Hukuk sustu... Vicdan sustu...
Melih Aşık, 24 Ocak 1993’te evinin önünde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden gazeteci Uğur Mumcu’ya yazdığı mektupta, 2009 Türkiye’sini “korku imparatorluğu”na dönüştüren olayları anlattı
Sevgili Uğur,
Sen aramızdan ayrılalı 15 yıl geçmiş... Zaman ne hızlı akıyor...
Oralarda ne var ne yok, dersen...
Doğrusu senin öngörülerinin doğru çıkması dışında yeni şey yok...
Siyaset, ticaret, tarikat üçgeni hem ülkeye, hem iktidara hakim oldu...
Hem de ne hakim olmak...
Bir de korku imparatorluğu kuruldu ki... Görmeye değer...
Artık cumhuriyetçi, Atatürkçü yurtseverler ikiye ayrılıyor...
Ergenekon’dan içeri alınanlar...
Ergenekon’dan içeri alınacaklar...
Bir yandan çetelerin üzerine gidilirken bir yandan da muhaliflerin avı sürüyor... İktidar muhalifleri çetelerle aynı kategoride muamele görüyor...
İktidar muhalifleri, teker teker içeri alınıyor... İçeri alınmayanlara korku salınıyor. Eğer sağ olsaydın sen de mutlaka topun ağzında olurdun...
İşler o raddeye vardı ki... Son dalgada İstiklal Savaşı Kahramanı Kılıç Ali’nin 80 küsur yaşındaki oğlunun da içeri alınacağı televizyonlardan alt yazı olarak geçti. Altemur ağabeyin suçu mu? İktidara muhalif yazılar yazmak...
F tipi cezaevleri Yedikule zindanlarına döndü. İçeri düşenin bir daha ne zaman çıkacağını kimse bilmiyor.
İnsanların neden gözaltına alındığı falan da açıklanmıyor.
Sen sık sık hukuktan, hukukun üstünlüğünden söz ederdin...
Hukuk artık sadece soyguncuları, vurguncuları korumaya yarıyor...
Türkiye’deki sisteme “katiller demokrasisi, hırsızlar düzeni” derdin...
Bugünleri görseydin ne diyeceğini çok merak ediyorum...
15 yıl sensiz yaşamak, bu ülke için kayıp oldu Sevgili Uğur...
Ama sen aramızdan erken ayrılmakla bir şey kaybetmedin.
Şan ve şeref kazandın...
Nur içinde yat...
* Melih Aşık / Milliyet
Faili meçhulden,
faili medyaya mı?
11. dalga sürerken... NTV’de önce Hulki Cevizoğlu sonra Faruk Bildirici konuşuyor... Hulki’nin konuşması (nedense!) pek kısa kesiliyor. Faruk Bildirici iddialı: “Biz arkadaşlarla kimlerin içeri alınacağına ilişkin bir liste yapmıştık, hepsini önceden tahmin etmiştik” diyor... Böylece gözaltına almalara olağan bir hava veriyor.
Hürriyet gazetesinin internet sitesine bakıyoruz... Verso’nun başkanı Erhan Göksel’den söz ederken “Ergenekon iddianamesinde adı geçiyordu” denmekte... Sanki bir insanın Ergenekon iddianamesinde adının geçmesi gözaltına alınması için sebepmiş gibi hava doğuyor. Oysa iddianamede Tayyip Erdoğan’ın bile adı var. Böyle bir sebep olamaz.
Hukukçu Turgut Kazan: “Bir insan gözaltına alınırken neden alındığı açıklanmalı, somut bir fiil ortaya konulmalı” diyor. Ergenekon soruşturmasında bu kurala uyulmuyor. Ama uyulmuyor diye “olsa olsa” metoduyla suç uydurmak medyaya düşmez... Masumiyet karinesi ihlal ediliyor...
+++++
Sesleniş’ten...
“İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
(.........)
Ölümcül hastaydık. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın...
Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.
(........)
Kanserdik. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
(......)
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara...
(....)
Bizi öldürenler...
(...) Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına...”
* Uğur Mumcu
+++++
Sakladığınız bir şey mi var?
