Hoyrat bir el dokununcaya kadar!

Kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında başlattıkları Gelincik Projesi’nin ilk adımını bugün atan Ankara Barosu adına Başkan Metin Feyzioğlu’ndan mektup var:

Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu’ndan mektup var. Sırf bana değil; benim gibi bir çok basın mensubuna, yazara,çizere, sanatçıya...
En önemlisi size bu mektup...
Önce zihnine, “aile”yi, “namus”u, “mahremiyet”i zulme maske yapanların karşısında sinmenin, susmanın “edep” olduğu kodlanmış size; Feyzioğlu’nun ifadesiyle en sert rüzgarlara direnip, hoyrat bir el tarafından kırılan kadınlarına bu ülkenin...
Sonra diğer herkese kendini güçlü sanan aciz erkeklere, kaderinin annesinin, teyzesinin, anneannesininkinin tekerrüründen ibaret olacağını sanıp yarın kaygısıyla bugüne küsen genç kızlara, onların babalarını, amcalarını, dayılarını örnek almış erkek kardeşlerine, ağabeylerine...
Feyzioğlu, Ankara Barosu’nun “kadına yönelik şiddet”le mücadelenin parçası olmak üzere başlattığı “Gelincik Projesi”nin kamuoyuna ilanı sırasında yani bugün yüksek sesle de okuyacaktır muhtemelen aşağıdaki satırları...
Bugün Afyon’da olmasaydım seslerine ses vermek için yanlarında olacaktım ben de...
Ama orada olamasam da kalemim bir silah “gelincikler”e el uzatanlara. Onun için muhtemelen siz bu yazıyı okurken Ankara’da konuşacak olan sanatçılara, yazarlara, aydınlara güç verelim biz de Feyzioğlu’nun aşağıdaki satırlarıyla:
“Her gün kadınlarımız ve çocuklarımız, aşağılık komplekslerini, kendi yetersizliklerini tatmin etmek isteyen vahşi ellerce dövülüyor, öldürülüyor, ırzlarına geçiliyor, istismar ediliyor.
Biz avukatlar, bu acımasızlığın, sistemin ve toplumsal baskıların çaresiz bıraktığı mağdurların acısını yüreğimizde hissediyoruz.
Ankara Barosu, bu ilkelliğe hiçbir zaman kayıtsız kalmadı. Ancak azalacağına giderek artan şiddete karşı daha fazla çaba sarf etmek, toplumun bütün kesimleriyle işbirliği içinde kapsamlı ve etkin bir mücadele yürütmek zorundaydık.
Böylece “Gelincik Projesi” doğdu.
Gelincik, en sert rüzgârlara direnir; tıpkı kadınlarımız gibi. Çiçeğini dökmez; ta ki hoyrat bir el tarafından koparılıncaya kadar...
Ankara Barosu “Gelincik Projesi”nde, şiddet mağduru kadınlarımızın ve çocuklarımızın yanında daima, her an, her aşamada, konusunda uzman, gerekli temel iletişim ve psikoloji bilgilerine sahip bir avukatı olacak. Şiddet mağduru kadın veya çocuk, bizim tarafımızdan karakola ve savcılığa götürülecek, adli tıbba giderken yanında avukatı olacak, kadın sığınma evine yerleştirilene kadar avukatı onun elini bırakmayacak. Ailenin Korunması Hakkındaki Kanuna göre şiddet uygulayan kişinin evden uzaklaştırılması, mağduru tacize devam etmemesi için gerekli başvurular bizim tarafımızdan yapılacak. Boşanma, nafaka, maddi-manevi tazminat, velayet, mal paylaşımı davaları maddi durumu iyi olmayan kadınlarımız adına bizim tarafımızdan açılacak.
Ankara Barosu, proje destekçisi kurumlarla birlikte, mağdur kadınların meslek edinmesi ve iş bulması için de gerekli bütün girişimlerde bulunacak; ilçe ve hatta mahalle bazında kadınları, hakları konusunda eğitmek üzere bütün gücünü seferber edecek.
Artık kadının yanında Ankara Barosu’nun desteği, Gelincik Projesi’nin gücü var. Proje destekçilerimiz ve fedakârca kendini projeye adayan avukatlarımız sayesinde başarıya odaklandık. Duyarlı basının desteğiyle başaracağız; Ankara’dan başlayarak tüm Türkiye’ye, bu projeyi baroların öncülüğünde ulaştıracağız.”

