Hulusi Akar'ın anonsu
Çubuk'taki saldırının ardından en çok konuşulanlardan biri de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın, kalabalığa seslenişi oldu..
"Arkadaşlar mesajınızı verdiniz.. Şimdi sükunetle dağılacaksınız" ifadesi 4 gündür tartışılıyor..
Hakaret eden de var, "Neyin mesajı?" diye soran da..
"O sözler suç ortaklığının kanıtıdır" diyen de var, "Hulusi Akar 'höt' dese dağılırlardı" diye yaklaşan da..
Dün sosyal medyada şu notu paylaştım;
-Meslek hayatının yarısından fazlası toplumsal olayları takip etmekle geçmiş bir gazeteci olarak derim ki, Hulusi Akar'ın müdahalesi doğrudur..
Tabi oklar bana da yöneldi..
Satılmış oldum, hain oldum, iktidar şakşakçısı oldum.. Eyvallah.. Bu sözlere takılmayacağım elbette.. Ne olduğumu ya da ne olmadığımı biliyorum..
Benim derdim, bilgiyle konuşmak.. Olayları, bilginin üzerine tecrübeyi ekleyerek değerlendirmek..
Ve hadiseyi sonuçları itibarıyla yeniden okumaya çalışmak..
**
Bakın, bu satırların yazarı muhabirlik hayatı boyunca toplumsal olayları takip etti.. Gazi Mahallesi olaylarında da vardım, Malatya'da, Kızılay'da, Sultanahmet'teki 8 yıllık kesintisiz eğitimi protesto gösterilerinde de vardım..
Çetinkaya Mağazası yangınında da oradaydım, Mavi Çarşı yangınında da.. Diyarbakır'daki Nevruz olaylarında da vardım, İzzet Keser'i kaybettiğimiz Cizre'de de.. Son 30 yıldır toplumsal hafızamızda yer etmiş ne kadar toplumsal olay varsa, tamamına yakınını bir gazeteci olarak izledim.. Bu tür olaylara müdahalede farklı yöntemler uygulanır..
Herhangi bir hedef kişisi, binası olmayan olaylara, kaba tabirle kalabalığa 'bodoslama' dalınır.. Onun da teknikleri var ama genel olarak bodoslama dalınır..
Ancak, kontrolsüzce savrulan bir kalabalığın bir kişi ya da bir bina gibi hedefi varsa, durum da, güvenlik gücünün duruşu da değişir..
Eldeki güç 'Bodoslama'ya yetmeyecek gibi duruyorsa, bugüne kadar şahit olduğum tüm olaylardaki gibi, kalabalığa karşı 'Dost' postu giyilir..
Öncelikli hedef, o kişi-kişiler ya da binayı hedef alan topluluğun, sizi 'Dinlemesini' dolayısıyla, 'Hareketsiz kalmasını' sağlamaktır..
Dediğim gibi, ilk adım, oradan oraya, şuursuzca savrulan ve kontrol edilemez, ne yapacağı kestirilemez topluluğu, "Sesinizle ve sözlerinizle" bir an için hareketsiz kılmaktır..
Bunu sağlayabilmenin ilk yolu da, edeceğiniz sözlerde bir 'Dost' ton hissedilmesi..
**
Akar'ın o gün orada yaptığı da tam anlamıyla buydu.. "Mesajınızı verdiniz" diyerek, o topluluğa karşı 'Dost' bir ses verdi.. Dolayısıyla o kritik anı yakaladı, topluluk bi durup-dinledi..
Bir hedefe yönelmiş o tür toplulukların, şuursuzca savrulmayı kesip, bir an için durakladığı o an, güvenlik gücünün nefes aldığı andır.. Çünkü o dakikadan sonra hiçbir güç, "provokatörlerin becerisi" hariç, kalabalığa aynı noktaya, bir serseri mayına dönüştüremez.. O sebeple, o an ettiğiniz söz hayatidir.. Ya topluluğu manen yakalarsınız ya da sonuçlarına katlanırsınız..
Manen yakalamaktan kastım, az önce sözünü ettiğim 'Dost postu' giymektir..
Hele bir de sözleriniz alkış alırsa, o iş bitmiştir..
**
Bütün bunları ezberden konuşmuyorum.. Ölümlerle sonuçlanmış o kadar çok olayın göbeğinde oldum ki.. Ve o kadar çok olayda katliamın kıyısından dönüldüğüne şahit oldum ki, bu konuda söz söylerken, o tecrübelerin ışığından besleniyorum..
Hulusi Akar'ın o gün, oradaki hakkını teslim etmek gerekir..
**
Gelen yorumlardan biri de şöyleydi;
-Saçmalamayın.. Sıradan bir polis değil o, Milli Savunma Bakanı, eski Genelkurmay Başkanı.. Kalabalığa höt dedi mi herkes dağılırdı..
Öyle olmuyor bu işler.. O kalabalıklardaki şuursuzluk ne rütbe tanır ne mevki.. Zira o olayda da saldırdıkları kişi herhangi biri değil, Başkanlık sisteminden önce, Devlet Protokolü'nün 4 numarası..
Kalabalığı durdurabilecek sesin kimliği değil, ettiği sözlerin mahiyetidir..
