“Hoş geldin Balbay...”
Değerli meslektaşımız Mustafa Balbay tahliye oldu ve TBMM’de yemin ederek göreve başladı. Balbay’a CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu gibi “aramıza hoş geldin” demeyeceğim. Beş yılını, yazdıkları ve yazacakları geçen duvarlar arkasında geçirdi. Elbette vatandaşlarımızın oyları ile seçildiği için milletvekilidir. Ama öncelikle Mustafa gazetecidir. Gazetecilikten yargılandığı için her şeyden önce yargılanan gazetecilerin vekilidir. Gazetecilikten önce insan olarak, dost olarak defalarca Silivri’ye gittim. Benim kadar davaları takip eden bir başka yazarın olmadığını biliyorum. Balbay ile duruşma aralarında sohbetler ettik. Açık görüşme şansımız oldu. Dostluğumuzu Silivri’deki hukuksuzluk pekiştirdi. Her görüşmemizde gazetecilik refleksi ile “dışarıda durum nasıl?” sorusunu yöneltmiştir. Ben de her defasında “Dışarıda durum daha kötü.. İçerisi daha güvenli en azından samimi... Şu günlerde içeride olanlar biz dışarıdakilerden daha şanslı, daha mutludur” sözleri ile geçiştirmeye çalışırdım vaziyeti. Karşılama ve uğurlama ritüellerinden korkarım. Duygusal tarafım ağır basar, dayanamaz da koyuveririm kendimi diye endişelenirim. Belki de bu yüzden Sincan çıkışında kucaklaşmaktan kaçtım. Beş yıl sonra döndüğü yuvasına varamadım. Tutuklanmadan birkaç gün önce çayını içtiğim Cumhuriyet’teki odasına gidemedim. İçeride yeşile ve çiçeğe hasret kaldıklarını bildiğim halde bir buket çiçek sunamadım ona.. O içerideyken durmadan, bıkmadan yazdığı her bir kitabı imzalayarak vermişti, ben de Teğmen Çelebi ve Dijital Terör ile karşılık vermiştim. Bir kaç gündür içim içimi yiyor. Mamak’tan sevgili kardeşim Kürşad Güven Ertaş, Hasdal’da yaptığı resmi Müyesser Yıldız aracılığı ile göndermiş. Ben resim de yapamam ki.. Mutluluğun resmini, işin kolayına kaçmadan çizebilecek kabiliyetim de yok.. Çam sakızı çoban armağanı bir şeyler bulabilme umuduyla vurdum kendimi yollara. Bozkır kenti olan Ankara’nın ayazı çarpınca suratıma Ahmed Arif’in dizeleri geldi aklıma..
“Bunlar Ergenekler ve çiyanlardır / Bunlar / Aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır / Tanı bunları / Tanı da büyü...”
Oysa Mustafa’nın Adiloş Bebe’yi tanıdığından eminim. Dahası benim unuttuğum dizelerin tamamını bir çırpıda ezberden okuyacağına da inanıyorum. Sırtında çantasıyla memleket memleket gezip “Adiloş Bebe” lerin fotoğraflarını çekip, haberler yaptığını, kitaplar yazdığını da biliyorum. Ama mahpusluk zor zenaat.. Dile kolay ama beş defa 365 günü devirdi ne de olsa.. İçeriden dışarıdaki gelişmeleri belki bizden daha iyi takip etmiş olabilir. Dışarıda her köşe başında bir pusunun olabilme ihtimalini unutmuştur belki. Orospu saldırıların puşt zulası, bizler gibi onu da hedef seçebilir. Yılların mahpusluğundan sonra insanların sokaklarda yürüyemediğine, gece yumuşak yataklarında uyuyamadığına tanık olduğum için tecrübelerimi paylaşayım dedim.
“Varamaz elim. Ayvasına, narına can dayanamazken, kırar boynumu yürürüm. Kurdun, kuşun bileceği hal değil, sormayın hiç Laaaaal... Kara ferman çıkadursun yollara, yarin bahçesi tarumar, kan eder perçem...” diyen Ahmed Arif’in “Bir de ağzı var dili yok Diyarbakır Kalesi” sözlerinin üzerinden çok vakit geçtiğini, Diyarbakır’ın bölücülükle neredeyse bütünleştiğini hatırlatayım dedim.
Balbay ile Prof. Mehmet Haberal’ın Silivri’de kesişen kaderleri, TBMM’de birleşti. Haberal Hoca bilim adamı.. Halen insanlara şifa dağıtmak için çabalıyor. Ama Mustafa Balbay gazeteci... Bir dönem kulislerinde haber peşinde koştuğu Meclis koridorlarında şimdi hukuksuzluğu kovalamalı diye düşünüyorum. Doğduğunda töre gereği üç gün aç tutulan Adiloş Bebe misali şimdi saldırmalı haksızlığın üzerine..
Hoş geldin Mustafa.. Dün memleketin İzmir’deydim.. Ankara da, Türkiye de özlemiş seni.. Aramıza hoş geldin gazeteciliğinle...