+++

Manyaklığın genetik şifreleri(!)

En az üç çocuk” olur...
Dört olur...
Beş olur...
On beş olur...
Zaten baba tanımıyor çoğunu... Çocukların yarısı yerine okuldan 3-A sınıfını göndersen farkına varmayacak...
Kameraman tanıştırmıştı baba ile üçüncü eşten sekizinci oğlunu... Dördüncü eşten altıncı oğlu “He odur” diyerek tanıklık ettiydi...
Doğurulup doğurulup sokağa salınanların memleketi burası...

*

Mahalleden geçen her arabayı elli çocuk kovalıyor...
Kamyon lastiklerini eritip ayakkabı yapıyorlar onlara... Müdür okula gelmeyenleri görmezlikten geliyor, çünkü sınıfta öğretmene ayakta duracak yer kalmıyor...
Beslenme dersen...
Anadolu’da eşek kalmadı...

*


Görgü malum; bunu en iyi düğünlerde anlarsınız, piste çıkan iki yüz çocuk, orkestranın etrafında son hızla dönmeye başladığında...
Kayıp çocuklardan dördünü bateristin davulunun içinde bulmuşlardı...
Annesi sırıtarak karar vermişti o an:
“Çok akıllı benim oğlum doktor olacak... Davulun içine girdiğine göre de demek ki müzisyen doktor...”

*


Merhamet, vicdan derseniz...
“Sen doğunca kurban kestik” diyerek başlıyor insani eğitim...
Aptallığından ince dala binip düştüğünde de “kan akıtın” dediler...
“Hiç olmazsa bir horoz...”
Salaklığını bahçedeki güzelim çilli horoz ödedikten sonra, cennete nasıl gideceğini de tarif ettiler ona:
Yedi kişi, yakalayıp kestikleri dananın sırtına binerek...

*

İşte bu çocuklardan “en az üç tane” istedi önderleri...
Üst sınırı yok...
Fışkırtmak serbest...

*


Özensiz, bakımsız, başı okşanmamış, ilgilenilmemiş, sevilmemiş, eğitilmemiş o çocukların toplumudur burası...
Bu kesik kafalar, bu testereler, bu koparılmış kollar-bacaklar, bu parçalanmış çocuk bedenleri...
Bu cinnet...
Bu manyaklıklar...
Yakından bakın; her zaman bölünmüş aileler, özensiz çocuklar, eğitilmemiş bireyler, başı okşanmamış ve sevilmemiş hasta kimlikler çıkıyor altından...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Hukuk devletinde Başbakan bu sözü asla söyleyemez!..

“Hukukun üstünlüğü”nün yok sayıldığı ülkelerde ise, mantık aynen böyledir:
“Ben yargının işine karışamam, onlar da benim işime karışmasınlar!”

***


Aşırı alkollüsünüz ve arabanızın direksiyonuna geçtiniz...
Bastınız gaza gidiyorsunuz ki; trafik polisi durdurdu. Adamın ağzınıza uzattığı boruya üflemek yerine, “Bak polij kardejjj... Ben senin ijine karıjmıyorum; reja ederim sen de bana karıjjma” diyebilir misiniz?
Deseniz bile polis bunu ciddiye alır mı?
Kısacası, bırakın yargıyı; polis için bile bu cümleyi kuramazsınız...

***


Üstelik bu sözü söyleyen kişi, öyle sizin benim gibi sıradan bir vatandaş da değil; bu ülkenin Başbakanı...
Yani; “demokrasilerin olmazsa olmaz ilkesi ’kuvvetler ayrılığı’nın uygulamakla yükümlü” kişi...
Kendisine Ergenekon savcılarının görevden alınması konusunda ne düşündüğü sorulmuş, yanıtı “Ben yargının işine karışamam, yargı da benim işime karışmamalı” olmuş...

