Hiçbiri bu manşeti atamadı
Dün, bu ülkede yayın yapan bütün gazetelerin, bütün televizyon kanallarının, radyoların, haber ajanslarının patronlarına, müdürlerine, amirlerine, memurlarına, genel yayın yönetmenlerine, editörlerine, haber müdürlerine, elinde kalem, mikrofon olup da susan haykırmayanların hepsine sormak istedim:
Ya sizin çocuğunuz olsaydı!
***
Caydım. Çocukları olsaydı yazarlardı... Hayatlarında bir kere olsun, bir çocuğun elindeki “bit kadar” yanığın acısını dindirmeye uğraşsalardı, bir kerecik üflemiş olsalardı nefeslerini “geçecek” tesellisiyle, AKP’nin iktidarda olduğu dokuz yılda yüreğine “ateş” düşen 967. anne-babayla “empati”de bu kadar zorlanmazlardı. Kendilerini onların yerine koyarlar, çerağ gibi “yanarken” aydınlatırlardı bu halkı! Kafa kafaya verip gerçekleri karartma kararları almazlardı!
Orada öylece yatan cılız bir bedenin ateşini düşürebilmek için, bir gececik sabahlamış olsalardı minicik bir yatağın kenarında... Bir kerecik, “ufff” diye ağlayan çocuklarının elini tutup öpmüş olsalardı... Bir kerecik, verdiği şurup öksürüğünü kesmedi diye mesela, doktora kafa tutsalardı... Bir kerecik, sokakta düşüp dizini kanatan bir çocuğun yarasını sarsalardı... Bir kerecik göğüslerinde uyutmuş olsalardı kabus görüp yanlarına koşan bir çocuğu; bir kerecik korkuyla atan minik bir kalbin atışlarını dinleselerdi gecenin sessizliğinde... Bir kerecik, çocuklarının kulağını çekti diye hesap sormuş olsalardı öğretmeninden...
Hayatlarında bir kerecik bile olsa, çocuklarının kılına zarar gelecek endişesiyle dünyayı ayağa kaldırmış olsalardı, dün o gazeteler öyle çıkmaz, o televizyon kanalları şen kahkahalarla yetenek avı partisi düzenliyor olmazdı...
Yok demek ki çocukları...
“Hiç değilse birinin, birkaçının vardır” mı diyorsunuz...
Öyleyse daha fena... Eğer çocukları var da, kendi çocuklarının gözünden akan bir damlayı “seferberlik ilanı” sayarken, başkalarının çocuklarının kan gölünde boğulmasını umursamıyorlarsa, bu vicdanlarının olmadığının habercisi! Çünkü onların “iki satırlık” sarsılmadığı acı karşısında, dağ olsa, taş olsa çökerdi...
***
Ki, “Gazeteci” için “vicdansızlık” bir mazeret mi!
Libya’daki Amerikan işbirlikçilerinin Tayyip Erdoğan’ı omuzlarında taşıdıkları dakikalarda, Türkiye’de iki ayrı şehirde, iki ayrı evde, iki ayrı ailenin, iki ayrı tabutu omuzlamaya hazırlanışı “haber” değil mi?
Terörle müzakere edenler “ne var” derken, terörle mücadele edenlerin adeta “işte bu var” der gibi şehit düşmesi vaka-i adiye mi? Şok etkisi yaratmıyor mu yani artık okuyanın, izleyenin üzerinde? Tartışılmıyor mu? Duygulara hitap etmiyor, harekete geçirmiyor mu? Merak uyandırmıyor mu?
Ekrana “şehit” haberi düştüğünde, kaneviçesini işleyen genç kızın (çok nostaljik geldiyse, cep telefonundan tweet atan kızın yazdım varsayın) gözleri faltaşı gibi açılmıyor mu, “nerde” diye; “Sevdiğimin olduğu yerde mi!”
Veya bir köy kahvesinde kulak kesilmiyor mu amcalar, dayılar; “Bizim Hasan Emmi’nin oğlu da orda değil miydi?”
En nihayetinde toplumun büyük bölümünü ilgilendirmiyor mu “şehit” haberi!
“İlgilendirmiyor” mu?
Niye? Patır patır toprağa düşenler “it eniği” mi?