İSTANBUL SAVAŞ ALANINA DÖNERDİ
Bu konuyla ilgili iki hatırayla nokta koyayım.. Sivas olaylarının ardından, biliyorsunuz İstanbul tarihimizin en büyük cenaze törenlerinden birine sahne oldu.. Necdet Menzir Emniyet Müdürü, yardımcılarından biri de Hüseyin Kocadağ'dı.. O gün kalabalık öylesine büyüdü ki, Karaköy'deki Perşembe Pazarı önüne gelindiğinde birkaç yüzbini bulmuştu.. Kalabalık çok öfkeliydi.. Bir müdahale İstanbul için kâbus olabilirdi.. Gerginliği ve sıkışan enerjisiyle, ne yapacağı kestirilemeyen devasa kalabalık, Okmeydanı-Şişli üzerinden Zincirlikuyu'ya yürüyordu.. Küçük bir kıvılcımın nasıl bir aleve dönüşeceğini kestirmek zor değildi.. Polis telsizinden birkaç kez Necdet Menzir'in emrini duyduk;
-Kardeşim ne bekliyorsunuz, müdahale edin, dağıtın kalabalığı..
Emri verdiği kişi, yardımcısı Hüseyin Kocadağ'dı..
Birkaç kez "Anlaşıldı" cevabı veren Hüseyin Kocadağ, son gelen anonsa cevap vermeden önce, topluluğun önünde yürüyen kanaat önderlerine yaklaştı.. Söyleyeceklerini duymalarını istiyordu.. Tekrarlanan anonsa cevabını onların yanında anons etti;
-Bu topluluğa müdahale etmek İstanbul ve Türkiye için büyük sıkıntı olur.. Kontrollü ve olaysız bir şekilde yürüyorlar.. Takip ediyoruz..
Bir emniyet müdürüne, hem de telsizden böyle bir cevap rastlanır bir durum değildi.. Ama ne oldu biliyor musunuz? O anonsla, o büyük yürüyüşü izleyen polis müdürü Hüseyin Kocadağ'la topluluk arasında, kanaat önderleri üzerinden bir gönül köprüsü kuruldu.. Ve yüzbinlerce insan, Mecidiyeköy'deki birkaç olay dışında, kırıp dökmeden yürüyüşü tamamladı.. Aslında o da bir buz kırıcı olabilirdi.. Ama o köprü, o gün İstanbul'u yangın yerine çevirecek bir kıvılcımın önünü aldı..
**
Bir başka örnek de yine İstanbul'dan.. Emniyet Müdür Yardımcısı Ercüment Yılmaz'dı.. Dev-Sol'a yönelik bir operasyonun ardından hemen her gün yapılan gösteriler, başka grupların katılımıyla yayılıp büyüdü.. Ölenlerden birinin evi önündeki topluluk sokakları kapatmış, evin civarında 3 gündür adeta nöbetteydi.. Hafta sonu büyük bir gösteri hazırlığı vardı.. Yenibosna'daki evin önünde bu işin organizatörleri vardı ve polis sokağa bile giremiyordu.. İçeride silahlı kişilerin olduğu öğrenilmişti.. Bir operasyonda patlayacak silah, sivil kayıplara yol açabilirdi.. Bekleyişin üçüncü gününde, öğle saatlerinde Ercüment Yılmaz'ın sesiyle toparlandık;
-Sevgili gençler, ben Ercüment Yılmaz.. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısıyım.. Silahımı bırakıyorum ve yanınıza geliyorum.. Konuşmak istiyorum..
Bu tavır öncülük edenleri huzursuz etse de, birkaçı barikata yaklaştığında, sözünü ettiğim 'Dost postunu' bir kez daha gördük;
-Yahu bırakın polis olmamı.. Ben de 68 kuşağındanım.. İkram edecek bir çayınız da mı yok?
Bu söz buz kırıcı oldu.. Arkadaşlarını şehit etmiş bir örgütün elemanlarını normal şartlarda bir kaşık suda boğacağını yakından bildiğim Ercüment Yılmaz, oldu sana 68 kuşağı.. Halbu ki zerre ilgisi yoktu.. Ama ne oldu biliyor musunuz? O barikatlar, akşam saatlerinde kaldırıldı ve hafta sonu yapılacak gösteri de iptal oldu..
**
Bu iki örnekteki amacım malum, toplumsal olaylara müdahalenin kendine has gerek ve gerçekleri var.. İlk hedef topluluğu durdurmak, ikinci aşama anlaşıldıklarını hissettirmek ve finalde dağılmalarını sağlamak.. Bu teknik açıdan bakıp, tecrübeleri de eklediğimde diyor ki içimdeki ses, "Hulusi Akar doğru olanı yaptı.."
Sözleri üzerinde durmayın.. Yeterli güvenlik gücünün olmadığı bir anda, kontrolsüz ve ne yapacağı kestirilemeyen bir topluluğu durdurabildiğine ve Kemal bey o evden çıkabildiğine göre, amaç hasıl olmuş demektir.. Ben böyle bakıyorum..
Medeni yorumları ayrı tutuyorum ama, görüşüm yüzünden hakaret edenlere diyecek sözüm şu, "Rol modeliniz trol aklı olmasın.. O akıldan yeterince çektik, çekiyoruz.. Biz farklıyız.. Bizi güzel kılan da o farkımız.. Farkı farkettiriniz.."