Hükümete kalkan oldular
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrıldığı haberiyle başlayan güçler mücadelesinin medya ayağında beşinci gün itibarıyla şöyle bir tablo var karşımızda:
Star ve Yeni Şafak bütün hatlarıyla, Sabah ve Yeni Akit büyük oranda, Milli Gazete de “dışarıdan destek” yoluyla hükümetin kalkanı işlevi görüyor. (Bir derecelendirme yapmak lazımsa Star en yakın rakibine bile tur bindirecek kadar önde gidiyor Tayyip Erdoğan-Hakan Fidan ikilisine destekte...)
Öte yandan Bugün hükümete dönük sert üslubunu koruyarak, Zaman ise iktidarı iğneleyici bir dille “yargı ve emniyet” e sahip çıkmayı sürdürüyor.
Günün Polyanna’sı
Star, “MİT Müsteşarını hedef alan hamle halktan büyük tepki gördü; Millet İnanmadı” manşetiyle en yandaş rakibine bile nal toplatmayı başardı!
Star yazarı Sedat Laçiner adeta “Günün Polyanna’sı” ydı:
“Meseleye iyi tarafından baktığınızda ise muhalefetin ve bazı yazarların ısrarla savunduğu ’sivil vesayet’veya ’sivil dikta’iddiaları tamamen temelsiz çıktı. Bu iddia sahiplerine göre Hükümet yargıçları ve savcıları emrine almıştı ve dilediği adamı tutuklatıp, yıllarca hapis yatırıyordu. Güya pek çok gazeteci, asker ve aydın muhalif ’sivil dikta’nın kurbanıydı. Fakat aynı otoriterler, Hükümet’in emriyle hareket eden MİT Müsteşarı Fidan’ı, eski Müsteşar Taner’i ve Müsteşar Yardımcısı Güneş’i de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırınca dikta iddialarının ne kadar yanlış olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu!”
Laçiner yazısını taraf beyanında bulunarak bitirdi:
“MİT’in başına gelebilecek en doğru kişiydi... Dr. Hakan Fidan gibi temiz ve yetenekli bir ismin de şüpheliler arasında sayılması sapla samanın iyiden iyiye birbirine karıştığı anlamına gelir.”
Bertaraf olma
korkusu sardı...
Star hükümetin haklılığına dair bu denli kesin/keskin bir dili benimseyince, geçmişte Başbakan’dan fena halde ayar yemişliği bulunan Fehmi Koru da zevahiri kurtarmak zorunluluğu hissetti galiba. Koru, Taha Kıvanç takma adıyla yazdığı yazıda “Evet taraf değilim ama sorun bakalım niye” diyerek, gazetesiyle tavır birliği göster(e)memesine kılıf uydurdu :
“Hayatta beni en fazla rahatsız eden emrivakilerden biri gereksiz yere taraf tutmamın beklenmesidir. Bütün seçimlerimi başkalarının etkisi altında kalmadan yapmış biriyim ben; neden sürünün peşine takılıp kendi seçmediğim bir tarafın malı olayım ki?..
Hükümeti sarsmak niyetinde olanların varlığından zaten haberdarım; bunu yapma hazırlığı içerisinde olunduğundan da... Bir süredir taraflara birbirleri hakkında kızdıracak, öfkelendirecek, hırslandıracak malzemeler taşındığını da biliyorum... “Zamanı geldi” deyip şimdi düğmeye basıldığı anlaşılıyor...
Onlar şimdi yaptıklarına ne kadar hazır idiyse ben de onların yapmaya çalıştıklarına en az onlar kadar hazırım.
Başarılı olamayacaklar: Kötü niyetli oldukları için başarılı olamayacaklar...”
Savaş yeni başlıyor
Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’nin Cumartesi günü yayımlanan yazısı, iktidarın sahip olduğu cemaat desteğini kaybetme korkusuna kapıldığı tezini dillendirenlerin tam aksi istikametteydi:
“Savaş burada bitmedi. Hatta yeni başlıyor...
YAŞ krizlerini, HSYK’daki kavgaları hatta Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının istifa sürecini izlemiş birisi olarak, siyasi iradenin bu denli öfkeli olduğu bir ana tanıklık etmedim.
Bu karar bir meydan okuma olarak görüldü.
Bu düpedüz bir savaş ilanı olarak yorumlandı.
“Bu ülkeyi seçilmişler mi yönetecek yoksa savcılar mı “ denildiğine şahit oldum.
İsrail’e “One Munite” çekmiş, Ergenekon’a, askere, muhtıralara boğun eğmemiş bir iktidar olarak, özel yetkili Cumhuriyet Savcılığına mı boyun eğeceğiz denildiğine tanık oldum.
Buna eklenecek başka bir cümle var mı?”
Bir başka Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan da yargının yürütmenin tercih ettiği devlet politikasına müdahale hakkı olmadığını savunduğu yazısında “MİT içindeki temizleme operasyonunu kurumun başına geleli daha iki yıl olmamış, kamuoyu nezdinde güven tesis etmiş, Başbakan’ın ’temiz’bulduğundan olsa gerek güvenerek atadığı kişiyi “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırarak yapılacağını iddia ederseniz, o zaman “MİT’i temizlemek” amacıyla hareket edildiğine pek kimseyi ikna etme imkânınız kalmaz. Son birkaç gündür yapılan bunca propagandanın kamuoyunca pek de inandırıcı bulunmamasının sebebi budur. Kısaca, MİT’in temizlenmesine evet ama siyasî iradeye pranga vurulmasına hayır!” dedi.
AKP kuşatma altında
Hükümete en manidar destek Mehmet Şevket Eygi’den geldi. “Dönen dolapların iç yüzünü çok iyi biliyorum ama yazmıyorum, yazamıyorum” diyen Eygi, AKP’nin “iki kimlikli taşeronlar” ca kuşatıldığını savundu:
“Genellikle kırsal kesim kültürüne sahip ve son derece parçalanmış ve bölünmüş Müslüman kesimin içine; gerek içteki vesayetçiler, Dönmeler, Kriptolar, gerekse dış dünyadaki İslam karşıtı güçlü lobiler ajanlar, casuslar, Lawrence’lar, istihbaratçılar, provokatörler sokmuşlardı. Türkiye bir cadı kazanına dönmüştü. İslam düşmanları bu büyük devleti birtakım iki kimlikli taşeronlara yıktırdılar. (...) Eskiye göre çok küçülmüş olan bugünkü Türkiyeyi de artık büyük buluyorlar ve parçalamak, bölmek, küçültmek istiyorlar. Bunun için de birtakım taşeronları vazifelendirmişlerdir.”
Beki’den çarpıcı
“Dink” örneği
Ve bir zamanlar Erdoğan’ın danışmanlığını da yapan Akif Beki... Beki Radikal’deki yazısında kimi yargı mensuplarının “özel yetki” ile donatılmasının “ulusal güvenlik krizi” yarattığını, “doğan risklerin polis ile savcının takdirine bırakacak kadar ucuz ve basit olmadığını” ileri sürdü. Beki’nin durumu izah için seçtiği örnek anlamlıydı:
“MİT, bir suç organizasyonu değildir. Devletin ulusal güvenlik politikalarına temel teşkil eden ana girdileri, askeri tehdit değerlendirmelerine mesnet olan hassas verileri tedarik etmekle görevli, gizlilik esasına göre faaliyet gösteren, adı üstünde milli bir istihbarat teşkilatıdır. Sözgelimi, MİT içeriden veya dışarıdan sistematik bir saldırıya maruz kalırsa Türkiye’nin ulusal güvenliği de saldırı altındadır.
Mesele, KCK’ya sızmış MİT ajanları tarafından istihbar edilen terör faaliyetlerinin önlenememiş olmasından da ibaret değildir. Yapıya nüfuz etmiş polis muhbirleri marifetiyle önceden haber alındığı halde önlenememiş suç eylemleri, yasadışı örgüt faaliyetleri ve siyasi cinayetler de olmuştur. Ama özel yetkili savcılar, bugünküne benzer bir yöntemi her olayda denememiştir. Dink cinayeti buna örnektir.”
+++
Erdoğan’ı ikna odaları
Yandaş medyanın Tayyip Erdoğan’ın Hakan Fidan’ı savcılara teslim etmemesi(!)ni çok sert bir dille eleştiren kesimi dün taktik değişikliğine gitti. Kılıçlar kınlarına sokulmadı ama bir miktar törpülendi. Çünkü bu kez başvurdukları “ikna yöntemi” ydi.
“İktidarın savcıları” itirafı
Bugün yazarı Gültekin Avcı, Başbakan’ı “emniyet ve yargı” nın “dostu olduğu” na inandırmaya uğraşırken farkında olmadan savcıların bugüne kadar “AKP için” çalıştıkları itirafında da bulundu:
“MİT soruşturmasını yürüten özel savcılığın başında kim var?
Ergenekon iddianamelerinde imzası olan Başsavcı Vekili Fikret Seçen.
Bu zamana kadar güvenmedik mi bu savcılara?
AK Parti’nin altını illegal şekilde oymaya çalışan türlü kirli odakları ve cuntaları bugüne kadar hayatları pahasına sorgulayan İstanbul özel yetkili savcılık teşkilatına, şimdi sırf Hakan Fidan şüpheli olarak çağrıldı diye İsrail savcılığı muamelesi yapanlar ellerini vicdanlarına koymalılar.