***


Tamam; demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır. Yasama, yürütme, yargı organları, birbirlerinin görev alanlarına müdahale edemez.
Ama demokrasilerde “hukukun üstünlüğü” diye başka bir ilke daha vardır...
Buna göre; yasama, yürütme ve hatta yargının kendisi bile, yargı organlarının denetimine tabidir.
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

AK Parti, % 47-48, yüzde 50’yi yakalar mı, hesabı yapanlar, son kamuoyu yoklamalarına şaşırdılar. Gerileme başladı. 41’lere kadar inildiği, fark edildi. Anlayacağınız, ’Tek başına yeni anayasa yapacak milletvekili sayısı’nı çıkarmak zorlaşıyor. MHP’nin barajı rahat geçeceği görüntüsünü de, iktidarın eksilerine ekleyebilirsiniz. 12 Haziran’a kadar, yeni sürpriz karar ve kararnamelere hazırlıklı olmalısınız.
Burhan Ayeri / Akşam

+++

Savcı ne zaman kahraman olur

Bir savcı dokunulmazlara dokunursa kahraman olur ama dokunulmazlara dokunurken haktan, hukuktan ayrılırsa kahramanlığı biter.
Bir savcı çetelerle, bombalarla, suikastlarla, darbecilerle uğraşırken kahraman olur ama araya kitapları karıştırırsa kahramanlığı biter.
Bir savcı “asrın davası” adı verilen dava için kararlı adımlar atarsa kahraman olur ama davayı “asrın fiyaskosu” haline getirirse kahramanlığı biter.
Bir savcı kamu vicdanını da hesaba katarak adımlar atarsa kahraman olur ama “daha çok kahraman olayım” diye “koskoca dava” yı kamunun vicdanında mahkûm ettirirse kahramanlığı biter.
Bir savcı toprak altında gizlenmiş silahların peşine düşerse kahraman olur ama henüz basılmamış bir kitaba “örgütsel doküman” muamelesi yaparsa kahramanlığı biter.
Bir savcı “daha özgür bir toplum için” adımlar attığına herkesi ikna ederse kahraman olur ama herkesin “Acaba benim de peşimde mi?” kuşkusu duymasına neden olursa kahramanlığı biter.
Bir savcı memleketteki darbe endişelerini ortadan kaldıracak adımlar atarsa kahraman olur ama bunu yaparken endişenin kaynağı haline gelirse kahramanlığı biter.
Ahmet Hakan / Hürriyet

+++

Ve kitap düştü!

Baskın üzerine baskın.. Önce İthaki Yayınevi’ne... Peşinden Radikal Gazetesine... Bilgisayarda imha operasyonu süratle yürütüldü. Türkiye basılmamış kitabı yasaklayan ülke olarak dünya yayın tarihine geçti. Ve aradan bir hafta geçmeden.. Kitap dün pdf dosyası olarak internete düştü... Halkın kitabı okumaması için demokrasi kurallarını çiğneyenler çağın dijital mucizelerini hesaplayamamıştı. Kitap artık yüz binlerce kişinin bilgisayarında mevcut olduğu gibi, çıktısı alınarak elden ele
dolaşıyor.
Sanılır ki Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın cemaatçi örgütlenmeyle ilgili kitabı elden kaçırılınca bu defa aynı temayı işleyen Şık’ın kitabı kaynağında kurutulmak istendi. Ancak girişim başarısız kaldı...
Olan Ahmet Şık’a oldu denebilir... Değerli meslektaşımız Cumhurbaşkanı’nın hesabıyla 100 bin kitabın gelirine kavuşacakken kitaplar internetten bedava
paylaşıldı!
Bu kitabın en büyük özelliği mi? Kamuoyunun kitabın içindeki bilgilerin çok çarpıcı ve doğru olduğuna inandırılmış oluşu. Bu inancı Ahmet Şık sağlamadı. Bu inancı kitabın böylesine hararet ve hırçınlıkla peşine düşenler sağladı. Artık daha bir merakla okunacak.
İnternete düşen taslakla ilgili savcılık dün acele soruşturma açtı. Gazetemizde o yüzden kitaptan bölümler bulamayacaksınız. Ama Star ve Zaman gazeteleri birkaç gün önce Emniyet’in 49 sayfalık bir raporunu yayımladılar ki... Bu raporda da kitaptan kimi bölümler pekala yer alıyordu... Kitaba konulan yasak içindekilerin gizlenmesi açısından başarılı olmadığı gibi hem iktidarı hem ülkeyi güç duruma düşürdü. Üstelik handikap sürüyor.
Melih Aşık / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları