Hüküm 'bizim bürokratlar'ın
Hem hukuki temeli aksak hem ayıp; referandum kampanyası boyunca, bağımsız yargı için anayasa değişikliği isteyen AKP, daha ilk adımda kendi atadığı bürokratları HSYK adaylığı için harekete geçiriyor.
Getirdiği anayasaya aykırı
Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) adaylığı söz konusu.
Personel Genel Müdürü Birol Erdem, HSYK’ya adaylığı söz konusu.
Eğitim Müdürü Ahmet Kaya, HSYK’ya adaylığı söz konusu.
Bu üç isim AKP Hükümetinin atamış olduğu üç bürokrat.
Yeni anayasa ile birlikte bağımsız hale geleceği savunulan HSYK’ya aday.
AKP zaman kaybetmiyor, daha ilk adımda kendine göre yargı oluşturmak üzere, kendi atadığı bürokratları HSYK üyeliği için harekete geçiriyor.
Hukuken sakat
Avukat Turgut Kazan bu yolda Danıştaya iptal davası açıyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) bu adaylığa kapı açan genelgesini iptal için.
Kazan’a göre, Bakanlık bürokratlarının HSYK’ya seçilmeleri mümkün değil.
Çünkü, bürokratların yaptığı iş idari görev. Oysa, HSYK üyeliği için doğrudan savcı ve mahkeme yöneten hakim olmak gerek.
Aday olan üç bürokrat fiilen hakimlik ya da savcılık yapmıyor. Kabul edilen anayasa HSYK’ya kürsüde görev yapan hakim ve savcıların temsilini öngörüyor.
Üç bürokratın HSYK’ya adaylığı, AKP’nin kendi getirdiği anayasaya aykırı. Bu olayın hukuki aksaklığı.
Danıştay belirleyecek
Hukuk aksaklığı yanında, bir de ayıp tarafı var, sosyal anlamda. Bütün kampanya boyunca, bağımsız yargı için anayasa değişikliği isteyen AKP, daha ilk adımda bizim bürokratları HSYK’ya seçtirmeyi düşünüyor. Bizim bürokratların ağırlık taşıyacağı HSYK. Sonra da, Türkiye çapında ona göre hakim ve savcı atamaları. Gerçi, HSYK üyeliğine seçilecek hakim ve savcıları seçmek için on bir bin hakim ve savcı oy kullanacak. Üç bürokratın adaylığı onların seçileceği anlamına gelmiyor. Ama, bu yapılan siyaseten hoş değil. Hukuki durumu Danıştay belirleyecek. Danıştay YSK genelgesini iptal ederse, üç bürokrat aday olamayacak.
* Yalçın Doğan / Hürriyet
Kendi ellerimizle yasakladık
Bizi doğrudan ilgilendiren bir seçim değil.. Gerçi bu yüzden memleket hop oturdu hop kalktı ama o siyasiydi..
İşin aslına astarına bakacak olursak, HSYK’ya o savcı girse bize ne, bu hâkim seçilse bize ne..
O kurul bizi idare etmeyecek ki.. Hâkim ve savcıları idare edecek..
(Biz ne bekleriz? Hâkimin de savcının da adil olmasını bekleriz.. Mahkeme safahatının uzamamasını isteriz.. Kısaca adalet ararız..)
*
Bu kurulun 10 üyesi seçimle gelecek.. Sandık kurulacak, hâkim ve savcılar oy verecek..
Birileri aday olacak..
Birileri de o adaylardan birilerini seçecek..
Seçecek de meğerse propaganda yasakmış.. Yani aday olan birinci sınıf bir hâkim, kendini diğer hâkimlere tanıtıp, amacını söyleyip oy isteyemezmiş!..
Peki oy veren neye göre oy verecek? Adayı nasıl tanıyacak?
İşte meselenin bu kısmı bizi ilgilendiriyor..
Niye mi?
Bilin bakalım bu yasağı kim koydu?
Yüksek Seçim Kurulu! Değil..
Hükümet! Değil..
Adalet Bakanı da değil, Meclis de değil..
Biz..
Yasak bizim marifetimiz..
*
Anayasaya evet oyu vererek propagandasız seçim dönemini başlatmışız.. Hâkim ve savcıların kendilerini tanıtmalarını istememişiz..
Acaba neden böyle bir karar aldık?
Vardır bi bildiğimiz!
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Hillary Clinton, Abdullah Gül’ün yanında ruj sürerek ne mesajı verdi?
ABD’nin Türkiye’yi öpmeye devam edeceği mesajını...
* Gülhan Elmas
++++++
Gözdağı gözbağı içindir...
