Hiç utanmadın mı bu habere imzanı koymaya
Başbakan’ın Doğan Grubu’na karşı “kollarını sıvadığı” günlerde iki AKP’li bakanın arasında verdiği samimi uçak pozundan sonra Genel Yayın Yönetmenliği’ne getirilişinden beri söylüyoruz:
Yüksek İrtifa Hastalığı eritti Enis Berberoğlu’nun kalemini.
Hürriyet’in dünkü manşeti de bunun son delili.
“Türkiye’nin Suriye’ye silah ablukasının nedeni, iç savaş korkusu”ymuş... “Beşar Esad yönetimi, üç savaş çıkartarak ömrünü uzatmayı deneyebilir”miş!
Yuh artık! “Eşbaşkan” sıfatıyla, “Suriye’de iç savaş çıksa, İran da Suriye’ye desteğe çalışırken “hedef potası”na girse, hem “Kanka Obama”nın “füzeler”i durdukları yerde küflenmese, hem de şu anti-emperyalist Şii ittifakının beli bükülse” diye hanidir zemin etüdü yapan kimdi peki?
Çocuğa anlatsan inandıramayacağın bu masala Enis Berberoğlu’nu inandıran kimse, alnından öpeceğim gördüğüm yerde! Hiç öyle “lekeli mi- değil mi” polemiğine girmeden hem de...
Baksanıza o kül yutmaz, o her daim, “en derin bilgi”ye vakıf, o bütün mevzuların tek hakimi, o perspektifine erişilemeyen, “sıkı gazeteci” Berberoğlu gitmiş, yerine böyle bir komedinin figüranı olmakta hiçbir beis görmeyen “başka biri” gelmiş...
Ah be Enis Bey...
Vah be Enis Bey...
Bari resminizi koymasydınız, imzanı atmasaydınız bu gazetecilik faciasının altına.
Nasıl oldu da, sizin gibi bir “usta” bu yemi yuttu? Nasıl oldu da, “Suriye’de iç savaş çıkmasından korkan ülke, muhaliflere iç savaş eğitimi verir mi” diye işin ardını, arkasını kurcalamadı?
Nasıl oldu da sormadı: İran ve Irak menşeli silah sevkiyatına kapalı olan Türk hava sahası, Amerikan menşeli her türlü “isyan gereci”nin sevkiyatına da kapatılacak mı?
Türkiye’nin güneyinin “Lübnan”a dönmesinden korkan adam, habire halkı “mezhep çatışmasına” yönlendiren nifak tohumu eker mi Suriye’ye, bunu irdelemedi.
Halbuki sadece bu üç başlık bile anlamaya, anlatmaya yeterdi; Türkiye Suriye’de iç savaş çıkmasın diye mi çırpınıyor, yoksa iç savaş çıksın ve bu bahaneyle “anti-emperyalist Şii ittifakı”nın beli kırılsın da BOP tarlasını sürerken ayaklarına batacak diken kalmasın diye mi?
Ertuğrul Özkök’ün en büyük hayaliydi, Enis Berberoğlu’na nasip oldu gerçekleştirmesi:
Hürriyet “sit-com”u!
İyi bakın, ikisi de aynı fotoğraftır
Benim gibi yapın, bir CSI elemanı haline gelin, bir nevi “sosyal olay yeri incelemesi” yapın. Yer Siirt... Akşam saatleri. Hava kararmış. Bir araba görüyoruz.
İçinde 6 kadın var. Arabayı bir kadın kullanıyor. Adı, Zeynep Evin. 31 yaşında. Üniversite sınavına girmiş, kazanamamış. Önce kuaförde çalışmış, sonra kendi işini kurmuş. “Kuzey Güney” dizisindeki gibi bir kadın kuaför yani.
- Arkadaşları, tanıyanlar, “Hayat dolu bir kadındı” diyor.
Siirt gibi bir yerde, araba kullanmasından, kuaförlük yapmasından, kendi ayakları üzerinde durmasından da belli değil mi hayata asıldığı... Erkeklerin bile korktuğu gece yarıları, arabasıyla bir yerlere gitmesinden de belli değil mi... Kafa tutan bir kadın besbelli. Meydan okuyan, yaşayan, teslim olmayan bir kadın.
***
- Nergis Evin...
Hepimiz onu, üzerindeki eşofmanı, gülen yüzü, hayata ondan da güzel bakan ifadesiyle tanıdık. Hayat hikâyesi de, artık bize yüzü kadar tanıdık. Gökçebağ beldesinde doğmuş. İlkokula orada gitmiş. Liseyi Siirt’te okumuş. Üniversiteye girme şansına sahip olanlarından. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Spor Okulu’na girmiş.
Alın yazısı haline gelen o arabaya bindiği sırada, üniversitenin ikinci sınıfına gidiyordu. “Oryantiring” yapıyordu.
Yeni öğrendim. “Krokiden yararlanıp, koşarak hedef bulma” sporuymuş.
Okulun en başarılı sporcularından. Geçen yıl Balıkesir’de 100 takım arasından ilk 20’ye girmişler.
Cıvıl cıvıl, New York’ta Central Park’ta koşanlar kadar cıvıl cıvıl, onlar kadar modern bir kadın. Ailesi Siirt’te tanınan bir aile. Böyle bir kız yetiştirmişler. Önce “Helal olsun” diyeceğim... Sonra da “Başımız sağ olsun” ...
***
- Nurcan...
Henüz 26 yaşındaki Nurcan Olgaç... Siirt’te doğmuş. İki yıllık meslek üniversitesinden, yüzme hocası olarak mezun olmuş. Hayalleri, Siirt’te yüzme antrenörlüğü yapacak kadar, okyanuslara açılmış genç bir kadın. Tek hedefi vardı. Milli takım forması altında çalışabilmek. Babası gençlik spor il müdürüydü.
- Kevser Çekin 23 yaşında, lise mezunu çok ilginç bir genç kadındı. Üniversiteye giremeyince bir markette özel güvenlik elemanı olarak çalışmaya başlamıştı. Çalıştığı yerde çok seviliyordu. Güvenlikçilikten çok, öteki çalışanlara hayat koçluğu yapıyordu.
Ailesinin maddi durumu iyi değildi. Onun sayesinde ayakta durabiliyorlardı.
Yaralılara gelince, biri hemşire. Öteki ise lise ikinci sınıfta ve üniversiteye hazırlanıyor.
İşte size Siirt’ten acıklı bir sitcom. Küçük bir arabaya sığmaya çalışmış, 6 muazzam hayat...
Ya öteki taraftaki, karanlıkta saklanıp yüzünü gösteremeyen cenah. Hani o elindeki Kalaşnikof’la, bombayla aslan kesilen adam müsvettesi. O güya erkek...
Suratını bile görmedik. Şeytan görsün deyip geçeceğimiz kadar karanlık bir surat.... Bir de aynı saatlerde İstanbul’da, Şükrü Saracoğlu’nda çekilen daha büyük bir fotoğraf var...
İyi bakın, ikisi de aynı fotoğraftır.
Sanmayın ki, 45 bin kadın o stada sadece Fenerbahçe sevgisinden gitti. Orada bir isyan var. Bir “sosyal hayata el koyma”, bir meydan okuma hareketidir bu. Bir nevi adı konulmamış kalkışmadır...
***
Bu kalkışmayı artık ne İstanbul’un, ne de Siirt’in, Pervari’nin, oranın buranın eli kanlı veya kansız katili geri çevirebilir. Türkiye’nin bütün kadınları artık “oryantiring”e başlamıştır. Ellerindeki krokiye bakıp, hedeflerine varmak üzeredirler...
Ey sen, o erkeklik raconuna kendi aklınca, mezhebince manalar veren geri kafalı ve korkak erkek... İster muhafazakâr ol, ister başka bir şey... Oryantiring’e başlayan kadının önünü kesemezsin...
Artık onun elinde bir pusula var, sense hâlâ burnunun dikine gidiyorsun.
Vazgeç... Al krokiyi eline, sen de oryantiring’e başla...
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
Amerikan PBS televizyonunda “Ilımlı İslam diye bir şey yoktur. İslam İslam’dır; orta yolu tavsiye eder, barış dinidir” diyen Erdoğan’a ithaf olunur...
ÇARPILACAKSINIZ
Saf insanlara “Size cennetin anahtarını vereceğiz...” diyerek yola çıktınız...
Parmaklarını kaldırtarak “oy yemini” ile sizi iktidar yapanlar yine yarı aç yarı tok sürünürken ilk işiniz trilyon davalarının üzerini örtmek oldu... Hiç Allah’tan korkmuyorsunuz...
***
Sizler; İngiliz stili ceketler, İtalyan kravatlar, modern Batı giysileri çekip ortalıkta dolanırken... Çoğu bu yüzden okuyamamış türbanlı orta yaş kadınları, bir siyasi oyunun görevi bitmiş figüranları olarak hüzünle sizi izliyorlar...
Şu anda üniversitelere gidebilenler ise çağdaş dünyanın kıyısında, gelecek endişeleri içinde, siyasetinizin sessiz bekçileri sadece... Sizin kadınlarınız, kızlarınız ise dört çekerli ciplerde...
Kuldan da utanmıyorsunuz...
***
Bir pis düzen tutturmuşsunuz... Milletin parası ile milleti kandırıyorsunuz... Tıpkı yumurtası için tavukları yemlemek gibi...
Yardım paketleri...
Fazla çocuk başına para...
Nohut...
Kömür...
Yarım altın...
Onların yoksul ve cahil kaldıkça size muhtaç olacaklarını, sizin peşinize takılıp geleceklerini bal gibi biliyorsunuz...