(Ki, kızdırsın, kışkırtsın, bir dolu e-posta yağsın “Sizi gidi hayvan düşmanı sizi” diye de, bir insan evladının ölümüne bu denli kayıtsız kalanlar utansınlar insanlıklarından diye bilinçli olarak tercih ediyorum “it eniği” ifadesini... Çünkü it eniği olsa, nasıl bir “kamuoyu oluşturulurdu” anında, nasıl düşülürdü sokaklara, nasıl yas bürürdü sanat dünyasını filan, konserine Türk bayrağı ile çıkamayanlar nasıl hayvanat bahçesine çevirirdi sahneleri görün de sorgulayın diye yazdım. Benim niye kıpırdamıyor kılım? )
Bir şehidin değer ifade edebilmesi için en az on tanesi yan yana dizilen tabutlardan birinin içinde yatması mı gerekli?
Van’daki Hasan’ı, Bingöl’deki Muharrem’i arkalarından üzülmeye değer görmeyenler, bu suskunluğun bütün failleri, biliyorum ki 2 değil de 12 olsaydı önceki günün bilançosu, ağıtlar yakıyor, lanetler yağdırıyor olacaklardı şimdi... İyi de sorun bakalım Hasan’ın annesine, oğlu ha yalnız gitmiş, ha 11 başka oğulla birlikte, onun için fark eder mi?
***
Medya körmüş, toplum sağır... Hepsi hikaye... Aslında bütün mesele, Hasan’ın cenazesinin ailesine teslim edilirkenki fotoğraflarında saklı... Ay-yıldıza sarılı tabut, gecenin kör karanlığında, neredeyse gizli saklı çıkarılıyor askeri kargo uçağından dışarı... Sanki o aile, bu vatana canını feda edecek bir evlat yetiştirmiş oldukları için utanmalı... Aklıma getirmek istemiyorum ama, bir sonraki aşamada, şehit ailelerinin “Kusura bakmayın, o da acziyetinizi ortaya çıkarmak istemezdi ama, bir hatadır olmuş işte, bakmış ülkesinin sahip çıkanı yok bedenini siper edivermiş bizim oğlan” diye özür dilemesini de bekler bu kafa!
Ayıp be... Evlatları gitti, bari bırakın da bir teselli kalsın ellerinde, “oğlumuz şehit oldu” diye...
Bari bu değeri çürütmeyin de, ayakta kalmak için tutunduklarında düşmesinler kocaman bir yokluğa...
Başkası olamazdı
“Atatürk inkılaplarına ve Türk milliyetçiliğine bağlı vatandaşlar yetiştirmek” ilkesinin Milli Eğitim Bakanlığı’nın amacı olmaktan çıkarılmasına dair hayli eleştiri yayımlandı. Melih Aşık “Amaç “Türk“leri ülkede bir etnik grup statüsüne indirmek” diye yazdı. Güngör Mengi, “milletin kalesine karambolda atılan gol” olarak tanımladı. Mustafa Mutlu, “hukuk devletinden yana olmayan ‘özel eğitim kurumları’nın önü açıldı” uyarısında bulundu.
Bu garabet kararı alkışlayan mı? Şahin Alpay’ın “çok saygı değer bir liberaldir” diyerek Karen Fogg’a yanaştırmaya çalıştığı Eser Karakaş, dünkü Star’da bakın ne yazdı: “Marifet iltifata tabidir derler; Sayın Ömer Dinçer’i bütün içtenliğimle kutluyorum!”
Sizi “dinle” uyutanların tek tanrısı var: PARA
...Bizi “dinle” uyutmaya çalışıyorlar...
Toplumu, “laikler-Müslümanlar” diye bölüyorlar...
“Alevi-Sünni farklılığı” nı, kültürel zenginlik olmaktan çıkarıp, çatışmaya dönüştürmek istiyorlar...
“Laiklik, dinsizlik değildir” diye başka ülkelerin halklarına nutuk atıyorlar ama...
Bu ülkede, “Müslüman insan, laiklikten yana olmaz” lafıyla düzen değiştiriyorlar!
Hak arayan emekçilere ise hep “acıyarak” bakıyorlar...
“Karınları tok, sırtları pek tutulması gereken zavallılar” muamelesi yapıyorlar...
Ne zaman “milli gelirin adil bir şekilde paylaşılması” konusunda bir fikir ortaya atılsa, İslâm’ın bu konudaki buyruklarını unutuveriyorlar!
Kendilerini ise “verebildikleri kadar sadaka vererek” rahatlatıyorlar!
İşsiz bıraktıkları insanları polise dövdürüp, kışın ayazında buz gibi havuza attırıyorlar...
***
...Kardeşçesine bir arada yaşayan insanları, farklılıkları ön plana çıkartarak savaştırıyorlar...
Yani... Hayatlarını emekleriyle kazanan insanları, ellerinden geldiği kadar çok gruba bölmeye ve düşmanlaştırmaya çalışıyorlar ki; örgütlenip haklarını istemeye kalkmasınlar!