Taraf “Tuncay Güney’in televizyon yayınlarından bütünüyle ”ayıklanması“ gerektiğini” savunmaya başladı. Oysa Güney’in iddialarına mal bulmuş mağrubi gibi atlayanların başında onlar geliyordu.
Bakın odatv iki taze örnek vermiş:
15 Ocak 2009: “Bu Çete Sekiz Yıl Fazladan Yaşadı” Bu haberde Taraf Gazetesi, Çiller’den Öcalan’a, Gürbüz Çapan’dan Korkmaz Yiğit’e pek çok kişiyi Tuncay Güney’in açıklamalarına dayanarak Ergenekonculuk ile itham ediyordu.
16 Ocak 2009 : “Tuncay Güney: Kasetlerin tümü ortaya çıkmış değil”
Taraf bu haberinde de Tuncay Güney’in TRT 2’deki açıklamalarına yer veriyordu.
Bu hatırlatmadan sonra haliyle soruyorlar:
Bu ne yaman çelişki?
+++++
Birisi Orhan
Pamuk’a
haber versin
Japon gazetelere
gerek kalmadı
Tek “Nobelli”miz Orhan Pamuk, Japonya’da esip savurmuş...
Pamuk, Japonya’nın büyük tirajlı gazetelerinden Yomiuri Şinbun’a demeç vermiş; konu laiklik, ordu ve tabii kendisi, şöyle demiş: Türkiye’de çoğunluğu oluşturan birçok kişi benim gibi, İslam ve laikliğin karışımına inanır. Şimdiye kadar Türkiye’de kamu yaşamı İslam kuralları tarafından belirlenmemişti, laikliğe göre belirleniyordu. Ben bir laikim, fakat liberal bir laikim. Halkın istekleriyle laikliğin enerjisi arasında bir uyum olmalı. Türkiye’nin laikleri aynı zamanda liberal olmalı. Güçlerini ordudan alan laiklerimiz var. Bu, demokrasiye zarar veriyor. On yılda bir askeri darbelerle karşılaşıyoruz. Allah’a şükür, son 10 yılda böyle bir darbemiz olmadı. Ancak her gün, ordu bunu böyle yapmayın, bunu şöyle yapmayın diyor, ben bundan hoşlanmıyorum. Ben aynı zamanda siyasi İslamın yükselişinden de kaygı duyuyorum. Yani iki tarafça da sıkıştırılıyorum.
Bu kadar uzağa gitmeye, Japon gazetelerine ne gerek var, Sayın Pamuk!
Türkiye eski Türkiye değil, bu söylediklerini Ankara’nın Kızılay Meydanı’nda da, İstanbul’un Taksim Meydanı’nda da söyleyebilirdiniz, fark etmez, kimsenin kılı bile kıpırdamaz.
Adam Diyarbakır’da “Yakında buraya Kürdistan diyecekler!” diyor da aldıran yok.
Onun için, “Nobelli” romancımız, Japon gazetelerine konuşacağınıza yerli malı gazetelerde terennüm edin, size konser verdirirler!
* Hasan Pulur / Milliyet
+++++
Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır
Gazetesi çarşaf gibi Gençliğe Hitabe yayımladı... Obama“Ben Barack Hüseyin”diye yemin etti... Arka arkaya aldığı darbelerden sonra Ardıç yine ayarı kaçırdı.
Kasım 2007’de Akşam’da yazdığı “Adı Hüseyin olan biri ABD Başkanı olursa Taksim Meydanı’nda anırırım” yazısından tam bir yıl sonra Kasım 2008’de adı Hüseyin olan Obama ABD Başkanı seçilmiş, ama Anırma Takip Timi’nin yakın takibe aldığı Ardıç’ın anırdığı tespit edilememişti.
Ardıç’ın kıvırmasını meşrulaştırabileceği tek bir an vardı. Yeni ABD Başkanı “Ben Barack Obama” diye yemin edecek, Ardıç da “bakın onun göbek adı Hüseyin sayılmaz” diyecekti. Ama olmadı. Yemin şu şekilde yapıldı: “Ben Barack Hüseyin Obama...”
