HSYK konusunda ne düşünmeliyiz?

Hukuk devletinin en basit şekilde anlatımı “kendi koyduğu hukuk kurallarına uyan devlettir” şeklinde yapılır. Bu anlamda 17 Aralık sonrasında AKP Hükümeti, yargının verdiği talimatların polis ve jandarma tarafından uygulanmasını engelleyerek bir anayasal darbe yapmış, anayasayı askıya almış ve hukuk devleti polis devletine dönüşmüştür. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı AKP Hükümetinin anayasa ve yasalara karşı eylemleri karşısında güvence altında değildir. Öte yandan AKP Hükümeti, bu anayasayı çiğneyen eylemlerini, yargı ve polis içinde cemaate mensup bir kliğin politikayı hukuk ile şekillendirme girişimi olarak suçlamakta ve “İstiklal/İstikbilal savaşı verdiğini” iddia etmektedir. 2007’den bu yana AKP Hükümetinin suçladığı klik ile ve hemen hemen aynı yargı ve polis kadrosu ile yüzlerce aydını ve subayı mahkum ettiği, 12 Eylül referandumunda ise anayasa ne yazık ki Türkiye’yi bir parti devletine doğru sürüklemiş, yürütmenin yargı üzerinde baskı ve denetimini sağlayacak bir şekil almıştır. 12 Eylül referandumunun ilk sonucu, yeni oluşan HSYK-Adalet Bakanlığı işbirliği ile AKP iktidarına yönelik sürdürülen ve uluslararası bir boyutu olan Deniz Feneri soruşturmasının tasfiye edilmesi ve soruşturmayı yürüten savcıların cezalandırılması olmuştur. O günlerde AKP-Cemaat koalisyonunda açık çatışma olmadığı için bu süreç kolaylıkla ilerlemiştir.
Bugün yargı bağımsızlığından bahseden HSYK’nın, 17 Aralık 2013’te başlayan soruşturmalardaki gibi bir yolsuzluk soruşturması olan Deniz Feneri soruşturmasında takındığı tavır, yargı bağımsızlığından yana olmamıştır. Bu HSYK, Türkiye’nin gündemini işgal eden malum siyasi davalarda gerçekleştirilen ve kendisine duyurulan hukuk ihlalleri ile ilgili hiçbir adım atmamıştır. Özetle, mevcut HSYK yapısının bağımsız ve tarafsız yargıyı güvence altına aldığını ileri sürmek akla aykırıdır.
AKP Hükümeti’nin kendisine karşı darbe yaptığı ve Anayasa’nın 138. Maddesi ile güvence altına alınmış olan yargı erkinin bağımsız olduğunu söylemek mümkün müdür? Yargının bağımsız olabilmesi tarafsız olmasına bağlıdır. Tarafsız olmayan bir yargı bağımsız bir yargı da olamaz. AKP iktidarı “CHP’li olmayan bir yargı oluşturacağım” iddiası ile anayasa referandumu sonrasında, yargıyı büyük ölçüde ve en etkin noktalarında, Hizmet hareketine sempati duyan bir yapıya teslim etmiştir. Bu sempatinin olası sonuçları konusunda her şey bir tarafa bırakılsa dahi Hizmet hareketine yakın bir Yargıtay üyesinin açıklamaları için ipuçları vermektedir.
Bu teslimin sonucu, Kuddusi Okkır’ın infaz edilmesi, bir Genelkurmay Başkanı’nın -Org. İlker Başbuğ- hem de doğal hakim ilkesi çiğnenerek, yargılayamayacak bir mahkeme tarafından terör örgütü yöneticisi olarak ömür boyu hapse mahkum edilmesi, bir polis şefinin -Hanefi Avcı- sol bir terör örgütü üyeliğinden mahkum olması, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yöneticilerinin ölüm döşeğinde yatan Türkan Saylan dahil “Ergenekon” terör örgütü suçlaması ile soruşturulması, kahraman bir üsteğmenin telefonuna sehven bir başkasının adres defterinin yüklenmesi, hakimlerin “olmayan” yasa maddeleri ile hüküm kurması, (Kemal Kerinçsiz bunu ispatladı) daha bilgisayardaki kitaptan dolayı yazarının terör örgütü üyesi olması, yüzlerce subayın casus diye yargılanması, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun işkence ile ölüme sürüklenmesi gibi nerede ise sonsuza değin uzatabileceğimiz bir listedir.
Eğer bir hakim veya savcı, adli hiyerarşi dışında bir hiyerarşi ve kendi vicdanı dışında bir vicdanın kararlarında belirleyiciliğine izin veriyor ise orada “tarafsız” bir yargıdan bahsetmek mümkün değildir. Yargı tarafsız olmadığı noktada da bağımsız değildir. Yargının bu durumu AKP Hükümetini hiç rahatsız etmemiştir. Aksine zaman zaman gelen göstermelik ve sözde/cılız itirazlar dışında her eylem ve karar iktidar tarafından onaylanmış ve savunulmuştur. Ancak AKP’nin inşasına destek verdiği, onayladığı, desteklediği yapı hangi saik ile olur ise olsun yolsuzluk soruşturmalarına başlayınca AKP Hükümeti özü itibarı ile şunu söylemiştir: “Subayları yargılayabilirsiniz ancak çocuklarımızı yargılayamazsınız.” Bu kabulden hareket eden AKP Hükümeti, 17 Aralık’tan bu yana anayasayı askıya alan eylemlerine girişmiştir.
Mevcut durumdan çıkmanın yolu AKP’nin halen TBMM’de görüşülen ve anayasayı ihlal eden yasa teklifi değildir. Bu yasanın anayasayı ihlal ettiği ve bu teklifi veren Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bunu gayet iyi bildiği anlaşılmaktadır. CHP milletvekili Süheyl Batum’un komisyonda, yargılanacaksınız şeklindeki çıkışına Bozdağ’ın “sen de kına yakarsın” cevabını vermesi, bir gün, bu günlerde gerçekleştirdiği anayasayı ihlal eden eylemlerinden dolayı yargılanabileceğini, kendisinin de düşündüğünü göstermektedir. Eğer, AKP bu süreçte ısrar eder ise Türkiye, Gezi olaylarını aratacak bir toplumsal muhalefet dalgası ile karşılaşabilir. Bir televizyon programı için beni alan arabanın şoförü, “Ağabey, oğlumu bundan sonra polise falan teslim etmem ben” diye söze başlayınca sordum: “Hayırdır bir sorun mu var?” Şoför “Hayır bir sorun yok. Ancak Başbakan’ın oğlunu alamayan polis, benim oğlumu da alamaz” cevabını verdi. Bu ifade, patlamaya hazır olan bir toplumsal muhalefetin şifrelerini taşımaktadır.
Çincede kriz kelimesi, karışıklık ve fırsat kavramlarını ifade eden iki sembolün yan yana gelmesi ile ifade edilmektedir. Bu ağır krizi bir fırsata çevirmek, HSYK’yı tekrar adaletin merkezi yapmakla mümkündür. Bu ise ancak bütün partilerin katıldığı, adil yargılanma ilkesini güvence altına alacak bir HSYK kadrosunun oluşmasını sağlayacak bir düzenleme ile olabilir. Tabii ki bu adil yargılama sürecini düzenleyecek adalet kadrolarını tanzim edecek HSYK’nın, sadece Ergenekon, Balyoz ve diğer davalarda değil, AKP’lilerin yargılandığı davalarda da adil yargılanmayı sağlaması gerekmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları