Hulusi Akar kendi Silivri biletini mi kesseydi(!)

İki gündür okuduğumuz “kulis” haberlerine göre, Genelkurmay koridorlarından bildiren Ankara gazetecilerinin ismini açıklayamadığı askeri kaynaklar(!), “takana değil nişana bak” diyorlar!
2003 yılında, 4 Temmuz yani tam da Amerikan Bağımsızlık Günü(!)nde, bağımsız Türk devletinin egemenlik haklarını ayaklar altına alıp, Süleymaniye’de bulunan Türk irtibat timine -11 askerimizin başlarına çuval geçirilerek kelepçelenmeleri ve 60 saat süreyle esir edilmeleri/sorguya çekilmeleriyle sonuçlanan- baskın emrini veren ABD’li komutan Raymond Odierno adını görmezden gelip, bir dönem atılan “nişan”ların yeniden takılmasından mutluluk ve hatta gurur duymamızı bekliyorlar;
Ki, mahallenin kalan üç-beş delisi uyanıp da gölge etmesin!
Az buz iş mi “çuval”dan “nişan”a uzanan meşakkatli yolu kat etmek;
Hem ne canım bunca gürültü, itiraz; nihayetinde “devlet geleneği”!
“Devlet”le “siyasi iktidar”ın pozisyonları bu kadar girift bir hal alınca, kim kimdir hatlar karışıyor tabii;
Elin adamı kafana çuval geçirdiğinde “Yarabbi şükür” kıvamında “pratik bir uygulama” deyip, üzerine de “düşük rütbeli subayların yanlış yorum ve hatalı değerlendirmelerinin ilişkilere zarar vermemesini... Savaş alanında küçük yanlış anlamaların genel olarak ilişkilerimize zarar vermesinden duyduğun korku”yu anlatan “özür” mektupları döşeyince, “nişan”a “hop birader” demek trajikomik oluyor tabii:
- İyi de birader, “çuval”a göstermedin sen “nişan”a gösterdiğin tepkiyi!
Demezler mi!
Dolayısıysa, “Ne notası canım-Varan 2”, “pratik bir uygulama”dan sonra “hakarete uğramak” diyemezsin, “onursuzluk” olmaz, “utanç” zinhar; olsa olsa “tatsız bir tesadüf” varsayılabilir bu da!
***
Bilemiyorum ki...
Düşününce insan kızamıyor da Hulusi Akar’a!
“Türkiye’nin çıkarının ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu kabul eden Atlantikçiler” kendileri için özenle temizlenen terfi basamaklarını üçer beşer tırmanıp da, olağan sıralamada zinhar gelemeyecekleri makamlarda caka satarken, “ABD ile bağları sürdürme ihtiyacına öfkelenen ve -ABD’ye bir alternatif arayanlar”ın nasıl sürüm sürüm süründürüldüklerine tanık olduktan sonra ne yapacaktı yani;
“Al nişanını başına çal, bana lekesiz üniformam yeter” deyip gerisin geri Ankara’ya mı dönecekti?
Sonra peki?
O “lekesiz üniforma” yar edilir miydi ona?
Orgeneral Hurşit Tolon’un yaptığı gibi Amerikalıların gözlerinin
içine baka baka “Hafife alınamayacak iğrenç bir olay” demeliydi belki;
Hayli boşaldı, yeni “rehin” lerine hazır nasılsa Silivri!
***
Olağanüstü bir durum olmadığı takdirde “müstakbel Genelkurmay Başkanı” Hulusi Akar!
Velakin, -nemelazım- “birileri” yağmurdan nem kaparsa her şey olması mümkün:
Darbeci...
Terörist...
Çeteci...
Katil...
O kapı açıldı bir kere, o tehdit Demokles’in Kılıcı gibi hep sallanacak Türk askerinin üzerinde bundan böyle!
İktidar sahipleriyle arasında “mezara kadar” saklanacak sırları olmayan yahut ABD kriptolarında adının kenarına “ABD’ye sadakatli duruşundan ötürü sahiplenilmeli” notu düşülmemiş her subayın bir “dalgalık” canı var!
Akar’ın çuvalcıyla nişanı sindirebilmiş olmasını onayladığım için değil Türk Ordusu’nun sokulduğu çıkmazı görebilmeniz için yazdım bunları!

GÜNÜN SORUSU
Ali Bayramoğlu, Cevat Öneş’in telefonlarının dinlenmesiyle ilgili olarak “Emekli bir MİT Müsteşar Yardımcısı’nın, üstelik en kritik yıllarda Diyarbakır’da bölge başkanı, daha sonra teşkilatın istihbarat sorumlusu olarak görev yapmış bir bürokratın KCK üyesi olduğu iddiası, sadece garip değil, kelimenin tam anlamıyla bir skandaldı” diye yazıyor Yeni Şafak’taki dünkü köşesinde... Peki ya emekli bir Genelkurmay Başkanı’nın, üstelik de en kritik virajlarda “üniter yapı” dan yana tavır takınmış bir askerin “terörist” suçlamasıyla tutuklanıp, yıllarca cezaevinde tutulması neydi? İleri demokrasi mi?

Yazarın Diğer Yazıları