Hiç utanmıyorsunuz...
***
“Millet iradesi” diyorsunuz, Meclis kapalıyken onlarca kanun yapıyorsunuz...
“Mahremiyetten” söz edip insanların yuvalarını dinliyorsunuz...
“Adalet” dilinizden düşmüyor; sizinle ilgili dosyaların kapağını açan tüm yargıçların, savcıların başına bir şey gelirken... Suçu kanıtlanmamış, hatta suçunun ne olduğunu bilmeyen insanları yıllardır hücrelerde tutuyorsunuz...
Çocuklar babasız büyüdüler, genç eşlerin saçları ağardı, hasta sevgililer son kez el ele tutamadan tek başlarına öldüler...
Hiç sızlamıyor vicdanınız...
***
Ve durmadan milletin gözünün içine baka baka yalan söylüyorsunuz...
Dilinizde ise sakız:
Allah...
Peygamber...
Din...
İman...
Çarpılacaksınız...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Şahin’den açıklama...
Dünkü “Bütün kızlar fena çuvalladık” yazısından sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in Basın Müşaviri Doç. Abdülrezzak Altun aradı. “Siz sustu yazmışsınız ama Sayın Bakanım Siirt’teki olayın hemen arkasından terörün artık masum-sivil halkı hedef aldığına dikkat çekmişti...” dedi.
Kendisine “susmak”tan kastımın “bütün kadınlar”ın terörü tek vücut olarak telinini sağlayacak organizasyonun yapılamamış olması olduğunu anlattım. Meselenin kişisel olmadığında uzlaştıktan sonra, Altun “Terörle mücadele kendi bakanlıklarının konusu olmasa da, sosyal politikaların da bu mücadelenin bir ayağı olduğu inancıyla yaptıkları”ndan bahsetti. Aktaralım da, “perdeci” durumuna düşmeyelim.
Duyarlılıklarının doğru kanalize edilerek “milli-sosyal-moral fayda”ya dönüştüğü günlere...
Hislerimizi kaybettik itirafı
İnsanlar “bir başka ülkede olsa tüm gündemi kilitleyecek, hükümetlerin anında önlem almasını gerektirecek en önemli olaylara, felaket haberlerine” karşı bile duyarsızlaşıyor ve bunları “günlük, sıradan olay” olarak algılamaya başlıyor.
İnanmıyorsanız son günlerde verdiğimiz şehit sayılarını bir hatırlamaya çalışın, kaç taneydi? Aynada kendimize dikkatle bakalım, “yaşamak zorunda kaldıklarımızla” ne çok değiştik değil mi? Artık hepimiz “bambaşka” insanlarız.. Artık duymuyoruz, görmüyoruz ve hissetmiyoruz!
Ruhat Mengi / Vatan
Başbakan amigoları daha lüks uçak istedi!
Başbakan’nın gezisini yazsınlar diye uçağa alınıp ABD’nin Newyork şehrine götürülen ünlü gazeteci ve televizyonculardan biri (Mehmet Ali Brand) dün köşesinden “Başbaşakanlık’a yeni ve bir büyük uçak gerekiyor” başlıklı yazı yazdı. İşte o yazı:
“Başbakanlık’a artık daha yeni, daha büyük, daha konforlu bir uçak gerektiği olacak... 35 kişilik uçağın ön tarafı biraz daha hallice ancak arka taraf- bakanların bir bölümü, üst düzey bürokratlar ve davet edilen 3-4 gazeteci oturur- tam anlamıyla bir işkence odası gibi. Başbakan’ın ön tarafta uzanarak yatabileceği bir yer var ancak orası da çok rahatsız. Arka tarafın ise, normal uçakların ekonomi sınıfından hiç farkı yok.
Yazından anlıyoruz ki bu beğenilmeyen uçakta Başbakan’a; yorganlı, yataklı, kuş tüyü yastıklı yatacağı yer bile var. Kızını ve eşini de beraberinde götürüyor. Ayrıca içinde gazeteciler ile bakanların da olduğu 30 kişilik misafir de alabiliyor. Uçakta servis ve yiyecekler de harika... Fakat Başbakan amigoları daha lüks ve daha pahalı uçak istiyorlar.
Biliyor musunuz? Türkiye Başbakanı’na daha lüks ve pahalı uçak alabilecek durumda olan bir ülke değil. Bu yılın 9 ayında 12 aylık üretimini yedi bitirdi. Türkiye her yıl 3 aylık açıklar vererek ve bu açığı da başkasının parasıyla borç alıp kapatarak yaşayabiliyor. Bu yıl; 75 milyar dolar cari açık ile 132 milyar dolar vadesi gelen borcunu ödemek zorunda olan bir ülke. Bunları ödemek için de yeni dış borçlar bulmak mecburiyetinde.
Amigo! Newyork’ta keyif yapacak. Halktan daha lüks uçak istiyor.
Necati Doğru / Sözcü