Tüm bunları; asla harcayamayacakları kadar çok para kazanmak için yapıyorlar...
“Sadece daha çok para kazanmaya koşullanmış yaratıklar” oldukları için, “komşusu açken, tok yatanı Allah affetmez” terbiyesiyle büyüyen bu ülkenin insanlarını, bölüp bölüp sömürüyorlar!
Bunun için; onurlarını, namuslarını, hatta vatanlarını bile satmayı kendilerine yedirebiliyorlar!
***
Paranın da paraya tapanların da vatanı, milliyeti, dini, imanı yoktur!
Onların tek Allah’ı paradır...
Sadece, kendilerine daha çok kazanma yolu açanları severler...
...Siz hiç patronların oluşturduğu derneklerin; laik, demokratik, sosyal hukuk devletinden sapma gösteren uygulamalara ya da bölücü terör örgütünün estirdiği terör rüzgârına tepki gösterdiğini gördünüz mü?
Görmediniz... Göremezsiniz!
Çünkü onların canı sadece paralarına ve kazançlarına göz dikildiğinde yanar...
Ve sadece o zaman bağırırlar!
İktidarlar da bu “uysal ama obez çocukları” bol bol besler ki...
Sesleri çıkmasın!
***
Halkın yüzde 50’sinin bu “basit gerçeği” anladığı gün, bu ülke dünyanın en yaşanılası ülkesi olur!
Mustafa Mutlu / Vatan
Füze kakalaması...
New York Times gazetesine konuşan ABD’li yetkililer;
“Füze kalkanından elde edilen bilgilerin İsrail’le paylaşılacağını” söyledi.
Önceden tahmin ettiğimiz gibi... İran’ı hedef alan bu sistem en başta İsrail’i korumaya yöneliktir.
Türkiye’ye yararı yoktur. Türkiye, ABD ve İsrail çıkarlarına yataklık etmektedir.
Bu yüzden ABD ve İsrail ile İran arasındaki bir çatışmada ülkemiz ilk hedeflerden biri olacaktır.
İsrail’le kayıkçı kavgasının perde gerisinde bu ülkeye muazzam bir stratejik kıyakçılık yapılmıştır. Melih Aşık / Milliyet
Fellik fellik model aradık...
Celal Bayar’ın “Küçük Amerika olucaz” modeliyle başladı her şey...
Gerisi çorap söküğü.
*
“Sovyet” modeline özenen oldu. “AB” modeli popüler değilken... Özal çıktı “Japon” modeli önerdi. Sonra baktık ki, Japon modeli için çalışmak gerekiyor, bize uymaz, e oralara kadar gitmişken direksiyonu “Asya” modellerine kırdık, “Kore” olalım, “Tayvan” olalım, “Hong Kong” olalım, bari “Singapur” olalım filan derken, Erbakan çıktı “Endonezya” modeli istedi.
*
Gel zaman git zaman...
Küçük Amerika’ya Büyük Amerika dedi ki, siz en güzeli “Malezya” modeli olun!
Teröre karşı “İspanya” modelini inceledik, “İrlanda” modelini inceledik, fellik fellik model aradığımızı görünce, Apo dayanamadı, “İskoçya” modelini, “Galler” modelini ve “Güney Afrika” modelini tavsiye etti. Bakanlar kurulumuzun yeni hali “Almanya” ve “Finlandiya” modellerinden örnek alındı. Başkanlık sistemi için “Fransa” modeli üzerinde çalışıyoruz.
*
Sağlık Bakanlığımız üniversite hastaneleri için “ABD” modeline geçmeyi planlıyor. Tarım Bakanlığımız küçükbaş hayvancılık için “Avustralya” modelini ve “Yeni Zelanda” modelini incelerken, büyükbaş modellerimizi “Uruguay” modelinden getirtiyor. Yoksullara yönelik mikro kredide “Bangladeş” modeli uygulanıyor.
TRT’den şifresiz maç yayını için “Arjantin” modeli benimsendi. Kültür başkentimiz İstanbul desen... “Dubai” modeliyle tanıtıldı.
(...)
İğneden ipliğe alışveriş “Çin” modeli... Masajda “Filipin” modeline geçtik. Hizmetçilik sektörü “Moldova” modeline yöneldi. İhtiyarlarımıza “Bulgar” modeliyle bakıyoruz.
*
Kaçak elektriği “Güney Afrika” modeliyle önleyeceğiz... AB’yle müzakere için “Hırvatistan” modelini uygun bulduk, “Norveç” modeliyle rest çektik. Güneydoğu’yu “Hindistan” modeliyle kalkındıracağız...
Yılmaz Özdil / Hürriyet