“Hakaret iddia ve suçu” bazen tazminattan ziyade artık hapislik.
Çünkü hükümet beş yıl önce buna hükmetti.
Muhtemelen, “yazı, çizi yoluyla” iktidar mensuplarına “hakaret” meselesi akıldaydı.
Haklı hakaret mağduriyeti kadar, “yüksek tazminat ve hapis” tehdidiyle de, olabildiğince sessizlik!
“AB standardı” budur herhalde!
* * *
Ama gözdağı, gözbağı içindir!
Gözdağı körleştirmek içindir; dilsizleştirmek, eleştirisizleştirmek, itirazsızlaştırmak, vicdanı itibarsızlaştırmak, ruhen ve fiilen boyun eğdirmek içindir.
Milliyet’ten topluca kovulduğumuzda bir arkadaş şöyle demişti: “Hadi bizi fırına götürdüler; ama ötekiler toplama kampında sürekli sabun olma korkusuyla susacak!”
O devir, gazetecilere hapis getiren kanuna bile susmaları sabunluktandı işte!
Bu devirdeki kimi gibi. Sabun, kayar zaten. Bazen köpürse de, tükenir, tüketilir!
* Umur Talu / Habertürk
++++++
Nike’lajı Amerikan malı
Turgut Özal çıkıp “Ayaklarında Mekap’la dağda gezen bi avuç genç” diye tarif edince PKK’lıları, olan Mekap’a oldu, mimlendi. Bölgede satışı yasaklandı. Satanlar tutuklandı. Giyenler gözaltına alındı. Adeta kartvizit haline gelmişti. Mekap giyene “Aha bu terörist” deniyordu. Böylece, ithalatın yasak olduğu dönemde, estetik olarak biraz değiştirilip, pazarını genişletip, Türkiye’nin Adidas’ı olmaya aday bir marka, PKK’nın yüzünden güdük kaldı. Büyüyemedi. Onca eziyete, yaratılan olumsuz imaja rağmen, direndi, tutunmaya çalıştı. İthalatın serbest bırakılmasıyla birlikte markalar çeşitlendi, üstüne yapışan terörist damgası yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuştu. Taa ki geçen seneye kadar... Habur’da yaşanan rezaletten sonra, Başbakan Erdoğan çıkıp, “Ayaklarında Mekap var, elbiseleri tek tip” deyince, buyrun buradan yakın...
Ayvayı yiyen gene Mekap oldu!
Gel zaman, git zaman... Aysel Tuğluk, dün, önce alışveriş yaptı, sonra İmralı’ya gitti. Ne vardı elinde? Nike torbası!
Eh be ablacım... Madem lideriniz Amerikan malı Nike ürünleri giyiyor, ne istediniz garibim Mekap’tan Allah aşkına?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Devlet nezdinde ‘sayın’ oldu
Bakanlarımız düne kadar “aşiret reisi” dediğimiz Mesud Barzani ile görüşmek için sıraya giriyorlar. Abdullah Öcalan, devletimiz nezdinde de “sayın” oldu. Bir yandan görevlilerini gönderip fikrini soracaksın, önerilerini isteyeceksin sonra da ondan “sayın” diyerek söz edeni yargılayıp mahkûm edeceksin. Yürümezdi. Nitekim yürümedi. (... Barzani’nin ayağına önce Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ı ardından hem Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu hem de İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı gönderdik. Ankara’ya gelince de “Abi” (ağabey) diye hitap ettik. İstediğimiz de “at’la deve” değildi. Örneğin “Madem PKK’dan şikâyetçisiniz, aktif mücadele yapın, toprağınızdan çıkarın” demedik. Sadece “İkmal yollarını kesin yeter” dedik. Barzani belki on kere “PKK’ya karşı mücadelede elinden gelen katkıyı esirgemeyeceğini” söyledi. Ama bugüne kadar kılını bile kımıldatmadı. Beşir Atalay dönüşünde, “Barzani ile yaptığı iki günlük çalışmaların kesin sonuçlarını göreceğine inandığını” söyledi. Ama hiçbir şey göremedi.
* Oktay Ekşi / Hürriyet
++++++
Başbakan önce kendi korkularını yensin
Sanıyorum ki böyle bir öneri ilk kez bu köşeden yapılıyor: Eğer Türkiye korkularını yenerek normal bir toplum olacaksa, bunun için ülkeyi yöneten kadronun da kendi korkularını sorgulaması gerekiyor.
Elbette ki bu yönetim kadrosu; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde billurlaşıyor. Başbakan’ın Türkiye’nin sosyal ve psikolojik gerçekliği ile iç içe geçmiş bulunan kendi bilinçaltı dürtülerini de sorgulama zamanı gelmiştir.
Sayın Erdoğan’ı uzun yıllardır izleyen birisi olarak şunu söyleyebilirim: Sayın Erdoğan, bir zamanlar muhalif olmanın, dışlanmanın, horlanmanın, daha da açıkçası ’tehlikeli varlık’ görülmenin ruh dünyasında yarattığı o sıkıntıyı hep dışa vurdu. Bunu, dolaylı veya dolaysız biçimde değişik biçimde söyledi. Çok daha önemlisi de ’tehlikeli kişi’ gösterilmesini; siyasal üstünlüğe çevirmesini bildi ve iktidara geldi.
Sayın Erdoğan, kendisini hala dışlanmış, horlanmış, tehlikeli görülen varlık, tehdit altındaki siyasal lider gibi görmekten ve göstermekten vaz geçmelidir.
Bunun için de ’AKP iktidarına karşı darbe yapılacak!’ iddiasını bitirmelidir. Bu iddiaların kanıtı olarak eski bazı belgelerin piyasaya sürülmesi, bunun da parça parça yapılması; ’darbe tehdidi’ iddiasından siyasal fayda elde etmeyi gösteriyor.
Bugün darbenin siyasal, sosyal, psikolojik temeli kalmamıştır. Öyleyse; bununla toplumu korkutmak; normalleşme önüne set çekmek olur. Sayın Başbakan bir darbeden korkmadığını milletin huzurunda açık açık dile getirmelidir.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Ayna ayna söyle bana 30 yıl sonra ne olur bu davada!
Ergenekon Davası’nda söz alan tutuklu sanıklardan Mustafa Balbay, “Ahmet Özal babasını Ergenekon’un öldürdüğünü söylüyor.
Geçitli baskınını Ergenekon’un yaptığı iddia ediliyor. Bu dava nasıl şekillenecek merak ediyorum. Ben küresel ısınmanın da ne zaman Ergenekon’a yükleneceğini merak ediyorum” deyince Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’ün yanıtı gülüşmelere yol açmış.
Şengün’ün yanıtı şu: “Mümkündür!”
Davanın nasıl geliştiğini anlatan, son derece özlü bir yanıt bu!
Gereksiz ayrıntılarla, dava ile hiç ilgisi olmayan tanık ifadeleriyle, bir dava dosyasında asla bulunmaması gereken özel telefon konuşması kayıtlarıyla dosya binlerce sayfayı buluyor.
Bu yetmiyormuş gibi neredeyse her iki-üç ayda bir, başka davaların dosyaları isteniyor, onların gelmesi bekleniyor, dava giderek dallanıp budaklanıyor.
Bu dava, ikinci Ergenekon Davası olarak biliniyor, 82. duruşması dün yapıldı, daha ifadelerin tamamlanması bile bitirilemedi.
Birinci Ergenekon Davası 2.5 yıldır görülüyor, daha ancak gizli tanıkların ifadelerinin alınmasına geçilebildi.
Öteki Ergenekon Davaları ile birlikte baktığımızda görünen tek şey, 15-20 yıla varacak bir yargılama süreci.
Elbette bu arada davanın görülmesini hızlandıracak başka gelişmeler olmaz ise!
Savcılığın eline geçirdiği her ifadeyi, her arama ve dinleme tutanağını savruk bir şekilde dava dosyasına tıkıştırmış olmasından, iddianamenin özensizliğinden kaynaklanan bu durum, adil yargılanma hakkını da engelliyor, varsa gerçek suçluları onlarca sanığın arasından çıkarıp cezalandırmayı da!
Suçlu olup olmadıkları kim bilir ne zaman ortaya çıkacak sanıkların giderek uzayan tutukluluk hallerinin de temel bir insan hakları ihlali olduğu gerçeğini unutmayalım.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
Gazetecilik suçu
Erdoğan’ın Genel Yayın Yönetmenleriyle buluşmasında, Silivri’deki gazetecilerin tutukluluklarının gazetecilik faaliyetinden dolayı olmadığını söylemesi üzerine, Aydınlık Dergisinin “tutuklu” yayın yönetmeni Deniz Yıldırım bir mektup yazmış Başbakana. Diyor ki: “18 Ekim 2009’da Erdoğan’nın ses kayıtlarını yayımladık, 19 Ekim 2009’da operasyon yapıldı!” Mektubun son cümlesi de basına: “Bir gazeteciye dahi yapılan haksızlık, tüm basına yapılmış sayılmalıdır!”