Ardıç yıkıldı. Anırması gerektiğini hatırladı. Ve bakın köşesinde hangi makamı tutturdu: “Bir süredir ülkemizde bazı kişilerin yaşadığı ”sağlık sorunları... Ayılanlar bayılanlar, merdivenden kayanlar, yurt içinde ya da yurt dışında kalbi sıkışanlar, mermiye kafa atanlar... Efendiler, hesabı ödemeden nereye?”
Aynı günlerde Hıncal Uluç köşesinde “Gençliğe Hitabe”yi yayınlamasın mı? Bunu kaldıramadı Ardıç. Yine kaleme sarıldı: “Öyle yerli yersiz Atatürk’ün gençliğe hitabesini yayınlayarak, ”ilkokul düzeyinde Kemalizm satarak“ hiç kurtulamazsınız. ”Ankaralı memur çocuğu Kemalizmi“ artık kargaları bile güldürmüyor. “Atatürk bugün sağ olsaydı, mezarından çıksa da gene Samsun’a gitse“ türünden dangalak özlemleriyle de hiç mi hiç... AKP bu gidişle 2011 seçimlerini de kazanacaktır.”
Uluç, “kendisine sataşarak, kirli dünyalarının içine çekmeye çalışanlara cevap vermeyeceğini” yazdı ve okuyucusuna seslendi “Onlara ağızlarının payını sizler vermelisiniz. Karşı görüşlerinizi yağmur gibi yağdırmalısınız. ”
Sabah okuru ne yaptı bilemem ama Yeniçağ okuru konuya duyarlılığını gösterdi. Bilge Kacar Güney Afrika’dan yazmış: “Barack Obama için, Washington’daki Lincoln anıtının önünde düzenlenen konserin tek eksiği, eşşek gibi anırması beklenen Engin Ardıç’tı...”
Daha anırma hesabını ödemeden, bu ne ayarsızlık böyle?
+++++
Yeni
krokiler ele geçirildi
Birinci kroki: Kuğulu Park’tan altı yüz adım güneye yürü. Kırk adım sağa say... Arkanı Anıtkabir’e dön... Çan şeklinde kayayı bul. Eşele. Kayıp trilyon oradadır.
Güven Park’tan yukarı doğru yüz adım say. Çeşmeye yönel... Keçiboynuzu ağacının altında dur. İki kamu bankasından birini sağına, öbürünü soluna al... Merdivenden çık... Koridoru geç... Yüzünü kıbleye çevir. Eşele... Damada gazete-televizyon almak için verilen 700 milyon dolar ordadır...
Yoldan çık... Meclisi’i arkana al... Mahkemeyi solla... Cami avlusundan geç. İktidar otlağında dur. Eşele. Arsa takasları, orman tahsisleri, ihaleler, deniz feneri... Çok sayıda seçim sandığı içinde, dokunulmazlığa sarılı; Alidibolar, kral hediyeleri, sünnet altınları, mısır-yumurta-gemi-kaçak villa... oradadır...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
+++++
GÜNÜN SORUSU
Soru: Türk demokrasisini
diğer demokrasilerden ayıran unsurlara katılan en son
karakteristik özellik ne oldu?
Yanıt: Dalgacılık...
* Haldun Ertem
+++++
MİNİ YORUM
Temiz toplum
“Avukatların bilgi-belge sızdırması”nı önledikten sonra ‘adalet tekeli’ yolunda önemli bir adım daha atanlar, “herşey temiz toplum için” derken haklı galiba.. Sabih Kanadoğlu ‘traş olup, giyinip’ polisi beklemişti. Yalçın Küçük ‘duş alıp, uygun bir trençkot, kalpak, fular seçerek” hazırlandı gözaltına. Abdest almadan evden çıkmayan mı, kirli sakala paydos diyen mi, yatakta yakalanmamak için uyanma saatini sabah ezanına çeken, duşunu alıp TRT’nin karşısına geçen mi, misafire kirli yakalanmamak için rafları, çekmeceleri, halı altlarını filan elden geçiren mi... Hangisini isterseniz, yapan var. Oluyoruz, oluyoruz... Temiz ve düzenli bir toplum oluyoruz.