Hepsi AK Parti’ye yönelik olan İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı, Balyoz’u, Kafes’i, Ergenekon’u, Ayışığı’nı, Sarıkız’ı, Yakamoz’u, İnternet Andıçları’nı cesur ve net bir inisiyatifle mahkeme önüne diken özel savcılar, MİT’te KCK izi sürerken uğradıkları hışmı hak etmediler.
Adamlar yıllarca AK Parti’nin başına örülen ve arkasından oynanan kirli oyunları deşifre ettiler.
AK Parti’yi iktidardan düşürmek için sahnelenen türlü operasyonları engellediler.
Şimdiyse iktidara tezgâh yapan savcılar yaftasını yediler.
Yazıktır, günahtır, ayıptır...”
Emniyet, hükümeti ipten aldı
Gültekin’in, savcıları Erdoğan’ın gözünde “meşrulaştırmak(!)” için verdiği mücadelenin bir benzerini aynı gazetede yazan Nuh Gönültaş emniyet için yürüttü:
“Başbakan’ın şu soruyu sorması gerek:
Acaba AK Parti hükümeti kurulduğundan bu yana MİT hükümete ne kadar yardımcı oldu?
Bir başka soru. Acaba hükümeti çok defa ipten alan ve hükümete yönelik komploları ortaya çıkaran bilgi, belge ve operasyonların arkasında MİT mi var, emniyet mi?
Evet, MİT niçin yürüyen davalarda yargıya ve polise belge bilgi sağlamıyor, vermiyor? Birilerinin bu sorunun cevabını vermesi gerekiyor!
Emniyet ve hatta yargı hükümeti defalarca ipten almıştır. Peki MİT ne yapmıştır? Başbakan bunları görmezden gelebilir mi?”
Star’da Taha Kıvanç adıyla yazdığı yazıda taraf olmadığını söyleyen Fehmi Koru da “ikna cephesi” ne destek verdi. Koru, (artık nasıl bir hukuk devleti algısı varsa) yargıya “hükümete karşı görüntüsü” vermeme çağrısı yaptı(!):
“Hiç kuşkusuz savcılar ile onların taleplerini onaylayan mahkeme üyeleri ne yaptıklarını biliyordur. Muhtemelen,” Biz yargı mensubuyuz, bizim için önce elimizdeki bilgi, belge ve bulgular gelir “ diyor ve söylenenleri, sessizce homurdananları umursamıyorlardır. Fakat bizim öyle bir kolaylığımız yok. Biz umursuyoruz ve o sebeple de ne olduğunu daha iyi anlamaya çalışıyoruz. ” Emniyet-yargı birlikte hükümete karşı “ görüntüsü birilerini sevindiriyor muhakkak; iktidarın yara alması, ortamın gerilmesi arayıp da bulamadıkları fırsat... ’Ergenekon süreci’ni baltalamak için arıyorlardı o fırsatı, sonunda gökte aradıklarını yerde buldular...”
Siyasi iradeye tuzak
Konunun “Başbakan’ın atadığı MİT Müsteşarı” olmadığını söyleyen Zaman yazarı Mehmet Kamış olayın “kişiselleştirilmemesi” ni istedi: “Biz, bugüne kadar bir kısım çevreleri, işlenen suça değil de işleyenlere bakmalarından dolayı eleştirmiyor muyduk? Siyasî idarenin bazı konularda inisiyatif alması, konuyla ilgili karşı tarafla zihni egzersizleri yapması anlaşılır hatta olması gereken şeylerdir. Bunu kimse tartışmıyor. Ancak kamu vicdanında PKK-MİT görüşmeleriyle ilgili istifhamlar oluştuğu da bir gerçek. Bunun, kamuoyunu ve siyasi iradeyi oyalayan, yanıltan, onları yanlış yapmaya sevk eden bir görüşme biçimi olduğuna dair endişeler giderek artıyor.”
+++
“Henüz Genelkurmay, MİT ve Emniyet’e bağlı istihbarat örgütlerinin eşgüdümünü sağlayamayan, bunları otoritesi altına alamayan bir hükümetle karşı karşıyayız. Bu durumda soru geçerliğini koruyor: Askerî-bürokratik vesayete son vermenin neresindeyiz? Esas sorun otoriterleşme mi, yoksa sivil otorite zaafı mıdır?”
Şahin Alpay
+++
Tehdit gibi:
Darısı medyanın başına!
Benim açımdan bu son gelişmelerin bir faydası oldu. Terör örgütüne sızmış devlet görevlilerinin varlığından haberdar olduk. (Dikkat buyurun suçlu ya da suçsuzlar demiyorum.) Darısı diğer alanlara sızıp, oralarda ahkam kesenlerin, kumpas tertip edenlerin başına. Medya gibi mesela!
Nedim Hazar Zaman