Hiçbir şey susturamadı 'ekmek'ten başka...
Epeydir sesi soluğu çıkmayan -çok da sevdiğim- yazarlardan biriyle konuştum dün;
Yazıları -süreli olarak- durdurulmuş.
Saçma ama bir an umutlandım:
“Süre dolunca başlayacaksın yani!..”
“Yok” dedi; “zorunlu izin sona erdiğinde güle güle diyecekler!”
“Eee, ne yapıyorsun şimdi?”
“Bekliyorum...”
“Neyi?..”
“Resmileşmesini...”
O güne kadar kimseye konuşmuyormuş, demeç vermiyormuş, açıklama yapmıyormuş ki “gıcık kapmasınlar”!
Yıllarca “kimin gıcık kapıp-kapmayacağını” hesaplamadan yazan insanların “ekmeklerini” rehin alıp; ne dinde, ne imanda, ne vicdanda yeri olmayan böyle bir insafsızlıkla biata zorluyorlar!
Dün sosyal medyada da yazdım;
Neydi o “Baş Genel Yayın Yönetmeni”nin değişmeyen repliği: Yazıklar olsun!
***
Yeni metot bu:
Yazarken “Kovarım bak haaa” sopası sallanıyor gazetecilerin kalemi üzerinde;
Kovulduktan sonra “Tazminatın yanar haaa” tehdidiyle fermuarlanıyor dudakları.
Hiçbir şeye değilse; kamuoyu üzerinde hayli “etkin” olan isimleri aylarca “etkisizleştirmeye” yarıyor bu yeni sistem. Eh seçime kadar işlese yeter!
Düşünsenize;
PKK, Güneydoğu’da devletleşirken, Hatay yeniden ve patlamaya hazır bir bomba kıvamında “ayrı bir cumhuriyet”e dönüşmüşken, sokaklarda çocuklarımız “bir kibir uğruna” öldürülürken her gün, Suriye intiharının en büyük nedeni kapıdaki ekonomik krize kılıf uydurabilmekken;
Toplumun, yap-boz eğitimi yüzünden çocuklarının kobaylaştırılmasına, inanç ve ibadetlerine “oyun hamuru” muamelesi yapılmasına, siyasetin Allah ile kul arasına girmesine, kirlenen havaya, kuruyan göle, ölen balığa, kuşa, kediye, köpeğe, “iş kazası” maskeli cinayetlere, sendikaların içinin boşaltılmasına... -nihayet- itiraz etmeye başladığı şu günlerde;
Nihayet “üç maymun”laştırılan kitlelerin “duyu”larının işler hale gelmeye başladığı ve duydukları, gördükleri, konuştukları şu günlerde, gerçeği ifşa eden, maskeleri düşüren bir tek yazı bile “savaş kazandıracak cephane” değerindeyken, nasıl stratejik bir “esir alış” bu!
***
Yazdığı gazeteyi alan, yazısını okumak için internet sitesini açan herkes farkında; ve fakat ayan beyan ortada olan gerçeği söylemesi yasak!
Söylerse; yıllarca verdiği emeğin karşılığını alamayacak!
Geçenlerde çok ünlü bir başka yazardan da duydum aynı susma “gerekçesi”ni;
“Çok şey var da” diye başlamıştı ki, durdu. Haklarını almadan konuşmayı göze alamayacağını söyledi.
Hani yıllardır AKP’nin aldığı oya hayret edenler var ya; hani “Nasıl oy veriyor bu insanlar hâlâ” diye akıl sır erdiremiyorlar?
Tam da böyle işte?
Başka hiçbir şeye benzemiyor “ekmek”le tehdit edilmek;
Hele de sizden onu bekleyen bir aileniz, çoluğunuz çocuğunuz varsa!
Hadi “halk(!)” cahil, sindirilmiş, kullaştırılmış.
E bunlar, söz ettiklerim yıllarca toplumun “cesur yürekleri” sınıfındaydılar; sırf bu yüzden “korkmadıklarından” hedef oldular!
Gözaltılara, tutuklamalara, zindanlara eyvallah etmeyen insanlar, “benim polisim”e, “benim savcım”a, “benim hakimim”e direnenler iktidar elini ceplerine uzattığı gün irkildiler.
Yadırgamıyorum;
Uzaktan davulun sesi nasıl geliyordur bilmem ama çocuk oyuncağı değil; isterse dünyanın en muazzam kalemi olsun;
Faturalarını ödeyemez hale geldiğinde mum ışığında mı yazacak? Yazdı diyelim; internetsiz nasıl gönderecek?
Ev kirasını yatıramadığını farz edin; ev sahibi günde üç öğün kapıda, beş öğün telefonda taciz ederken, birbirine karışan o zil sesleri arasında hangi kafayla derin analizler yapacak?
Araştırması lazım, gezmesi, görmesi, sahaya inmesi; neyle peki? Nasıl?
***
Yerel seçim yaklaşıyor; durmayacak iktidar!
Her gün genişleyecek “esir”ler ordusu...
+++
Olağanüstü...
Medyadan başladık öyle devam edelim;
Odatv’nin haberiydi;
“Tayyip Erdoğan, Aydın Doğan’dan açık açık Yılmaz Özdil, Mehmet Yılmaz ve Ertuğrul Özkök’ün kellerini istedi... ‘28 Şubat’ın sivil ayağı’ mesajı da, gazeteyi satın alınır kılan son “kale”lerini “kelle”leştirmeye yanaşmayan Doğan’aydı...”
Bu haber üzerine TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi veren CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Erdoğan’a sordu:
“Yalanlamadığınız haberlere göre son olarak Yılmaz Özdil, M. Yakup Yılmaz ve Ertuğrul Özkök’ün de işten atılmalarını istemişsiniz, bu doğru mu?”
Biz ne kadar iyi niyetle, mesleki dayanışma çerçevesinde yazarsak yazalım; “basına müdahale” tartışmasını “isimler” üzerinden, “isimler”le örnekleyerek yürütmenin çok olumsuz bir yan etkisi ortaya çıktı zaman içinde. Üç ay “Ayşe atıldı mı, atılacak mı?” diye konuştuktan, yazdıktan yani “Ayşe’nin atılması”nı “beklenen bir hadise” ye dönüştürdükten sonra, Ayşe gerçekten de atıldığında “Belliydi” deyip geçer hale geldik!
İstemeden de olsa “isimler”i bu kadar öne çıkararak, aslında biz de zemin hazırladık o isimlerin “atılması”nın normalleştirilmesine, daha kolay sindirilmesine...
Tamam yeni, ilginç değil artık, her gün yeni bir gazetecinin kovulduğunu duyuyorsunuz;
Ama “sıradan” da değil, “normal” de değil, “olağan” bir durum da değil bu!
Dünyayı ayağa kaldıramayabilirsiniz ama bu olağanüstü günlerden geçerken, en azından her şey “olağan” seyrindeymiş gibi davranmayın lütfen.
Yapabilir misiniz?