları empresyonist, yani izlenimci ressamlara benzetmiş. Buna göre yazarlar nesnel gerçekliği değil, baktıkları yerdeki renklerin olayların, objelerin kendilerinde uyandırdığı duyguyu, imajı kaleme alıyorlarmış. Çoğu kalem sahibinin nesnel olmadığı inkar edilemez gerçek. Ama bu öznellik algılamadan değil inkardan kaynaklanıyor bence. Dolayısıyla kimi köşe kadılarının izlenimci değil fütürist olduklarını düşünüyorum. Geçmişe dair ne varsa inkar eden, ahlakçılıkla, mantıkla savaşan, militarist, provokatif fütüristler...